Nur Talebesine Dünya Yâr Olmaz

Bin kalemli bir kâtip

Risale-i Nur’lar telif edilmeye başladıktan sonra on sekiz yıl boyunca büyük fedakârlıklarla elle yazılır. İman tekniğe meydan okur. Her talebe bir matbaa olur. Nur postacıları vasıtasıyla Anadolu’ya dağıtılır. Yeni Anadolu Medeniyeti bu elmas parmaklarca inşa edilir. Selahâddin Çelebi de kalem kardeşleriyle yazar. İnebolu’nun Küçük Isparta olmasına katkı sağlar.

Nazif Çelebi, Selahâddin Çelebi ve Fakazlı gibi hizmet erleri şartların değiştiğini görerek daha uygun hizmet metotları ararlar. Selahâddin 1944 yılında İstanbul’da teksir makinesi görür. Bir dakikada yüz sayfa bastığını öğrenince İnebolu’ya getirir. Nazif’in Rumlardan kalma evinde Risale’ler teksir edilmeye başlanır. Dün fani emellere konaklık eden bu ev o gün aydınlanır. Rum ev nurlanır. Asırlara mührünü vuracak hizmetler burada yapılır. İnebolu ‘Küçük Isparta’ unvanını kazanır. Nurlar “İnebolu Baskısı” ismini alır. Buradan Türkiye’ye yayılır.

Selahâddin ilk teksir edilen Âyetü’l-Kübra Risalesi’ni Üstad’a götürür. O günlerde Üstad sıkıntılıdır. Yazdığı bir mektup nedeniyleKim yazmış?” diye sekiz defa resmen sıkıntı ve eziyet verildiği bir zamanda kitap eline ulaşır. Üstad çok sevinir.

“Bin beş yüz nüshaya ve bir milyon sahifelere çıkaran o makine elbette gaybdan imdadımıza gelmiş nurcu bin kalemli bir kâtiptir.” “Ya Rabbi! Bir kalemle beş yüz nüsha yazan Nazif Çelebi ve mübarek yardımcılarını Cennetü’l-Firdevste mes’ûd kıl…” diye dualar eder.

Risalelerin teksirle çoğaltılması o güne kadar ibadet şuuruyla yazanların bir kısmında manevi boşluk oluşturur. Yazmanın sevabını kaçırmaktan korkarlar. Zira Risale yazmak ibadet ve manevi cihattır. Sarf ettikleri mürekkebin mahşerde şehitlerin kanlarına denk olacağı müjdelenmiştir. Fakat şimdi Üstad teksirle çoğaltılmasını bayram gibi alkışlamaktadır. Üstad, Nur kâtiplerinin endişelerini hisseder. Üzüntülerini gidermek için lahika neşreder.[1]

Emirdağ’da bir sultan

Üstad’ı Denizli’den ayrıldıktan sonra Emirdağ’a gönderirler. Orada da daima gözetim altındadır. Selahâddin, İnebolu’daki hizmetlerden Üstad’ı bilgilendirir. Her sene ziyaret eder. Üstad gayretinden memnundur.[2] Başka bir mektubunda Selahâddin ve İnebolu Nurcularına takdirlerini sunar, dualar eder.[3]

Nur Talebesine dünya yâr olmaz

Nur hizmetinde hasların hayatı Risale’ye aittir. Mümkün olduğunca dünyevi işlerle meşgul olunmamalıdır. Gerekmedikçe evlilik bile yapılmamalıdır. Hapisten çıktıktan sonra Selahâddin evlenmek ister. Bir mektupla Üstad’ın fikrini sorar. Üstad hizmet prensiplerini içeren mektupla cevap verir. Selahâddin’i has dairede gördüğünü belirttikten sonra peder ve validesinin izni varsa evlenebileceğini söyler. Mektubun muhtevasına baktığımızda sanki zımni olarak evliliği onaylamadığı anlaşılmaktadır.[4]

Mektup üzerine harekete geçilir. Üstad’la Afyon’da hapis yatan Sabri Halıcı’nın kızı Nermin Şükriye Hanımın uygun olduğu düşünülünce Sabri Halıcı ve Nazif Çelebi tarafından Üstad bilgilendirilir. Üstad onaylayınca evlilik gerçekleşir. Afyon Hapsindeyken oğlu olur. Üstad’a müjdeyi verir. Üstad da kendi adını verir. “Said olsun.” İki yıl sonra Nilgün dünyaya gelir. Ne var ki yöre, kültür ve kişilik farklılığı yüzünden evlilik ancak beş yıl sürer. 1952 yılında Nermin Hanım, Nilgün’ü de yanına alarak Konya’ya, baba evine döner. Said bir süre babasıyla kaldıktan sonra lise öğrenimi için annesinin yanına gider.

Üstad boşanma olayına çok üzülür. İlk mektubundaki çekincelerinin gerçekleşmiş olması hüzne boğar. Nermin Hanım ve kızı için her yıl Risale gelirlerinden belirli bir pay (tayinat) verilmesini ister. Sabri Halıcı kızı ve torunu adına tayinatı başlangıçta kabul etse de daha sonra hizmete aktarılmasını ister.

Selahâddin 1976 yılında Hacca niyetlenir. Nermin Hanımla helalleşmek için Konya’ya gider. “Ayrılığı benden ziyade sen istedin.” diyerek hafif yollu sitem eder. “Her neyse hakkını helal et…” deyince Nermin Hanım helal eder. Böylece yirmi beş yıl önceki kırgınlık da tatlıya bağlanır.

Selahâddin ikinci kez evlenir. İlyas Bey (Fakaz) köyünden Melahat Hanımla olan evliliğinden Ahmed Nuri ve Aydanur adında iki çocuğu dünyaya gelir.

Karahisar Zindanı yıkılır gelir

1948 yılında Üstad, Afyon Hapsine konulur. Arkasından Türkiye genelinde tutuklamalar olur. Selahâddin ve babası da gözaltına alınır. Nazif, Bediüzzaman’ın talebesi olduğunu ifade edince tutuklanarak cezaevine konulur. Selahâddin endişelidir. Baba-oğul hapse girmeleri halinde maddi olarak zorda kalacaklardır. Bunları düşünerek savcıya yoruma açık ifade verir. “Bediüzzaman’ın talebesi misin?” şeklindeki soruya sessiz kalır. Bunun üzerine tutuksuz yargılanmasına karar verilir. Bilahare Savcının Selahâddin’in babasına karşı önyargısı yüzünden tutuklanarak Afyon’a getirilir.

Üstad’la görüşmek ister. Cezaevi Müdürü ve kâtibi gestapo şefi gibidir. “Kendilerini kanun gören” tiplerdir. Selahâddin yine de Müdürlüğe müracaat eder. “Savcılıktan müsaade alın.” denilir.

Bu defa kâtip, “Ben savcı mavcı tanımam. Burası benden sorulur.” diye cahilâne ve mağrurâne konuşur. Görüşmeye izin vermez. O anda uzaktan Üstad görünür. İki eliyle şefkatle, tebessümle onları selâmlar. Eliyle hemen gitmelerini, durmamalarını söyler.

Selahâddin hapiste Hüsrev, Tahirî gibi çınarların yanı sıra başka nurani simalarla da karşılaşır. Ceylanlar, Sungurlar ve Zübeyirlerle Üstad’ın rahlesine diz çöker. Bunlar unutulmaz kahramanlardır. Bunlar Anadolu’muzun yetiştirdiği örnek gençlerdir.

Selahâddin’in çelişkili ifadesi öğrenen Nazif çıldırır.

“Sen nasıl olur da kahramanca, “Evet bütün dünya duysun ki ben Bediüzzaman’ın talebeseyim”, diyemiyorsun! Bir de Nazif’in oğlu olacaksın! İsmin tarihe Zübeyir Gündüzalp ile nasıl yan yana geçecek…”

Kim bilir neler geçer içinden. Öfkeden çıldıracak gibidir.

“Git ifadeni düzelt. Ben Bediüzzaman’ın talesiyim, diye haykır. Yoksa seni evlatlıktan silerim. Ananı da boşuyorum…”

Nazif öyle öfkelidir ki Üstad araya girmese oğlu elinde kalacaktır. Nazif, şefkatli Üstad’ına döner.

“Hayır, Üstad’ım, ifadesini tasrih edecek!”

Ah Üstad’ım… Sen ne güzel kahramanlar yetiştirmişsin böyle! Mesele Risale-i Nur ve tercümanı olunca sen bile durduramıyorsun onları.

Selahâddin de zaten böyle bir destek bekliyordur. Yüreğinde bulutlar biriktikçe birikmiştir. Savcının karşısında “Sonucu idam da olsa ‘Ben Bediüzzaman’ın talebesiyim.’ diyemedim.” diye kahrolmaktadır. Hemen Savcılığa gider, ifadesini düzeltir.

Temyiz Müdafaası

Selahâddin, Afyon mahkemesinde de beraatla sonuçlanan Denizli Mahkemesindeki savunmasının aynısını yapar. Mahkûmiyet verilmesi üzerine temyize layiha sunar. Layihada Türkiye’nin hali hazır siyasi ve sosyal durumunun küçük bir fotoğrafını çeker.

Zorlu bir tutukluluk sürecinin ardından mahkeme kararını verir. Somut delil olmamasına rağmen kanaat-i vicdaniye ile Bediüzzaman yirmi ay, Selahâddin’in de içinde bulunduğu yirmi talebesi “Risale-i Nur’u çoğaltarak yayılmasına yardım ettikleri ve böylece suçun işlenmesini kolaylaştırdıkları için 6 ay hapse mahkûm” edilir. Birçok talebe tutuklu kaldıkları günler cezaya mahsup edilerek hapisten çıkar. Fakat Bediüzzaman, Ceylan Çalışkan, Zübeyir Gündüzalp, Nazif Çelebi, Selahâddin Çelebi ve İbrahim Fakazlı bir süre daha kalır.

Ruhlarına el Fatiha…

*Daha fazla bilgi için İnebolu Nur Talebelerini anlattığımız Hiçbişey yayınlarından çıkan “Kuzey Işıkları: İnebolu Nur Kahramanları” isimli kitabımıza bakabilirsiniz.

https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&publisher_id=10964

[1] Emirdağ Lâhikası, 127. Mektup.

[2] Emirdağ Lâhikası, 86. Mektup.

[3] Emirdağ Lâhikası, 136. Mektup.

[4] Emirdağ Lâhikası, 46. Mektup.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum