İbrahim KAYGUSUZ
Nazar-ı ibret
Değerli dostlar usulüm değil ama önceki yazının mütemmimi olacak bazı hislerimi bu sefer de paylaşacağım.
İnsten tevahhuş ve vuhûşa ünsiyet hikmet ehlinin ders halkalarındandır.
Nur talebeleri bu halet-i ruhiyeyi iyi bilir.
Yüce dağlar, sık ormanlar ve uçsuz bucaksız denizler insanın engin ve rengin tefekkürünün tetikleyicisidir.
Biliyoruz ki Barla yaylasında azametli çam, katran ve ardıç ağaçlarının heybetnüma suretleri muazzez Üstadımızın temaşasında nazar-ı ibrete ve sem-i hikmete dönüşmüştü.
Bizler onun kuşatıcı tefekkürünün ufuklarını göremeyiz, lakin mirasının (Risale-i Nur) izinde bazı işaret taşlarına basabiliriz.
Üstadımız, “Cenab-ı Hak sizleri, fikrime ihsan ettiği manalara hissedar etmiştir, elbette hissiyatıma da hissedar olmak hakkınızdır” diyerek Altıncı mektupta “ziyade elim kısımları” tayyederek bazı hislerini paylaşır.
Hüsrev ağabeyin merakı ve tecessüsü, tayyedilen kısımların da izahını Üstadından ister. Meselenin detayları mektubat-ı Nuriyelerde mevcuttur.
Bizler ise geçen hafta boyunca yüksek dağların başlarında ve muhteşem ormanların arkadaşlığında Üstadımızın hissiyatlarına hissedar olmak uğraşısında idik.
Domaniç’in efsunlu ormanlarında, Osmanlı’ya ruh ve mana yükleyen Hayme Ana’nın, torunu Osman Gazi’yi salıncakta salladığı ormanların eşliğinde, Nur risalelerinin ruh ve mana köklerini “körleşmeye ramak” gözlerimizle temaşa ve “sağırlığa evrilen” kulaklarımızla işitmeye çalıştık.
Yani aziz Üstadımızın nazar-ı ibrete ve sem-i hikmete dair fısıltılarını hissetmeye çalıştık.
Darısı hepinizin başına!
Hemhal olduğumuz Üniversiteli gençlerin okuma programı, yarına ait ümitlerimizin canlandırdı.
Bin barekallah, bu yaşlarda Risale-i Nur’a olan sonsuz muhabbete ve o denizin derinlerinde çıkardıkları manevi meyvelere!
Sonraki durağımız Kırşehir’di.
Yeni Eğitimciler Derneği Kırşehir Temsilciliğinin tertip ettiği piknikte dostlarla hemhal olduk.
Asırlık Söğüt ağaçlarının gölgesinde, fıtri esintinin etkileyici atmosferi ruhlarımızı okşadı.
Bediüzzaman’ın Lemaatı’nın “İslamafobya” serlevhasıyla İstanbul afakında ses verdiği dakikalarda değerli ağabeyim Ali Göllü, asırlık söğüt ağaçlarının gölgesinde bizlere Mele Ahmed-i Cezeri’nin meşhur fıkrasından mülhem üstadımızın kalbi ağlamalarını okuyordu.
Hislendik, Üstadımızın hissiyatına hissedar olduk, beraber ağladık.
Karakavak meyvesi Farisi beyitlerin devamı olan Yıldıznameyi de bizlere Sabri Yiğitoğlu ağabey terennüm etti.
Hepsi çok güzeldi.
Ankara’dan, Aksaray’dan, Kayseri’den teşrif eden ağabey ve kardeşlerle Nur okyanusunun derinlerine gavvas misali daldık.
Bu dalışa vesile olan bütün ağabey ve kardeşlere binler selam ve dua olsun.
Bahusus onyıllardır bu münbit zemine tohum atan Cemaleddin Elibol ve Osman Atalay ağabeylere ve onların şahsında kadın- erkek, çoluk çocuk değerli heyetin tamamına hazer tebrik!
Attığınız tohumların meyveye durduğunu biliyor muydunuz!
Ben gördüm, Üstadımın da kabrinde kemal-i memnuniyetle sizleri temaşa ettiğine imanım tamdır!
Sizlere en kalbi şükranlarımı arz ediyorum!
Evet biliyoruz ki, Risale-i Nur modern dünyanın pusulasız efkârına gönderilen bir mucize-i Kur’andır.
İsm-i Hakîm ve Rahîm’in mazharı olan bu nurlar, maddi ve manevi bütün dertlerimizin devası, kalbi ve ruhi latifelerimizin ilacı ve akli ve fikri istikametimizin şaşmaz pusulasıdır.
Bu pusuladan şaşmamayı rahmet-i ilahiyeden ümit ediyoruz, bunun için dua ediyoruz:
Rahmet-i ilahiye her birimizi enesiz bir hadim-i kur’an etsin, amellerimize kendi rızasını katsın, bizi bize bırakmasın, Üstadımızın himmetini üzerimizden eksik etmesin ve bizi kendi huzuruna çıkardığı anda “mağlup” olanlardan eylemesin…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.