Afife ARTIK
Ne, ne kadar kıymetli?
İnsanların eşyalarına ve etraflarındaki insanlara olan muameleleri parelellik arz ediyor mu sizce? Genel geçerliği olmama ihtimali mahfuz kalmakla beraber gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Soyut ve genel değil direk misaller üzerinden gideceğim. Evvela en yakınımdan başlayayım yani Üstadımdan; Bediüzzaman hazretlerinin talebelerine verdiği ehemmiyet malumumuzdur. Her mektubunda kullandığı ‘aziz, sıddık, fedakar, gayretli, hamiyetli, müdakkik’ gibi ifadeler hem taltif hem de teşvik ediyor. Her bir talebesine o kadar kıymet veriyor ki sadece hizmete taalluk eden meseleleri ile değil beşerî halleri ile de ciddi alakadar oluyor. Hatta kendisine muaraza eden ve gençleri ifsat etmeye çalışan bir alime yazdığı mektup bile o kadar naziktir ki, sert uyarılarda bulunduğu halde rencide edecek hiçbir hakaret içermemektedir. Kendisine zulmetmiş olsalar bile asla kimseye hakaret etmemiş, insaniyet ciheti ile taşıdığı değeri tenkis etmemiştir. Bununla beraber usturası için “yirmi senedir tıraşa hizmet eden ustura” diyerek onun dahi hizmetini taktir etmiştir. Kırıldığı için talebesinin çöpe attığı kaşığı alarak tamir edip kullanmıştır. Boyu kısa, kolu kısa cübbesine razı olmuştur. Adeta her zerreye değer vermiştir. Hiçbir zerreyi incitmeden, hakkına tecavüz etmeden yaşamıştır. Zerre Bahsi ve İsm-i Kayyum’u hakkıyla anlayabilirsek Üstadın bu halini anlamamız mümkün olur inşallah. Zerrelerin nasıl ulvi bir gayeye hizmet ettiklerini ve nasıl ademden vücuda çıkartıldıklarını anlamak onlara kıymet vermeyi netice verecektir.
Evet, Bediüzzaman Hazretlerinin insanlara olan muamelesi ile eşyalarına hatta zerrelere olan muamelesi benziyor. Her şeye kıymet ve ehemmiyet vermiş. Bu ehemmiyet ve kıymet vermesi her şeyle Rabbini bulabilmesi ve her şeye manay-ı harfi ile bakmasının göstergesi elbette.
Bize birbirimizi nasıl ve neye göre değerlendirmemiz gerektiğine dair de bir ölçü veriyor Üstad: “birbirinize hizmet noktasında bakmalısınız” diyor. Adeta kardeşlerimize hizmeti kadar kıymet vermek ölçüsünü getiriyor. Şahsi özelliklerimiz farklı olabilir ve birbirimizi çok anlayamıyor da olabiliriz ama hizmeti kadar kıymeti var her kardeşin. Kendisine hizmet edilen şey o kadar ulvî ki ona hizmet edenler de hizmetleri derecesinde kıymet kazanıyorlar. Ayrıca hizmetlerinin derecesi için bir de ölçü birimi var “ABDURRAHMAN”. Her talebe kaç Abdurrahman kadar hizmet edeceğine göre kıymet alıyor. Belki kaç Abdurrahman’ın bu daireye dahil olmasına hizmet edeceği mikyası ile.
Gözlemleyebildiğim insanların hayatları da bunu teyit ediyor. mesela yakından tanıdığım iki mübarek ihtiyarın hayatlarında da eşyalar ile insanlara muamelelerinin paralellik arz ettiğini görüyorum. Evlerinden hiçbir şeyi atmıyorlar; hatta kendilerine iyi hizmet etmeyip sıkıntı verse de o eşyaları atmayı hiçbir zaman düşünmüyorlar. Aynı şekilde hayatlarını zorlaştıran, kendilerine külfet olup hiç menfaat vermemekle beraber zarar veren hatta kendilerini onlara taşıttıran insanlarla da irtibatlarını kesmeyi asla düşünmüyorlar. Onlara karşı hürmet vazifelerini ifa etmeyen küçüklerine karşı da her zaman müşfik davranmaya devam ediyorlar. Hep affedici ve kucaklayıcı. Elbette bu tavrın muhatap oldukları insanları rehavete ve sorumluluklarını yerine getirmekte gevşekliğe yöneltmesi de mümkün ama şimdi konumuz o değil.
Evet, yine gözlemleme fırsatı bulduğum öyle bir ev hanımları (tekil şahıs kullanmadım ki karışıklık olmasın) var ki en ufak bir çizik olsa hemen tenceresini çöpe atar ve kusurlu hiçbir eşyaya tahammül edemez ve asla evinde barındırmaz. Bütün eşyaların da belli aralıklarla yenilenmesi ve evde eski püskü hiçbir şeyin bulunmaması gerekir. Öyle ki; eski havluların kesilip toz bezi yapılması bile utanç vericidir onlar için. Toz bezleri bile yeni ve kusursuz olmalıdır. İnsanlara olan muamelelerine baktığımda ise, kendi görüşlerine uymayan görüşlere sahip insanlara hayatında yer yoktur. Eğer bir kusuru (kendi nazarına göre) varsa defterden silinmesi gerekmektedir o kişinin. Dini veya siyasi tercihleri kendisinden farklı olan kimseye hayatında yer yoktur. Çünkü onlar kıymetsiz ve aldanmış insanlardır nazarında. Birine hayatlarında yer vereceklerse tüm kriterlerini didikler ve uygun olmayan kritere haiz olanları hayatlarına almazlar.
Bu özellikleri yazarken daraldım; inşallah biz de insanlara böyle muamele etmiyoruzdur. Üstadımızın aynı binada bir süre oturduğu içkiye müptela bir adamla muhataplığı aklıma geldi. Hiç kimse için Üstadım ‘benim ne işim olur bu adamla’ dememiş. Adeta herkesin mesudiyeti ile ve imanı ile alakalı bir mutluluğu ve imanı var. Herkesin hüznü ile de mahzun olmuş. Bahar çiçeklerinin solmasına ağladığı gibi, lise bahçesinde raks eden kız talebelerin akıbetine de ağlamış. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam nasıl ümmetinin saadet ve dertleri ile alakadar ise Veraset-i Nübüvvet mesleğinde giden Bediüzzaman Hazretleri de herkesin saadet ve hüznü ile alakadar. Hasseten de Nur Talebelerinin saadet ve hüznü ile.
Gözlemlerimden anlayabildiğim kadarıyla insanların eşya ile olan irtibatı ile insanlar ile olan irtibatı arasında ciddi bir paralellik var. Herkes, hem insanları hem de eşyayı kendi penceresinden görüyor. Herkesin de insanlara ve eşyaya verdiği kıymet farklı farklı. Manay-ı harfî ciheti ile herşeyi ve herkesi Allah’a olan ayinedarlığı ile değerlendirebilen insanlar için zerreler dahi çok kıymetli. Abdest için harcanacak bir damla fazla su zulüm demek mesela. Ama manay-ı ismi ile bakan ve menfaat ekseninde hayatı yaşayan insan için kendisine en çok menfaati olan en kıymetli, kendisine zararı olanın ise hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.Evet Kur’an ahlakı hayatın merkezine fazilet ve rızay-ı İlahiyi koymuş. Hâzır medeniyet ise menfaati koymuş.
Şüphesiz ki tüketim kültürü algılarımız üzerinde çok ciddi kanserlere sebep oluyor. mesela tüketim kültürü bize şu fikri kodlamaya çalışıyor; eğer eşin tam aradığın gibi değilse değiştir, senin menfaatine hizmet etmeyen insanları hayatından at ve yerine menfaatine uygun gelenleri al. Evet, çok acı ama sanrım gerçek. Her zaman daha iyisini ve daha güzelini ve son modelini almaya bizi teşvik eden kültür insanlara da aynı muameleyi yapmayı normalleştirmeye başlıyor. Altmış yaş üstü tanıdığım bir çok çift birbirlerine uygun olmadıklarını düşünmekle beraber asla ‘boşanma’ kelimesini ağızlarına almadıkları ve hayallerinden bile geçirmedikleri halde genç çiftlerin çoğunluğu pek çok konuda uyumlu olmalarıma rağmen birkaç anlaşmazlık noktası olduğunda hemen boşanmayı konuşmaya başlıyorlar. ‘eğer bu iyi değilse daha iyisini almalıyım’ gibi acib bir mantık işliyor.Tam da tüketim kültürünün aşıladığı zihniyet. Asla var olana kanaat etmemek ve eldeki ile yetinmemek, daima eldekini kusurlu görüp daha kalitelisine ulaşma çabası. Ama asla sonu gelmeyecek bir arayış ve asla “tamam bu benim aradığım idi, bu ihtiyacım için yeterli” dedirtmeyecek bir aç gözlü arayış. Kimse annesini kullandığı yağı kullanmamalı, sanki annesinin yemekleri kötü mü oluyordu diye bakmadanhem de. Yani insafsızca bir ‘geçmişe ait ne varsa kötüdür’ mantığı.(yani mantıksızlığı) insanlar geçmişi kötülemedikleri sürece geçmişteki kanaat ve iktisadı yaşamak eğiliminde olabilirler ve tüketim kültürü buna asla müsaade etmemeli. Geçmişin her şeyini kötü göstermeli ki o ahlakları bu günde yaşamanın yolunu seddetmiş olsun.
Netice itibariyle eşyaların kadrini kıymetini bilmeyip onları hor kullanan insanların, tüketim kültürünün bu acımasız şırıngası ile,genelde insanları da horladıklarını ve hatalarına karşı çok tahammülsüz olduklarını görüyoruz. İnsanları hayatlarından atıvermek pek kolay görünüyor onlara. Yada bazılarını değersizleştirip küçültmek, ötekileştirmek kendi değerlerini korumanın lâzımı gibi görünüyor.
Halbuki insan ne kadar kıymetli. Hakiki kıymetimizi anlayıp (yani Allah’tan ötürü kendimize bakıp), iştigal ettiğimiz her kişi ve eşyaya da o nispette değer versek. Öyle olsa ki bizimle muhatap olan her insan kıymetli olduğunu ve sadece kendisini Allah yarattığı için bu kıymete sahip olduğunu hissetse.Sadece kusur ve noksanlarını görüp hayıflanmasa. Biz ona noksan ve yetersiz olduğu mesajını vermesek. Biraz teşvik edici, biraz cesaretlendirici olabilsek. Gerçek kıymetlerinin Allah’ın onlara verdiği kıymet olduğunu hissetmelerine vesile olabilsek. Muhataplarımızın Allah ile kalpleri mutmain olacak menzile varmalarına yardım edebilsek. Ve eşyalarımız da bizim arzda Allah’ın halifesi olarak onlarda tasarruf etmemiz sebebiyle bir kıymet kazandıklarını (melek-i müekkelleri vasıtası ile) idrak etseler. Biz de onlarda tasarruf edebilmenin bizim için ne büyük şeref ve şükür vesilesi olduğunu derk etsek.
Elbette bunun ilk adımı kendi kıymetimizin farkına varmakla olabilir. Allah’ın verdiği kıymetten söz ediyorum yani enaniyetsiz büyüklükten. Eğer kendimize Allah’ın sanatı nazarı ile, emanet şuuru ile bakabilirsek hakiki kıymetimizi idrak edebileceğimiz gibi bizim mübaşeret ettiğimiz her şeyin ve her kesin de kıymeti artacaktır. Hayatımıza çıkagelen her insan bizim için Allah’tan gelen bir emanet değeri taşımaya başlayacaktır. Çocuklarına ve zevcesine Allah’ın emaneti nazarıyla bakan birinin şüphesiz ki o insanlara vereceği değer başka olacaktır. Muamelesi de hiç şüphesiz keyfe mayeşa olamayacaktır.
Evet, insan başı boş değildir. Bu aleme dilediği gibi keyfedip gönlünce muamele etsin diye de gönderilmemiştir. Kendisine ve kainata ve küçük bir kainat olan insana kendince bir değer biçip o değerler üzerinden muamele etme lüksü yoktur. Hele ki kendisine her taraftan empoze edilen değersizleştirme, kadir kıymet bilmeme ve asla takdir edip memnun olmamafikrinin seline kapılma lüksü de yoktur. Zaten o sele kapılmak evvela kendisinin değerini tenkis edecek ve kainatı ve insanları atmak üzere olduğu ‘değersizlik kuyusu’na evvela kendisi atlamış olacaktır. Her şeyin gerçek kıymetini bilip ona göre muamele edebilmek duasıyla…
(25.11.2013 tarihinde yazılmış bir yazıdır)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.