Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ
Neden azlar çoklara galebe eder?
Dünya hayatı sistemlerin, yasaların ve kuralların bileşiminden oluşturulmuş bir yaşama alanıdır. İlahi sistem, hayatın gayesini başta insan olmak üzere, şuur sahibi tüm varlıklara ifade ederken, insan türü de bu mesajın gerektirdiği ilimlerle tabiat laboratuvarından anlamlar çıkarıp geleceğine doğru hayat yolculuğuna devam eder.
Tabiattaki mükemmel muvazene sistemlerine bakıldığında, insan türünün sosyal hayatında ortaya koyduğu kurallar genellikle başarısız ve dengesizliklere sahne olmaktadır.
Çünkü insanın sosyal hayatında, genel olarak çaba ile kazanım arasında veya girdilerle çıktılar arasında genel bir dengesizlik ya da başarısızlık söz konusudur.
Gözlemler, çıktıların yüzde 80’ininin, girdilerin yüzde 20’sinden geldiğini göstermektedir. Bunu ilk olarak İtalyan ekonomist Vilfredo Pareto İtalya’ndaki arazilerin yaklaşık yüzde 80’inin, nüfusun yüzde 20’sine ait olduğunu gözlemleyerek fark etmişti. Daha sonra diğer ülkelere de baktığında benzer bir ilişkinin diğer ülkelerde de olduğunu gördü ve bu kuralı ilk olarak o dillendirildi. Bu yüzden bu kural “Pareto Kuralı” olarak da bilinmektedir. Ya da kurala basitçe “80/20 Kuralı” da denilmektedir.
Bu tür kurallar, yerçekimi yasası, havanın veya suyun kaldırma kuvveti gibi bir isim takıp anladığımızı sandığımız türden kurallardır. Aslında mucidinin veya kâşifinin adıyla anılan bu tür kurallar, prensipler birer İlahi yasalardır; “Adetullahtır”dır. Bilim veya bilim insanı bunları ortaya çıkarırken, Rabbin yasalarını kendi adıyla anıp kurallaştıran bu insanlar da çabalarının mükafatını dünyada şöhret veya maddi kazançla elde etmiş oluyorlar.
Pareto’nun adıyla anılan kurala baktığımızda bu rakamların ifadesi şudur;
Bir ürün, onu ortaya çıkaran yüzde 80’lik girdilerin yüzde 20’sinin bir sonucudur. Ya da ürettiklerimizin yüzde 80’ni gayretimizin yüzde 20’sinin ürünüdür.
Bu rakamlar bazen 80/20 oranları yerine 90/10, 80/20, 70/30, 60/40, 50/50 gibi de dağılabilir.
Biz bu yazıda Pareto’nun 80/20 kuralından hareketle Bediüzzaman’ın sıkça kullandığı 90/10 kuralı üzerinde duracağız.
Bu İlahi yasanın bir stratejik üretim anlamında açıklaması şöyledir:
Hayat farklı ve çeşitli şifreler üzerine kurulmuştur. Şifrenin uçları insanın beynine ve benliğine takılmıştır; İnsana düşen vazife “yüzde 20’yi arayıp bulmak, şifreyi çözmek ve yüzde 80’lik sonuca ulaşmaktır.
Aslında tabiattaki şifreleme de buna benzemektedir. Örneğin, toprağa 100 tane çekirdek eksek, muhtemelen bunların sadece yüzde 20’si yeşerip ağaç olacaktır. Geriye kalan yüzde 80 çekirdek çürüyecek ve toprakta kaybolacaktır. (23. Söz, İkinci Mebhas İkinci Nükte)
Talut, Calut’la savaşırken, Talut’un ordusunu imtihan eden Rabbimiz, içinden geçtikleri ırmağın suyundan içmemelerini emretmiş olmasına rağmen, muhtemelen ordunun yüzde 80’i içmiştir. Geriye kalan yüzde 20 Allah’ın emrine uymuş ve Talut inayet-i İlahiye ile kendisinden yüzde 80 daha güçlü olan Calut’un ordusunu dağıtmıştır. Ayet böyle diyor:
“Nice az topluluklar, Allah'ın izni ile nice çok topluluklara galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 249).
Bedir savaşında Müslümanlar 300 civarındayken müşrikler 1000’i aşmıştı. Yani burada denge 70/30’du.
Bediüzzamanın 80/20 konusunda verdiği örneklere bakalım:
“Hem meselâ, tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibarıyla beş yüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa, yirmisi yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki, "Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu"? Hayır, öyle değil, belki hayırdır. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dört yüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı.” (12. Mektup 3. sual)
Başka örneklere bakalım:
- Günlük hayatımızın yüzde 80’ninde gardırobumuzdaki giysilerin yüzde 20’sini giymekteyiz. (Erkekler muhtemelen yüzde 5 civarındadır. Hep aynı şeyleri giyiyorlar.)
- Bir ülkede (Dünyada) gelirin yüzde 80’i nüfusun yüzde 20’si tarafından üretilirken, bu gelirin yüzde 80’nini nüfusun yüzde 20’si yemektedir. Tabi gelirin yüzde 80’ni de yüzde 20 tarafından tüketilmektedir.
- Resmi kayıtlara göre, trafik kazalarının yüzde 80’nin nedeni şoförlerin yüzde 20’sidir.
- İşlenen suçların yüzde 80’ni daha önce suç işlemişlerin yüzde 20’si tarafından işlenmektedir.
- İş hayatında da gelirin yüzde 80’i müşterilerin yüzde 20’sinden elde edilirken, gelirin yüzde 80’i de ürünlerin yüzde 20’sinden sağlanmaktadır.
- İşimizde ulaştığımız başarının yüzde 80’nini, o iş için harcadığımız zamanın yüzde 20’sinden elde ederiz.
- Yine bir sınıfta yüzde 80 oranındaki gürültüyü, o sınıftaki en yaramaz olan yüzde 20 öğrenci tarafından çıkartılmaktadır. (Öğretmenlerin işini kolaylaştıralım!)
Bu rakam ortalama olduğu ve bu isimle anıldığı için böyledir. Yoksa gerçek hayatta bu sayılanlar 90/10, 75/25, 70/30 ve hatta 5/35 de olabilir. Ama çoğunluğun ortalama rakamları 80/20 civarındadır.
80/20 Kuralını Bilmenin Ne Önemi Var?
Siz de tahmin edersiniz ki, hayat dediğimiz nimet girdiler ve çıktılar üzerine kurguludur. Günlük hayatımızda, sosyal ortamlarda, iş hayatında sayısal verilerin elde edilebileceği her yerde bu kuralın geçerliliğini görmeniz mümkün.
Mesela, sosyal bir çevreniz vardır. Arkadaş gruplarınızda en çok görüştüğünüz arkadaş sayınız, toplam arkadaş sayınızın yüzde 20’si civarındadır. Sırlarınızı bunlarla paylaşırsınız. Ünlü Psikolog Carl Jung’un dediği gibi, bu sayı da “kendiniz olmak için ihtiyaç duyduğunuz başkaları” nın sayısıdır.
İkinci bir faydası şudur ki, olumlu-olumsuz, çıktılara neden olan girdilerin kontrolünü iyi sağlayabilirseniz bu oranı 50/50 gibi bir pozisyona getirirseniz şartları lehinize çevirebilirsiniz. yüzde 20’lik bir “az” ile yüzde 80’lik bir çokluk elde edilmesi mümkünken, bu yüzde 20’yi artırmakla sonuçları lehinize çevirebilirsiniz. Yani Bediüzzaman’ın “şartlar eşit olsa...” dediği nokta burasıdır.
Kazaların şoför hatası sonucu oluştuğu bulgusuna inanıyorsak, o zaman o şoförleri eğitmek kaza sayılarını azaltmak demektir.
Üretim sektöründeyseniz, yüzde 80 oranındaki defolu ürünlerin yüzde 20’lik hatalardan kaynaklandığı ve bunların neler olduğu ortaya çıkarılırsa defo oranları düşecek, kar marjı artacaktır.
Örneğin bir şirketin yüzde 80’lik geliri yüzde 20’lik bir ürün grubundan elde ediliyorsa. yüzde 20’lik gelir elde etmek için ürettiği diğer yüzde 80’lik ürün grubunu tekrar gözden geçirmesini gerektirebilir. Böylece yüzde 80’lik gelir elde ettiği yüzde 20’lik ürün grubuna daha fazla ağırlık verebilir.
Bir öğretmen, sınıftaki yüzde 80 oranındaki gürültünün, o sınıftaki en yaramaz olan yüzde 20 öğrenciden kaynaklandığını biliyorsa, söz konusu yüzde 20’yi disiplin hakimiyetine almasıyla huzuru sağlayabilir.
Günahlarımızın yüzde 80’nini sonuç veren ve ahlaki olmayan (günah) davranışlarımızın hangi yüzde 20’lik eylemlerimizden kaynaklandığını bulursak, bu davranışlarımızı düzeltmekle veya ıslah etmekle daha mübarek insanlar olabiliriz.
Başka ne işe yarasın; hayatımızı işgal eden yüzde 20 oranında işe yaramayan insanları hayatımızdan çıkarmaya, verimsiz elemanınıza yol vermeye, lüzumsuz para harcamaya, lüzumsuz enerji tüketmeye, lüzumsuz vakit geçiren dostlardan kurtulmaya yarayacaktır.
Hayatınızda Haklı ve Nitelikli Azlara Değer Verin
Hayatınızda daima hayati öneme sahip olan yüzde 20’yi arayın. İş hayatınızdaki başarınız, iletişim biçiminiz, ailenizdeki huzurunuz bu yüzde 20’de saklıdır. Mutluluk da burada saklıdır. Modern kapitalist yaşam bize hep çokları dayatıyor. Tamam demokrasi çoğunluk rejimi; ama toplumların niteliğini artırmak gerekiyor. Çünkü niteliksiz çoğunluklara güvenilmez; niteliksizliğin bir önemi yoktur. Sakın aldanmayın; ilk bakışta mantıklı görünse de, niteliksiz kalabalık çevre “kalabalıktan öte gitmeyen” bir yanılsamadır.
Yaşamsal azlar mutluluk adanız olabilir. Okyanusa sahip olmak değil, böyle bir adaya sahip olmak daha doğrudur.
Ayrıca çok çalışmak değil, yerinde, zamanında ve işe yarar yöntemlerle çalışmak, yani çalışma girdilerinizin yüzde 20’lik kısmını doğru seçerseniz yüzde 80’lik bir başarı sizindir. Bazen işiniz başınızdan aşkın ve çok gözüküyorsa, “Yapılmazsa ne olur?” başlığı altında bir liste yapın; göreceksiniz listedekilerin çoğu “yapılmasa da olur“, türünden yani işlerin yüzde 80’nidir.
Daha fazla ve detaylı bilgi için bu konuda size önereceğim kitap Richard Koch’un “The 80/20 Principle (80/20 Kuralı)” kitabıdır. Kitabın Türkçe tercümesi de yapılmıştır.
Bediüzzaman’ın 90/10 Kuralı
Bu konuda Bediüzzaman’ın sosyolojik tespitleri içinde toplumun sürekli olarak yüzde 90’nının masum ve İslami gelenekten geldiğini, olumsuz sosyal değişime girişmek isteyenlerin toplumun inanç dokusunu dikkate almalarını şart koşar. Burada ileri sürdüğü kural, 90/10 kuralıdır.
“Salisen: Size karşı elbette çok cihetlerde dahilî ve haricî muarızlar var. Eğer bu muarızlarınız hakaik-i imaniye namına çıksaydı, birden sizi mağlûp ederdi. Çünkü bu milletin yüzde doksanı, bin seneden beri an'ane-i İslâmiye ile, ruh ve kalb ile bağlanmış. Zahiren muhalifi, fıtratındaki emre itaat cihetiyle serfürû etse de, kalben bağlanmaz.” (Emirdağ Lahikası II, s. 108 Gelenlerle Ne konuşurdu)
Bediüzzaman Pareto’nun içinden geldiği Avrupa medeniyetini “Hazır medeniyet” olarak niteler ve bu medeniyetin insanlığı saadete, mutluluğa götürmede ne kadar aciz kaldığını, ancak yüzde 20’lik kesimi mutlu ederken yüzde 80’lik kesimi mutsuzluğa, kan ve gözyaşına mahkum ettiğini şöyle ifade eder:
"İşte, onun için bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate, şekavete atmış; onunu mümevveh (hayalî) saadete çıkarmış; diğer on'unu da, beyne beyne bırakmış. Saadet odur ki, külle, ya eksere saadet ola. Bu ise, ekall-i kalilindir ki, nev-i beşere rahmet olan Kur'ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. (Sünuhat; Rüyada Bir Hitabe)
Gelelim 10-80-10 Kuralına
80/20 kuralının başka bir deyişi ise 10-80-10 kuralıdır. Aslında normal dağılımda negatif ve pozitif çizgide dağılımın merkezini yüzde 68,2’si oluşturur. Sosyal olaylarda bu rakamlar kesin olarak ifade edilemez.
Bir toplumda/toplulukta 3 grup insan vardır.
Biri yüzde 10’u meleklerdir. Yapısı, tamirci, doğru, candan, ihlaslı ve samimi…
Diğer yüzde 10 ise şeytanlardır; yıkıcı, yok edici, bozguncu ve müvesvis, ehl-i fesad, ehl-i dalalet ve tuğyandırlar.
Büyük oran olan yüzde 80’lik seyirci ana kütle ise “insanlar”dır. Bunlar “Ehl-i tahkik değiller.” (Kaynak: Sikke-i Tasdik-i Gaybî/Risale-i Nur'dan Parlak Fıkralar, s:315) “Kulaklı âmi tabakasıdır.” (Kaynak: Sözler/On Beşinci Söz/On Beşinci Sözün Zeyli s:266)
Bu ana kütle; yüzde 10’lardan hangisi daha kuvvetliyse onlara doğru bir meyil içine kolayca girebilir. Hatta “fesat” grubu olan yüzde 10 büyüyüp de yüzde 80’den “insan” çalarsa son duanızı yapın, demektir.
O halde yüzde 10 olan meleklerin iki işi var;
Biri, yüzde 80’i muhafaza etmek ve şeytanların yüzdesini yüzde 10’dan yüzde 0’a doğru azaltmaktır. Ancak tarih gösteriyor ki, bazı dönemlerde bu yüzde 10’luk kesim azalmıştır. Asr-ı Saadet dönemi buna örnektir. yüzde 10 azalsa da, incelse de kopmaz; vaktini ve saatini bekler; diğeri ise, yüzde 10’nun gafletinden veya vazifesindeki ihmalden doğan boşluğu doldurur ve yüzde 80 ana kütleyi tarafına çekerek gerekli tahribatı yapar.
Bediüzzaman bu istatistiki veri içinde birinci grup olan yüzde 10’luk ehl-i fesatın çoğunluk olan yüzde 90’a galebe etmesinin nedenlerini şu şekilde ifade eder:
“Hem mucib-i taaccüp, hem medar-ı teessüftür ki, ehl-i hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti zayi ettikleri ve ziya' ile mağlûp oldukları halde, ehl-i nifak ve dalâlet, meşrebine zıt olduğu halde ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikati mağlûp ediyorlar. (Kaynak: Kastamonu Lahikası, 111. Mektup)
***
Yüzde 10’luk Azı Desteklemek ve yüzde 10’luk Şerri Engellemek İçin Stratejiler
“Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur'ân'ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kàfile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar. İşte bunlara karşı iki çare var:
Birisi, topuzla o sarhoş yirmisini ayıltmaktır.
İkincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir.”
Ben bakıyorum ki, yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki, o biçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de, bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için, emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, "Acaba nurla beni celb edip topuzla (siyasetle) dövmek mi istiyor?" diye telâş eder. Hem de bazen arızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner.
……
“İşte, o bataklık ise, gafletkârâne ve dalâlet-pîşe olan sefîhâne hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalâletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalâletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar, mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise siyaset cereyanlarıdır. O nurlar ise hakaik-i Kur'âniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adâvet edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. (Kaynak: (13. Mektup 3. Sualiniz e-risale)
***
“Ben kendim mükerreren müşahede etmişim ki, bu zamanda yüzde on ehl-i fesat, yüzde doksan ehl-i salâhatı mağlûp ediyor. Hayretle merak ettim. Tetkik ederek kat'iyen anladım ki, o galebe kuvvetten ve kudretten gelmiyor” deyip bu galebenin kaynaklarını şu şekilde sıralamaktadır:
- Fesattan
- Alçaklıktan
- Tahripten
- Ehl-i hakkın ihtilâfından istifade etmelerinden
- Ehl-i hakkın içlerine ihtilâf atmaktan
- Ehl-i hakkın zaif damarları tutmaktan ve aşılamaktan
- Ehl-i hakkın hissiyat-ı nefsaniyelerini ve ağrâz-ı şahsiyelerini tahrik etmekten
- İnsanın mahiyetinde muzır madenler hükmünde bulunan fena istidatları işlettirmekten
- Şan ve şeref namıyla, riyâkârâne nefsin firavuniyetini okşamaktan
- Vicdansızca tahribatlarından herkesin korkmasından ileri geliyor. (Kaynak: Lem’alar 13. Lem’a, 12. İşaret)
Dikkat ederseniz konu psikolojik veya sosyo-psikolojik alandadır. Tamamen “insan” boyutludur. Burada ortaya çıkan vazife “sadakat, ihlas ve tesanüd sırları içinde olan azlara medet vermektir.”
***
Bunu yaparken; yüzde 10 negatif kesim ile mücadele ederken, zulme düşmemek için dikkat edilmesi gereken prensip:
"Birisinin hatâsıyla başkası mesul olamaz" âyet-i Kur'âniyesi ve "Bir mâsumun hakkı yüz şerir için dahi feda edilemez" gibi düstur-u Kur'âniye gereğince, yüzde on zâlimler yüzünden doksan mâsumlara zarar vermek, hakikî adalete, evâmir-i Kur'âniyeye tamamen zıttır, diye her tarafta neşretmiş ve kendisine zulüm yapılmasına karşı millet-i İslâmiyenin selâmeti için "Ben, değil dünya hayatımı, belki âhiret hayatımı da feda ediyorum" demiş ve demektedir.” (Kaynak: Emirdağ II 119. mektup)
***
İttihad ve Terakki için yaptığı bir değerlendirmede, bir siyasi partinin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini de irdeler ve burada da yine 90/10 kuralını işletir:
“Onların ukde-i hayatiyelerini teşkil eden, mason olmayan ekseri, İttihad ve Terakkidir. Ve sizin şu aşâiriniz kadar ulema ve meşâyih, Jön Türkler meyanında mevcuttur. Vakıa onlarda birtakım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur. Yüzde doksanı sizin gibi mu'tekid müslimlerdir. Ve'l-hükmü li'l-ekser. (Münazarat, 47)
***
Bediüzzaman imani yorumlarda da bu prensibi kullanır. Risale-i Nur’un etkisinin de 90/10 kuralıyla etki büyüklüğünü gösterir:
“O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur'ân-ı Hakîmin mu'cize-i mâneviyesinden neş'et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur'dur.” (Meyve Risalesi)
***
Bu asrın acip bir hassasıdır: Bu asırdaki ehl-i İslâmın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli cânileri de âlicenâbâne affetmesi; ve bir tek haseneyi, binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibâdı mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan, safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiyeye fetva verirler; "Biz buna müstehakız" derler.
Evet, elması bildiği (âhiret ve iman gibi) halde, yalnız zaruret-i kat'iye suretinde şişeyi (dünya ve mal gibi) ona tercih etmek ruhsat-ı şer'iye var. Yoksa, küçük bir ihtiyaçla veya hevesle veya tamâh ve hafif bir korkuyla tercih edilse, eblehâne bir cehalet ve hasârettir, tokata müstehak eder.
Hem âlicenâbâne affetmek ise, yalnız kendine karşı cinayetini affedebilir. Kendi hakkından vazgeçse hakkı var; yoksa başkalarının hukukunu çiğneyen canilere afüvkârâne bakmaya hakkı yoktur, zulme şerik olur.” (Kaynak: Kastamonu Lahikası-19. mektup)
Sonuç: Nitelikli azlara yardım edin!
Öncelikle yüzde 10 tamircileri güçlendirmeye ihtiyaç vardır. yüzde 10 da olsalar, onlar insanlık tarihinin ana damarıdır. Nübüvvet yoludur. Ehl-i beyttir. Kur’an’ın bu zamanda Risale-i Nur üzerinden sunduğu hizmet metodudur. Kendini yüzde 80 içinde görenler, toplumun niteliklerini yükseltmek için Risale-i Nur’u daha çok sahiplenmeliler ve okumalılar. Diğer yandan şerir azlardan (yüzde 10) korunmalı ve neslimizi korurken, yüzde 10 tamircilerin özelliği olarak sayılan “İhlâs ve sadakat ve tesanüd” sıfatlarına sahip olmaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.