Nefsânî arzularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?

Nefsânî arzularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Furkan Suresi 40-44. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

40 . (Ey Resûlüm!) And olsun ki (bu müşrikler), belâ yağmuruna (taşa) tutulan o şehre uğradılar. Peki onu (oradaki helâk alâmetlerini) görmüyorlar mıydı? Hayır! (Onlar) tekrar dirilmeyi ummuyorlardı.

41 . Seni gördükleri zaman, seni ancak alaya alıyorlar da: “Bu mu Allah’ın peygamber olarak gönderdiği?” (diyorlar).

42 . “Eğer (onlara tapmakta) üzerlerine sebât etmeseydik, nerede ise bizi ilâhlarımızdan saptıracaktı!” (derler.) Fakat azâbı gördükleri zaman, yolca daha sapık olanın kim olduğunu ileride bilecekler!

43 . Hevâsını (nefsânî arzularını) kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? O hâlde (vazîfen sâdece tebliğ iken) onun üzerine sen mi vekîl olacaksın? (*)

44 . Yoksa gerçekten onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini veya akıl erdireceklerini mi sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir; hattâ onlar yolca daha sapıktırlar.

(*) “İnsan, cibilliyeti (aslı) ve fıtratı (yaratılışı) hasebiyle (cihetiyle) nefsini sever. Belki evvelen ve bizzat yalnız zâtını sever, başka herşeyi nefsine fedâ eder. Ma‘bûd’a (Allah’a) lâyık bir tarzda nefsini medheder. Ma‘bûd’a lâyık bir tenzîh ile nefsini meâyibden (ayıblardan) tenzîh ve tebrie eder (uzak görür). Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabûl etmez. Nefsine perestiş eder (tapar) tarzında şiddetle müdâfaa eder. Hattâ fıtratında tevdî‘ edilen (emâneten verilen) ve Ma‘bûd-ı Hakîkî’nin (hakîkî ibâdete lâyık olan Allah’ın) hamd ve tesbîhi için ona verilen cihâzât (cihazları) ve isti‘dâdı (kābiliyetleri), kendi nefsine sarf ederek:مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ [Hevâsını (nefsânî arzularını) kendisine ilâh edinen kimse] (âyetinin) sırrına mazhar olur, kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir.” (Sözler, 17. Söz, 85)