Kader, nefsi gururdan kurtarmak içindir
Günün Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Birinci Mebhas
Kader ve cüz-i ihtiyârî İslâmiyetin ve imânın nihayet hududunu gösteren, halî ve vicdânî bir imânın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü'min, her şeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için, cüz-i ihtiyârî önüne çıkıyor; ona "Mesul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemâlât ile mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."
Evet, kader, cüz-i ihtiyârî, İmân ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-i ihtiyârî, adem-i mesuliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imâniyeye girmişler. Yoksa, mütemerrid nüfûs-u emmârenin işledikleri seyyiâtının mesuliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in'âm olunan mehâsinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz-i ihtiyârîye istinat etmek, bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-i ihtiyâriyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî meseleler değildir.
Evet, mânen terakkî etmeyen avâm içinde, kaderin cây-ı istimâli var; fakat, o da mâziyât ve mesâibdedir ki, yeisin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa, maâsî ve istikbâliyâtta değildir ki, sefâhete ve atâlete sebep olsun. Demek, kader meselesi teklif ve mesûliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, imâna girmiş. Cüz-i ihtiyârî, seyyiâta mercî olmak içindir ki akîdeye dahil olmuş; yoksa mehâsine masdar olarak tefer'un etmek için değildir.
Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mesûldür. Çünkü, seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribât nevinden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribât yapabilir. Müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibrit ile bir evi yakmak gibi. Fakat, hasenâtta iftihara hakkı yoktur; onda, onun hakkı pek azdır. Çünkü, hasenâtı isteyen, iktizâ eden rahmet-i İlâhiye ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Suâl ve cevap, dâî ve sebep, ikisi de Hak'tandır. İnsan, yalnız duâ ile, İmân ile, şuur ile, rızâ ile, onlara sahip olur.
Fakat seyyiâtı isteyen, nefs-i insaniyedir-ya istidad ile, ya ihtiyâr ile. Nasıl ki beyaz, güzel güneşin ziyâsından bâzı maddeler, siyahlık ve taaffün alır; o siyahlık onun istidadına âittir. Fakat, o seyyiâtı çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden, yine Hak'tır. Demek, sebebiyet ve suâl, nefistendir ki, mesuliyeti o çeker. Hakka âit olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için, güzeldir, hayırdır.(Sözler, 26. Söz)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ADEM-İ MES'ULİYET : Sorumsuzluk, mes'uliyetsizlik.
AKÎDE : inanç; îmân.
ATÂLET : Boş durma, tenbellik, işsizlik, yılgınlık.
CÂY-I İSTÎMÂL : Kullanma yeri, faydalanma alanı, ciheti.
CÜZ'Î : Azdan olan, parçaya âit olan, pek az, kıymetsiz.
CÜZ-İ İHTİYÂRÎ : Îcaddan mahrum, hak kazanmaktan başka hiçbir şeye gücü yetmeyen az bir arzu serbestliği, cüz'î irâde.
DÂÎ : Duâ eden, duâcı, sebep, illet; çağıran.
FİİL : İş, amel, oluş, hareket.
HİKMET : Felsefe, ilim; gayeli olma, faydalılık.
HÜZN : (Hüzün) Gamlı olmak. Keder Sıkıntı.
İCAD : Yoktan yaratmak.
İFTİHÂR : Övünme; başkasının iyi bir hâli ile sevinme.
İHTİYÂR : İrâde, kendi isteğiyle seçme ve hareket etme, isteme; arzu etme.
İN'AM : Nîmet vermek, ihsan etmek.
İSTİDÂT : Kabiliyet, yetenek, meziyetler.
KADER : Allah'ın kâinatta olmuş ve olacak herşeyin vasıflarını, özelliklerini ve sâir geleceğini ezelden bilip, Levh-i Mahfuzunda takdir ve yazması; takdir-i İlâhî; ezelî kısmet; tali', baht, şans.
KEMÂLÂT : Olgunluklar, mükemmellikler, faziletler.
KESB-İ İSTİHKAK : Hak kazanma, lâyık olma, müstehak olma.
KUDRET-İ RABBÂNİYE : Herşeyi terbiye ve idâre eden Allah'ın sonsuz kudreti.
MAÂSİ : Günâh ve isyanlar.
MAĞRUR : Gururlu, kibirli.
MASDAR : Kaynak, bir şeyin çıktığı yer.
MÂZİYÂT : Geçmişler, geçen zamanlar, geçmişe âit şeyler.
MEHÂSİN : Güzellikler, iyilikler, iyi ahlâklar, insana verilen hüsün ve cemâl.
MERÂTİB : Mertebeler, dereceler.
MES'ULİYET : Sorumluluk.
MESÂİB : Musibetler, felâketler, sıkıntılar.
MESÂİL-İ ÎMÂNİYE : İmânî meseleler.
MESÂLİH : Maslahatlar, işler, faydalar, maksatlar.
MÜ'MİN : Allah'a ve emirlerine îmân eden, inanan.
MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan.
MÜTEMERRİD : İnatçı, dik kafalı, hakkı kabul etmekte direnen.
NAZARÎ : Nazara ve düşünceye âit, yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş halde bulunan bilgi.
NEV'Î : Nev'e ait, çeşit ile alâkalı.
NÜFÛS-U EMMÂRE : Kötülüğü emreden nefisler.
SEYYİÂT : Kötülükler, günahlar, suçlar.
SEYYİE : Kötülük, günah, suç, fenalık.
SUDÛR : Çıkma, meydana gelme, sâdır olma.
ŞUUR : Anlayış, idrâk, bilme, farkına varma.
TAAFFÜN : Kokuşma, bozulma, çürüme.
TAZAMMUN : İçinde bulundurma, içine alma, ihtivâ etme, muhît olma.
TEFER'UN : Firavunlaşma. Zalimlik yapma.
TEKLİF : Vazifelendirme, sorumlu tutma.
TERAKKÎ : Yükselme, ilerleme.
VİCDÂNÎ : Vicdanla, kalbî his ile ilgili, vicdana âit.
YEİS : Ümitsizlik.