Senin Rububiyetin her şeye yetişir
Günün Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Ey Fâtır-ı Kadîr! Ey Fettâh-ı Allâm! Ey Fa'âl-i Hallâk!
Nasıl arz, bütün sekenesiyle Hâlıkının Vâcibü'l-Vücud olduğuna şehâdet eder, öyle de, Senin-Ey Vâhid-i Ehad! Ey Hannân-ı Mennân! Ey Vehhâb-ı Rezzâk! vahdetine ve ehadiyetine, yüzündeki sikkesiyle ve sekenesinin yüzlerindeki sikkeleriyle ve birlik ve beraberlik ve birbiri içine girmek ve birbirine yardım etmek ve onlara bakan rubûbiyet isimlerinin ve fiillerinin bir olmak cihetinde, bedâhet derecesinde Senin vahdetine ve ehadetiyetine şehâdet, belki mevcudât adedince şehâdetler eder.
Hem nasıl zemin, bir ordugâh, bir meşher, bir tâlimgâh vaziyetiyle ve nebâtât ve hayvanât fırkalarında bulunan dört yüz bin muhtelif milletlerin ayrı ayrı cihazâtları muntazaman verilmesiyle, Senin rubûbiyetinin haşmetine ve kudretinin her şeye yetişmesine delâlet eder.
Öyle de, hadsiz bütün zîhayatın ayrı ayrı rızıkları, vakti vaktine, kuru ve basit bir topraktan, rahîmâne, kerîmâne verilmesiyle ve hadsiz o efrâdın kemâl-i musahhariyetle evâmir-i Rabbâniyeye itaatleri, rahmetinin her şeye şümûlünü ve hâkimiyetinin her şeye ihâtasını gösteriyor.
Hem, zeminde değişmekte bulunan mahlûkât kâfilelerinin sevk ve idâreleri, mevt ve hayat münâvebeleri ve hayvan ve nebâtâtın idâre ve tedbîrleri dahi, her şeye taallûk eden bir ilimle ve herşeyde hükmeden nihayetsiz bir hikmetle olabilmesi, Senin ihâta-i ilmine ve hikmetine delâlet eder.
Hem, zeminde kısa bir zamanda hadsiz vazifeler gören ve hadsiz bir zaman yaşayacak gibi istidat ve mânevî cihazât ile teçhiz edilen ve zemin mevcudâtına tasarruf eden insan için, bu tâlimgâh-ı dünyada ve bu muvakkat ordugâh-ı zeminde ve bu muvakkat meşherde, bu kadar ehemmiyet, bu hadsiz masraf, bu nihayetsiz tecelliyât-ı Rubûbiyet, bu hadsiz hitâbât-ı Sübhâniye ve bu gâyetsiz ihsanât-ı İlâhiye, elbette ve herhalde, bu kısacık ve hüzünlü ömre ve bu karışık kederli hayata, bu belâlı ve fânî dünyaya sığışmaz. Belki, ancak, başka ve ebedî bir ömür ve bâkî bir dâr-ı saadet için olabildiği cihetinden, âlem-i bekâda bulunan ihsanât-ı uhreviyeye işaret, belki şehâdet eder.
Ey Hâlık-ı Küll-i Şey!
Zeminin bütün mahlûkâtı, Senin mülkünde, Senin arzında, Senin havl ve kuvvetin ile ve Senin kudretin ve irâdetin ile ve ilmin ve hikmetin ile idâre olunuyorlar ve musahhardırlar.
Ve zemin yüzünde faaliyeti müşâhede edilen bir Rubûbiyet, öyle ihâta ve şümûl gösteriyor ve Onun idâresi ve tedbîri ve terbiyesi öyle mükemmel ve öyle hassastır ve her taraftaki icraatı öyle birlik ve beraberlik ve benzemeklik içindedir ki, tecezzî kabul etmeyen bir küll ve inkısâmı imkânsız bulunan bir küllî hükmünde bir tasarruf, bir Rubûbiyet olduğunu bildiriyor.
Hem zemin, bütün sekenesiyle beraber, lisân-ı kâlden daha zâhir hadsiz lisânlarla Hâlıkını takdîs ve tesbih ve nihayetsiz nîmetlerinin lisân-ı halleriyle Rezzâk-ı Zülcelâlinin hamd ve medh ü senâsını ediyorlar.
Ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyâsından istitâr etmiş olan Zât-ı Akdes! Zeminin bütün takdîsât ve tesbihâtıyla, Seni kusurdan, aczden, şerikten takdîs ve bütün tahmîdât ve senâlarıyla Sana hamd ve şükrederim. (Lemalar, Münacat)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ÂLEM-İ BÂKÎ : sonsuz olan âlem.
ARZ : Yer, dünya; sunma, takdim etme.
AZAMET-İ KİBRİYÂ : Kibirliliğin büyüklüğü.
BEDÂHET : Açıklık. Belli, açık.
CİHÂZÂT : Cihazlar, maddî-mânevî âletler, lüzumlu edevât.
DELÂLET : Delil olmak, yol göstermek, doğru yolu bulmakta insanlara yardım etmek.
EFRÂD : Fertler, şahıslar.
EHADİYET : Allah'ın yarattığı herşeyin yanında Zâtıyla, sıfatlarıyla ve isimleriyle bulunarak birliğini göstermesi.
EVÂMİR-İ RABBÂNÎ : Allah'ın terbiye ve idare eden kanunları.
FA'ÂL-İ HALLAK : Herşeyi en güzel bir şekilde yaratan, her zaman farklı bir işte olan Allah.
FÂTIR-I KADÎR : Herşeye gücü yeten ve herşeyi benzersiz bir şekilde yaratan Cenab-ı Hak..
FETTÂH-I ALLÂM : Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve herşeye ayrı ayrı sûretler veren.
FIRKA : Grup, parti, topluluk, tümen.
HADSİZ : Sınırsız, sonsuz.
HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.
HÁLIK-I KÜLL-İ ŞEY : Her şeyin yaratıcısı olan Allah.
HAMD : Allah'a hamd etme; Onu övme,medhetme, şükür.
HANNÂN-I MENNÂN : Merhamet ve ihsanı bol olan Allah.
HAVL : Güç, kuvvet
HİTÂBÂT-I SÜBHÂNİYE : Allah'ın, kusursuz ve noksansız konuşması.
İHÂTA : İçine alma; tam kavrama; kuşatmak.
İHÂTA-İ İLM : İlmin kuşatması.
İHSANÂT-I UHREVİYE : Âhiretteki iyilikler, bağışlar.
İNKISAM : Kısımlara ayrılma, bölümler.
İRÂDE : İsteme, arzu etme, bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç.
İSTİDÂT : Kabiliyet, yetenek.
İSTİTAR : Gizlenme, setredilme.
İTAAT : Söz dinleme.
KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.
LİSÂN-I KAL : Konuşma, anlatma dili.
MAHLÛKÁT : Yaratılmışlar. Varlıklar.
MEŞHER : Sergi, fuar.
MEVT : Ölüm; hayatın sona ermesi.
MUHTELİF : Çeşitli. Farklı.
MUNTAZAMAN : Düzenli olarak.
MUSAHHARİYET : Musahhar oluş, emre boyun eğdirme.
MUVAKKAT : Geçici; kısa bir zaman, vakitli, fâni.
MÜNÂVEBE : Nöbetle iş görmek, nöbetleşmek.
MÜŞÂHEDE : Görme, seyretme, şâhit olma.
NEBÂTÂT : Bitkiler.
REZZÂK-I ZÜLCELÂL : Herbirvarlığın rızkını veren büyüklük sâhibi Cenâb-ı Hak.
RUBÛBİYET : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı.
SEKENE : Sâkinler, kalanlar, oturanlar, meksûn olanlar.
SİKKE : Damga; nereye ve kime âit olduğunun bilinmesi için konulan mühür.
ŞERİK : Ortak, rakip.
ŞİDDET-İ ZUHUR : Şiddetli görünme.
ŞÜMÛL : Kaplamak, içine almak.
TAALLÛK : münâsebet; alâkalı oluş; âit olma.
TAHMÎDÂT : Tahmidler, Allah'ı övüp hamdetmeler, #Elhamdülillâh# demeler.
TAKDÎS : Mukaddes bilme. Allah'ı noksan ve kusurlardan pâk ve yüce kabul etmek.
TÂLİMGÂH : Eğitim yeri.
TASARRUF : Birşeyin sahibi olup, idâre etme, mülkünü istediği gibi kullanma.
TECEZZÎ : Bölünme, parçalanma.
TEÇHİZ : Donatma. Cihazlandırma.
VÂCİBÜ'L-VÜCUD : Varlığı zarurî ve şart olan, varlığı gerekli olan ve yokluğu düşünülemeyen, varlığı zâtî, ezelî, ebedî olan; varlığı, vücud tabakalarının en sağlamı, en kuvvvetlisi, en esaslısı ve en mükemmeli olan.
VAHDET : Birlik.
VÂHİD-İ EHAD : Bir olan ve birliği her bir şeyde tecellî eden Allah.
VEHHÂB-I REZZÂK : Bol bol rızık veren ve çok ihsanda bulunan Allah.
ZÎHAYAT : Hayat sahibi, canlılar.