21.Mektup incelemesi ve anne-baba hakkı

21.Mektup incelemesi ve anne-baba hakkı

Yirmi Birinci Mektup yaşlı anne-baba ve yakınların hukuku ile ilgilidir

Risale Haber-Haber Merkezi

Kadir Aytar'ın yazısı:

Yirmi Birinci Mektup incelemesi ve anne-baba hakkı

Yirmi Birinci Mektup yaşlı anne-baba ve yakınların hukuku ile ilgilidir. Bediüzzaman’ın “ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o hukuklarına tam riayet etmiş olan ahiret kardeşlerinden Mustafa Çavuş’un” bu hali, kendisine çok tesir etmiş olmalı ki, belki de bu zat, böyle güzel ve şefkatli bir mektubun yazılmasına vesile olmuştur. 

Bediüzzaman konuya İsrâ sûresinin, 23-25. ayetleriyle girer. Ayette yanınızda ihtiyarlık çağına erişecek olan anne-babaya “sakın öf bile deme onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger.” emredilir. Bu bir teklif, bir rica veya bir tavsiye değildir, eğilip bükülemeyecek derecede kesinlik arz eden bir emirdir. Allah’ın emirleri de bilindiği üzere farzdır. Belki siz unutmuş ve gaflete dalmış olabilirsiniz, bundan dolayı da hatırlayamayabilirsiniz diye Rabbimiz bir de hatırlatma yapar: “Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.” Yani “bir back-raund yapın, geriye doğru bir dönüp bakın” der, ardından; “Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır." açıklamasında bulunur, ihtiyar anne-babayı incitmeden hoşnut etmenin salih amellerden olduğunu, Kendisine yönelmiş olan böyle salih kimseleri de bağışlayacağını belirtir.   

Dinimiz, anne-babaya İslamiyet dairesinde itaatsizliği, isyanı ve kötü muameleyi yedi büyük günahlardan birisi olarak sayar. Bu nedenle Bediüzzaman yukarıdaki ayetlere dayanarak; “peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatlerini” dünyanın “en yüksek hakikati”, karşılık olarak da hürmet edilmesini “en âlî hukuk” olarak görür. İnsanlıktan çıkmamış ve canavarlaşmamış her bir evlat, kendisi için hayatlarını feda eden o muhterem, sadık ve fedakar anne-babasına halisane hürmet, samimanehizmet, rızalarını tahsil ve kalplerini hoşnut etmek zorundadır. Bu zaten Allah’ın kesin emridir yani farz olan bir ibadettir.

Bediüzzaman toplumu şefkatle kucaklar. Sadece anne-babayla sınırlamaz.“… akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mande veya âciz, alîl bir şahıs bulunan gafil!” diye hitapla başlar. Burada gafil kelimesini; şefkat, merhamet ve hürmet duygularının üzeri örtülmüş şeklinde anlamak lazım. Farkına varmamak da var işin içinde. Bediüzzaman böyle bir hitapla örtünün farkına vardırır ve “bir an önce üzerinizden, aklınızdan ve kalbinizden sıyırıp atın” demek ister. Kendilerine bakacak bir evladı veya başka bir kimsesi olmayan akrabalara ve iman kardeşlerine de sahip çıkılmasını da ister. Bunun yanında hala ve amcanın baba, dayı ve teyzenin de anne hükmünde olduğunu belirterek onların yakınlık derecesini artırır, anne-baba muamelesi yapılmasını tenbihler.

Son zamanlarda huzurevi ve yaşlı bakım evlerinin hızla yaygınlaşmasına bakacak olursak Bediüzzaman’ın “gafil” damgasını vurduğu gençlerin sayılarının bir hayli artış gösterdiği anlaşılır. Görüldüğü üzere, aile ve akrabalık bağlarının zayıflaması, batı toplumlarında olduğu gibi insanları yalnızlaştırmakta ve bencil bir hayat tarzını seçmelerine sebep olmaktadır.

Yaşlılarına sahip çıkmayan, gerekli ilgi ve hürmeti göstermeyen bir toplumun çok da mutlu olabileceği söylenemez. Mutsuz insanlar kolaylıkla veya en ufak bir zorlanmada zalimleşebilirler veya canavarlaşabilirler, dolayısı ile o mübareklerin bir an önce ölmeleri için vicdansızca ve alçakça bir arzu duyabilirler. Bu ise onlar için ne kadar da çirkin bir zulümdür.
 
Bencil insan hep kendisini düşünür. Fedakarlığın ne olduğunu bilmez. Bilse bile bencilliği ve enaniyeti ona unutturur. Hayatlarını kendisi için gözlerini bile kırpmadan feda eden anne-babasının bu fedakarlıklarını görmezden gelir, vicdansızca davranır.
 
Evladı bu davranış biçimine iten en önemli sebeplerinden birisi; geçim darlığıdır. Adım atmanın bile para ile olduğu bilinen şehir hayatının yoruculuğu, harcamaya dayalı ekonomi ve karşılanması imkansız ihtiyaçlar listesi karşısında, manevi değerleri yıpranmış kişilerin küçük hesaplara gireceği, yaşlı anne-babanın emekli maaşı gibi bir geliri de yoksa birer fazlalık olarak görecekleri, onların bereket direği, rahmet vesilesi, musibet ve belaların uzaklaştırıcısı oldukları inceliğini asla göremeyecekleri muhakkaktır.
 
İnsan her ne kadar yeryüzüne hükmetmeye çalışsa da esas hükmeden ve icraatı yapan Allah’tır. O ikram sahibidir, Rahim’dir, Kerim’dir. Dünyaya gönderdiği ve şefkatli anne-babasının ellerine teslim ettiği, son derece zayıf ve güçsüz bebeğin besleneceği sütü de hazır etmektedir. Güçsüz ve zayıflara bu kadar açık bir şekilde merhamet ve ikramda bulunan Allah’ın, elbette anne sütü gibi sırf bereket olan yaşlıların da rızıklarını da çalışan genç ve güçlü evlatlarının maaşlarından veya diğer gelirlerinden bereket suretinde sağdırmaması ve beslememesi mümkün değildir. 
 
Bediüzzaman On İkinci Lem’a’da rızkın iktidar ile ters orantılı olduğunu, ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum olan yavruların daha iyi beslendiklerini söyler: (s.67) “Rızk-ı helâl iktidar ile alınmadığına, belki iftikàra binâen verildiğine delil-i katî, iktidarsız yavruların hüsn ü maîşeti ve muktedir canavarların dîyk-ı maîşeti, hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maîşetle vücudca zayıflığıdır. Demek, rızık iktidar ve ihtiyâr ile ma’kûsen mütenâsibdir; ne derece iktidar ve ihtiyârına güvense, o derece derd-i maîşete mübtelâ olur.” (Sözler, 65)
 
İnsanlardan kimisi kendine güvenip ve gurura kapılıp geldiği konuma “tırnaklarımla kazıyarak kendim geldim” diyebilir. Böyle kişilere öncelikle; “Kazımakta kullandığın tırnak kimin?” ardından; “Aklın, kabiliyetlerin, sağlığın, vücudun ve dünya kimin? diye sormak gerekir. Elbette hepsi de Allah’ın. İnsanın sermayesi, Kader Risalesi’nde de dendiği gibi “cüz’î bir cüz’î ihtiyari”den başka bir şey değildir. Onu da insana veren yine Allah’tır. Böyle gururlanan bir genci, Allah isteseydi, taş, toprak ve ot olarak veya hiçbir iş göremeyen yatalak ve akılsız bir insan olarak da yaratabilirdi. Bunlar hep imkan dahilindedir ve bir takdire bakar. O zaman o güzelim tırnaklarını nasıl kullanabilecekti bir düşünsün bakalım.
 
Bediüzzaman, bereketi bizlere somut bir şeklide anlatmak için evine misafir olarak gelen kedilerden örnek veriyor. Tayın mikdarının kediler gelmeden önceki ve sonraki durumunu karşılaştırıyor. Tek başına tükettiği ve çoğu zaman da yetmeyen yarım ekmeğin dört kedi ile birlikte yeterli hale gelişini "Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir." (Ankebut Sûresi, 29: 60) ayetine dayanarak anlatıyor ve onların bereketiyle kendisinin de doymaya başladığını belirtiyor. Ardından ellerinde gençlik ve sağlık nimeti bulunan ve geçim darlığını bahane olarak öne süren insanları insafa davet ediyor: Hanende bulunan; “Mahlûkatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyân aceze, alîl ihtiyareler; ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyade lâyık ve müstehak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib olan peder ve valide”ler canavar suretindeki hayvanlardan daha çok berekete ve rahmete vesile olduklarını,"Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti" (İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, s. 341) hadis-i şerifi ile destekleyerek dile getiriyor.

İnsanın başına binlerce musibet ve belanın gelmesi imkan dahilindedir ve bunu da hiç kimse inkar edemez. Bir iyilik gördüklerinde ağızlarından samimi ve ihlaslı dualarını eksik etmeyen nur yüzlü ihtiyarların o güzel dualarını almanın, bu gelmesi muhtemel musibet ve belaların önüne set çektiğini Peygamberimiz haber veriyor. Biz farkında değiliz ama tusunami dalgası kadar şiddetli olan musibet ve belaların çoğundan korunuyor olmamızı yaşlılarımıza borçlu olduğumuzu da burada ifade etmek gerekir.
 
Bediüzzaman, akıbeti göstermek suretiyle; “İşte, ey insan, aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın.” der, anne-babana hürmet etmezsen senin evladın da sana hürmet etmeyecek ve “el-cezaü min cinsi’l-amel” sırrıyla aynı cezaya sen de çarptırılacaksın uyarısında bulunur. 
 
Bir evladın hem dünyasını, hem de ahiretini kazanması için en büyük define anne-babasının rızalarını tahsil eylemesidir. Çok hassas olan kalplerini rencide etmek bu defineyi kaybetmek anlamına gelir.
 
Burada yeri gelmişken Hz. Musa’nın bir kıssasından bahsetmek konumuza bir mikdar ışık tutacaktır:
 
“Musa Aleyhisselam cennetteki komşusunu merak eder ve Allah'tan kim olacağını bildirmesini ister. Allah (C. C.) da; ‘Ey Musa, senin cenneteki komşun falan yerdeki kasaptır.’der. Musa Aleyhisselam doğruca o kasabı bulur ve kendisine misafir olmak istediğini söyler. Kasap Hz. Musa'yı evine misafir eder. Yemek vakti geldiği zaman kasap Hz. Musa'ya: ‘Siz buyurun, benim bir vazifem var, diyerek kalkar, tavanda asılı olan zenbili (sepeti) indirir. Orada küçücük bir canlı bulunmaktadır. Pişirdiği eti ona yedirir.’ Sonra Musa Aleyhisselam'ın yanına gelir. Hz. Musa meseleyi sorar. Kasap da der ki: ‘O zenbildeki, benim annemdir. Kendisi hastadır. Ben her akşam gelir onun hizmetini yapar, altını temizlerim. Fareler zarar vermesin diye giderken yukarı kaldırırım. Belki karım anneme bakmaz diye de evlenmedim. Hizmetini sadece kendim yapıyorum. O da bana hep 'Ya Rabbi benim bu oğlumu cennette Musa’ya komşu eyle’ diye dua eder. Bunun üzerine Hz. Musa kendisini tanıtır ve Allah'ın kendisine bildirdiği hususu açıklar. Kasap da sevinir.” (Ali Eren-Dini Hikayeler)
 
Kıssada hem yaşlı anne-babanın nasıl dua etmesi gerektiği, hem de evlatların nasıl hizmet etmeleri gerektiği öğütleniyor. Demek ki, Hz. Musa’nın ümmeti nasıl kendi peygamberine komşu olmak için dua ediyorsa, Hz. Muhammed’in ümmetinin de kendi peygamberine öyle dua edecektir; evlat da anne-babasına aynı şekilde hizmet edecektir anlamı çıkmaktadır. Görüleceği üzere anne-babasını hoşnut eden evlat Hz. Peygambere cennette komşu olmak gibi büyük bir makama mahzar olacağı müjdelenmektedir.
 
Bediüzzaman ahiret kardeşi Mustafa Çavuş’un hem dininde hem de dünyasında muvaffak oluşunun sırrını anlıyor ve herkesi, yani bahtiyar olmak isteyenleri, ihtiyar anne-babasının yüzünden rahat bulan bu kardeşine benzemeye davet ediyor.

Peygamber Efendimiz; “Cennet annelerin ayakları altındadır.” buyururken, Bediüzzaman da; “cennet ucuz değil” derken, ayetlerdeki tehditleri de hesba katarak yaşlılarla ilgilenmenin, onların hukuklarına riayet etmenin zorluklarına ve zahmetsiz rahmet olmayacağına dikkat çekmek istemektedirler.

32. Söz’de de anne-babaya hürmet ve muhabbetin, “Cenâb-ı Hakkın muhabbeti”ne âit olduğu belirtilir:
“Hem, peder ve vâlideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesâbına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine âittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyâde muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın "Öf" bile deme. (İsrâ Sûresi: 23.) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate, evlâdı dâvet etmesi, Kur’ân’ın nazarında vâlideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukùkları ne derece çirkin olduğunu gösterir.” (Sözler, s.583)

Allah’ın “Benim için” dediği bir başka ibdet de oruçtur. Peygamberimiz bir hadisinde; “Cenab-ı Allah’ın, … oruç sırf Benim rızam için tutulmuştur, Bana aittir. O zevkleri ve yemesini Benim için bırakır.” (İbni Mâce, Sıyam: 1) dediğini belirtmektedir. Böylece anne-babaya hürmet ve muhabbetin de oruç gibi sevabını ancak kişinin ihlas ve samimiyetine göre Allah’ın takdir edeceği çok faziletli bir ibadetlerden sayıldığını söylemek mümkündür.

Bunca faziletli bir iş olan yaşlı anne-babaya, akrabaya ve iman ehline sahip çıkmak her müminin borcudur. Hem dünyasını, hem de ahiretini emniyet altına almak isteyenler, bu borca çok iyi sahip çıkmakla ancak muvaffak olabilirler.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.