Risale-i Nur'un kerametli üç Risalesi...

Risale-i Nur'un kerametli üç Risalesi...

Günün Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Bütün nimetleri ihsan eden Allah’a hamd olsun.

Risale-i Nur’un silsile-i kerâmâtından Mu’cizat-ı Ahmediye ve kerametli Yirmi Dokuzuncu Söz ve İşârâtü’l-İ’câz’ın himayetkârâne ve mu’cizâne yeni bir kerametleri şudur ki:

Bu Ramazan-ı Şerifin başında doktorun ihbarıyla ve kuvvetli emarelerin delâletiyle ve birden hararet kırk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemekten gelen şiddetli hastalık hengâmında, kardeşimiz Âtıf’ın habbe gibi hâdisesini, hariç valiler kubbe yaparak, buranın hem adliye, hem zabıta, hem vilâyete şifrelerle Risale-i Nur aleyhine sevk edildiği aynı zamanda, iki saat evvel, Mu’cizat ı Ahmediye İstanbul’dan koşup imdada gelmiş.

Masada iken, Yirmi Dokuzuncu Söz ve kerametli İşârâtü’l-İ’câz, Tosya kasabasından imdada gelmiş gibi, aynı vakitte yaldızlı ciltleriyle masa üzerinde dururken, onların müsadere endişesi ve elliden ziyade sair risalelerin de namazsız ellerin zaptına geçmek ihtimali ve şiddetli hastalığın konuşturmamak vaziyetiyle beraber, Risale-i Nur’un o üç kerametli risaleleri, öyle harika bir himayet ve muhafazaya vesile ve o zehirlendirmeye panzehir ve tiryak oldu ki, bu hale muttali olan bizler, şimdi de hayretteyiz.

Güya hiçbir hastalık yokmuş gibi, gayet kuvvetli, hem şiddetli tokatlar vurarak, o düşmanlık vaziyeti dostluğa çevrildi.

Hem adliyenin büyük memurları ve taharri komiserleri, şiddetli taharri ve müsadere için geldikleri halde, elliden ziyade kitaplardan hiçbirine el uzatmadan, yalnız o risalelerin kerametlerini kısmen dinleyerek onların mânevî himayeti altında muhafaza edildi. Yalnız Müdâfaat ve On Altıncı Mektup ve Ramazaniye Risalesini mütalâa etmek için biz verdik.

Üçüncü günde, daha şiddetli arama ve taharri etmek, zabıtanın siyasî komiseri bir taharri komiseriyle geldiği vakitten iki üç saat evvel, üç kerametli risalelerin kumandasında bütün risaleler, kendilerini ellere vermemek için ortada görünmediler. Bütün iki saat o taharri neticesinde, Ankara’dan gelen bir Ramazan tebrikiyle, bir Ramazaniye Risalesini elde ettiler. Mütalâadan sonra iade etmek vaadiyle aldılar.

Bütün bu hâlât, yüksekte duran Mu’cizatlı Kur’ân-ı Azîmüşşanla beraber, i’câzlı Hizb-i Kur’ânînin nüshaları ve Hizb-i Nurînin risaleleri, bu harika vaziyeti gösterdiler.

Cenâb-ı Hakka, onların hurufatı adedince ve şehr-i Ramazan’ın dakikalarının âşireleri sayısınca hamd ü senâ ediyoruz. Elhamdü lillâhi alâ külli hâl.

Hem hastalıktan gelen teessür ve Âtıf’ın hâdisesiyle kalbime gelen teellüm ve onlara acımak ve Isparta’ya sirayet etmek endişesinden neş’et eden sıkıntı ve bu mübarek şehirde Risale-i Nur’un (Gizliden gizliye yanıp aydınlanıyor.) perdesi altına girmesi ve üçüncü günde, o iki taharriden sonra, akşama kadar gelen ve gidenlerin mütemadiyen tarassut edilmesi ve Emin’in hanesi de birşey bulunmadan taharri edilmesi cihetiyle ziyade muztarip ve müteellim iken, Cenab-ı Erhamürrâhimînin rahmetiyle, şimdiye kadar devam eden inâyet-i İlâhiye himayeti ve rıza, teslim, tevekkül ve ihlâsın verdikleri teselli, bütün o müz’iç şeyleri akîm bıraktı. Kemâl-i ferah ve istirahatle “Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler” deyip, kemâl-i teslimiyetle müsterih olduk. Siz de öyle olunuz, fütur getirmeyiniz.

Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ederiz.

Hastalık devam ediyor, fakat tahammül haricinde değil. O musibet de, Risale i Nur’un parlak neşriyatına tevakkuf vermemek içindi. (Kastamonu Lahikası, 171. Mektup)

Kardeşiniz

Bediüzzaman Said Nursi

LÜGAT:

Akîm : Neticesiz, Sonuçsuz
Âşire : Saatin Dakika Ve Saniye Gibi On Birim Küçüğü Olan Zaman Dilimi
Cenâb-I Erhamürrâhimîn : Merhametlilerin En Merhametlisi Olan Şeref Ve Azamet Sahibi Yüce Allah
Delâlet : Delil Olma, İşaret Etme
Elhamdü Lillâhi Alâ Külli Hal : Her Hal İçin Allah’a Hamd Olsun
Emare : Belirti, İşaret
Fütur : Usanç, Gevşeklik
Habbeyi Kubbe Yapmak : Bir Şeyi Olduğundan Büyük Göstermek, Çok Abartmak
Hâlât : Haller, Durumlar
Hamd Ü Senâ : Şükür Ve Övgü
Hane : Ev
Hengâm : Ân, Zaman
Himayet : Koruma
Himayetkârâne : Himaye Ederek, Koruyarak
Hurufat : Harfler
İ’câzlı : Bir Benzerini Yapmakta Başkalarını Aciz Bırakacak Şekilde, Mu’cizeli
İhbar : Haber Verme
İhlâs : İbadet Ve Davranışlarda Sadece Allah’ın Rızasını Gözetme; Samimiyet
İmdad : Yardım
İnâyet-İ İlâhiye : Allah’ın İnâyeti, Yardımı
İşârâtü’l-İ’câz : Kur’ân’ın Mucizeliğine Dair Yazılan Risale-İ Nur’dan Bir Eser
Kemâl-İ Ferah Ve İstirahat : Tam Bir Rahat Ve Huzur
Kemâl-İ Teslimiyet : Tam Bir Teslimiyet
Keramet : Allah’ın Bir İkramı Olarak Görünen Olağanüstü Hal Ve Fiil
Mevlâ : Efendi, Koruyucu, Sahip, Allah
Mu’cizâne : Mu’cizeli Bir Şekilde, Benzerini Yapmaktan İnsanları Aciz Bırakacak Şekilde
Mu’cizât-I Ahmediye : Peygamber Efendimizin (A.S.M.) Gösterdiği Mu’cizeler; On Dokuzuncu Mektup
Mu’cizatlı Kur’ân-I Azîmüşşan : İçinde Mu’cizeler Bulunan, Şan Ve Şerefi Yüce Olan Kur’ân
Muhafaza : Koruma
Musibet : Belâ, Felaket, Sıkıntı
Muttali : Bilme
Muztarip : Izdıraplı, Acı Duyan
Mübarek : Mukaddes, Hayırlı
Müdâfaat : Savunmalar; Yirmi Yedinci Ve Otuz Birinci Lem’a’lar
Müsadere : Bir Kimsenin Malına Devlet Tarafından El Konulması
Müsterih : Rahatlama
Mütalâa : Dikkatle Okuma, İnceleme
Mütalâa Etme : Dikkatle Okuma, İnceleme
Müteellim : Elem Çeken, Acı Duyan
Mütemadiyen : Sürekli Olarak
Müz’iç : Sıkıntı Veren
Neş’et Eden : Doğan, Meydana Gelen
Neşriyat : Yayma, Yayın
Nüsha : Kopya
Panzehir : Zehire Karşı İlâç
Rahmet : Şefkat, Merhamet Ve İhsan
Ramazaniye Risalesi : Yirmi Dokuzuncu Mektup İkinci Risale Olan İkinci Kısım
Rıza : Memnuniyet
Risale : Küçük Çaplı Kitap; Risale-İ Nur’un Her Bir Bölümü
Sair : Diğer, Başka
Silsile-İ Kerâmât : Kerâmetler Zinciri
Sirayet : Bulaşma
Şehr-İ Ramazan : Ramazan Ayı
Taharrî : Araştırma, İnceleme
Tarassut : Gözetim Altında Tutma
Tebeyyün Eden : Belli Olan, Ortaya Çıkan
Teellüm : Kederlenme, Üzüntü
Teessür : Üzüntü
Tevakkuf : Durma, Duraklama
Tevekkül : Allah’a Güvenme Ve Onu Vekil Kabul Etme
Tiryak : Derman, İlaç
Umum : Bütün
Vaad : Söz Verme
Vilâyet : İl
Zabıta : Polis
Zapt : Koruma, Kayıt
Ziyade : Çok, Fazla