Kişiliği anne, karakteri baba oluşturur
Güneş, ”kişilik ve karakter gelişiminde doğru bilinen yanlışlar”ı anlattı
Ekrem Altıntepe’nin röportajı:
Uzman Pedagog Adem Güneş:
“Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar”, “Annelik Sanatı”, “Çocukluk Sırrı” gibi bir çok kitaba imza atan Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Uzman Pedagog Adem Güneş, aynı adla hazırladığımız kapak konumuzun ”kişilik ve karakter gelişiminde doğru bilinen yanlışlar” konusunda verdiği bilgilerle anne-babalara yeni ufuklar çiziyor.
Çocukta kişilik gelişiminde annenin, karakter oluşumunda ise babanın etkili olduğuna vurgu yapan Güneş, bu konuda ayrıca ruhsal iletişimin etkisine dikkat çekiyor.
Çocukla girilecek bir mücadelenin çok büyük bir hata olacağını ifade eden Güneş, çocuğun baskıyla kontrol altına alınmak istenmesinin yerine onun benliğinin güçlendirilmesinin daha doğru bir davranış olacağını kaydediyor.
Güneş, ”kişilik ve karakter gelişiminde doğru bilinen yanlışlar” üzerine yaptığımız söyleşide çok önemli konulara vurgu yapıyor.
Çocukta kişilik ve karakter gelişimi deyince ne anlamamız gerekir?
Kişilik; doğuştan ve sonradan kazanılan, kişinin daha çok duygu dünyasını ifade eden, duygu dünyası içerisindeki ahlaki öğretileri ve kazanımları ifade eden bir anlam taşır. Karakter ise; bir kişinin sürekli ve iradî olan davranışlarını ifade eder. Bir insanın kişiliği onun daha çok duygu yönünü ifade eder. Kişilik, insanın yakıt tankı, enerji deposudur. Karakteri ise yakıt tankı veya enerji deposundan elde ettiği enerjiyle davranışa dönüşmüş olan ve sürekli davranış halinde olan durumu ifade eder.
Bunları bir örnekle anlatacak olursak…
Örneğin, iyi ahlaklı, erdemli ve yardımsever olmak kişiliğe ait özelliklerdir, ancak yardım yapma iradesini sergiliyor olmak ve bunu devamlı hale getirmiş olmak karakterdir. Dürtüsel ve anlık davranışlar karakteri tarif etmez. Sürekli davranış olması gerekir. Örneğin, bir çocuğun içerisinde Allah sevgisi ve maneviyata ait duygular taşıyor olması bu çocuğun kişiliğiyle alakalı bir şeydir. Kişiliği onun içerisindeki enerji ve yakıt deposudur. Bu çocuğun içerisindeki bu enerjiyle namaz kılmaya başlaması ve namazda devamlılığı da bu çocuğun karakterini ortaya koyar. Biz bu çocuğun dışarıya yansıyan en önemli özelliğini tarif ederken, “devamlı namaz kılar” diyerek aslında karakterini tarif ederiz.
Peki, çocukta kişilik ve karakter oluşması nasıl meydana gelir?
Kişiliğin oluşması, anne ile olan bir şeydir. Çocuk anneyle ne kadar etkileşim ve ne kadar engelsiz bir iletişim içerisinde ise çocuğun içerisindeki kişilik gelişimi o denli güçlü olacaktır. Karakterin oluşması ise daha çok babayla olan bir şeydir. Baba çocuğun içerisine anne tarafından sokulmuş olan bu enerjiyi aktif hale getirebilir, davranışa dökebilir ve kendisi iradî davranışlar sergileyebilirse çocuk da babadan gördüğü bu iradî davranışları kendi karakteri haline dönüştürecektir. Dolayısıyla ikisi ne birbirinden ayrılabilir, ne de biri olmadığı zaman diğeri olabilir.
Yani bir çocuğun çoğunlukla duygu dünyasını besleyen anneyle irtibatında bir sorun, bir iletişimsizlik varsa böyle bir çocuğun, örneğin namaz kılmak için kendinde bir istek oluşmaz. Ancak çocuğun içerisinde anne var olduğu ve enerji verdiği halde eğer babada iradî ve dirençli bir ibadet geleneği yoksa çocuk, içerisinde ibadet heyecanı duyduğu halde bunu davranışa dökemez. Bu açıdan bakıldığında kişilikli ve karakterli bir çocuk dediğimizde aslında şunu ifade etmeye çalışıyoruz: “Anneli ve babalı duyguları alan bir çocuk.”
O zaman çocukta kişilik ve karakterin oluşmasında en önemli rol anne ve babalara düşüyor?
Evet, burada en önemli olan şey, anne ve babanın rollerini iyi oynuyor olmasıdır. Eğer anne evde annelik yapayım derken babanın rollerini de yaparsa o takdirde çocuk anneden beslenecek olduğu duyguları da alamamaya başlar. Çünkü anneyle duygu dünyasına hitap eden kısmı alırken eğer anne evin içerisinde otoriter olayım, baskı kurayım, mükemmeliyetçi olayım derse, çocuğun duygu dünyasını besleyen kanallar tıkanmış olur. Anne bu şekilde davranarak aslî görevini yapmıyor, çocukta davranış oluşturmaya çalışıyordur. Halbuki davranış oluşturma, daha çok babanın sürekli ve iradî davranışlarıyla alakalıdır. Dolayısıyla evde anne ve babanın rollerini oynuyor olmaları, o çocuğun kişilikli ve karakterli olmasında en büyük etkendir.
Burada babalara karakter oluşumunda çok büyük görev düşüyor. Baba evde çocuklarıyla ne kadar çok vakit geçirirse, çocuk ondan öğrendiklerini karakteri haline getirebiliyor değil mi?
Ne kadar çoktan daha önemli olan baba çocuğun ruhuna ne kadar hitap edebiliyorsa o daha önemlidir. Yoksa beraber birlikte vakit geçiriyor olmak çok bir şey ifade etmez. Mesela, babalar çocuklarıyla oynarken çok defa oyun oynamayı, kızma birader oynamayı, takva oyunu oynamayı, arabacılık oynamayı çocuklarıyla ilgilenmek olarak düşünüyorlar. Bu bir ilgilenmektir, ancak bir aracı kullanmaya gerek yoktur. Çocukla oturup ruhsal temas kurarak bir on dakika konuşmak, saatlerce arabacılık oynamaktan çok daha önemlidir.
Ruhsal temas konusunu biraz daha açabilir misiniz?
Babanın görevi, araba veya oyuncak gibi bir aracı kullanmadan çocukla ruhsal temas kurarak direkt olarak bir iletişim kurmaktır. Babalar çocuklarıyla siyaset, ülke yönetimi, dersler, dünya, din, kâinat gibi konularda çokça konuşuyor olmayı direkt iletişim olarak görüyor. Ancak bu ruhsal bir temas değil, zihni bir temastır. Ruhsal temas olmadıkça da çocuk, babadan karakter kopyalamasını çok zor şekilde milim milim yapar.
Ruhsal temas derken neyi kastettiğinizi örnekle açıklamanız gerekirse…
Birbirlerine olduğu gibi görünebilmeyi kastediyorum. Çocuk kendini ifade edebilmeli. Bugünkü çocukların en büyük problemlerinden biri de, çocukların kendilerini olduğu gibi sergileyememeleridir. İncitileceği, kızılacağı, eleştirileceği, sevgiyi kaybedeceği için veya anlaşılmayacağı için anne-babasıyla ruhsal bir iletişim gerçekleştiremiyor. Bunu günümüzde pedagoglar sağlıyor. Pedagoglar çocuklar ile ruhsal iletişime geçip oradan aldıkları bilgileri anne-babalarla paylaşıyor. Çocuklarının ruhsal problemlerini onlara bildiriyorlar.
Mesela bir anne diyor ki: “Kızım çok içine kapanık oldu, nedenini anlamıyorum.” Bu anneyle kızı arasında ruhsal bir iletişim olmadığının haberidir. Anne çocuğu pedagoga getiriyor. Pedagog çocuğun ruhsal dünyasına girmeye başladığında, çocuk ağlıyor, üzülüyor ama içini olduğu gibi anlattıktan sonra çözüm başlıyor. Pedagog, anneyle bunları paylaşınca, “Hiç haberim yoktu, demek bunları mı düşünüyordu?” diyor. İşte ruhsal iletişim dediğimiz şey budur.
Kişilik ve karakter gelişiminde ruhsal iletişimin rolü daha mı fazla?
Tabii, çocukla anne-baba arasında ruhsal bir temas yoksa, o takdirde derin bir iletişim yoktur. Kaliteli iletişim yoktur, sadece zihinsel bir iletişim vardır. Zihinsel iletişim ise duyusal doyumu oluşturmaz. Duyusal doyum olabilmesi için duyuların birbirleriyle iletişime geçmesi lazımdır.
Mesela, karı-koca arasındaki en önemli şey nedir? Aynı duyguların var olmasıdır. Bir yabancı kadınla bir yabancı erkek arasındaki farklılık nedir? Duyguların olmamasıdır. İşte anneyle çocuk arasındaki iletişimde duygular varsa, aynı karı koca arasındaki yakınlık gibi onlar arasında da aynı yakınlık vardır. Eğer anne-baba çocuğuyla yabancı birisiyle bir şeyleri konuşuyor gibi konuşuyorlarsa, burada duygusal bir yakınlık yoktur. Zihinsel bir iletişim vardır ama diğerindeki gibi duygular yoktur.
Kişilik ve karakter gelişimini etkileyen faktörler
Kişilik ve karakter gelişiminde en önemli şey, çocuğun ruhsal ve güven ilişkisi sağlanarak kendi içerisindeki dünyasını olduğu gibi dışarıya vurmasıdır. “Çocukluk Sırrı” kitabımızda bunu anlatmaya çalıştık. Çocuk, Allah’ın fıtraten koyduğu şeyi dışarıya vurabilmesi için karşı taraftaki kişi tarafından duygusal bir iletişim içerisinde ve incitilmiyor olması lazımdır ki, çocuk buradan tutunarak kişiliğini geliştirsin.
Eğer çocuğun dışa vurduğu dünyasını olduğu gibi kabul etmeyen ebeveynleri varsa, o takdirde çocuk içindeki taşıdığı şeyi dışarıya yansıtmayacaktır. Bu şekilde Pedagoji ve Psikoloji literatüründe de geçen kişilik bozukluğu süreci başlatılmış olmaktadır. Çocuk iç dünyasını dışarıya olduğu gibi göstermiyor, saptırıyor, içeride ayrı bir kişilik geliştiriyor, dışarıda da annem ve babam üzülmesin diye yeni bir maske takıyor ki buna kişilik bozukluğu diyoruz.
Anne-babalar çocuklarına birtakım şeyler elde ettirmeye çalışırlarken, çocuğun yapabileceği şeylerin ötesinde şeyler bekledikleri ve çocuğun hissettiği ve severek yapmak istediği şeylerin haricinde şeyler istedikleri için çocuk kendi içerisinde olumsuzu beklerken dışarıya olumlu mesajlar vermeye başlar.
ÇOCUKLA MÜCADELE BÜYÜK HATADIR
Anne-babaların çocukta kişilik ve karakter gelişiminde yaptıkları en büyük yanlış nedir?
Günümüzdeki terbiye metodunda anne-baba çocuğun nefsiyle mücadele ediyor. Anne-babalar, “Şunu yaparsan seni öldürürüm, seni keserim, seni döverim, yüzümüzü kara çıkartma, beni rezil etme, Allah seni yakar” gibi nefsani arzular peşinde koşmaması için çocuğun nefsine savaş açıyorlar. Nefsi durdurmaya çalışmak tarihî bir yanlıştır. Çünkü nefsi durduracak olan hiçbir kuvvet yoktur. Nefsi sadece kişinin kendi içerisindeki benliği durdurabilir.
Benlikten kastınız kişilik ve karakter mi?
Kişilik ve karakterin içerisinde barındığı ”ene”dir. Geçmişte “ene” günümüzdeki ismiyle “benlik”’tir. Batı açısından bakıldığında “ego” deniliyor. Yani egonun güçlenmesi diye bahsettiğimiz şey egoist olmaktan farklı bir şeydir. Ego, kişinin kendisini insan gibi görmesi ve kendisini insan olarak değerli görmesidir. Yine kişinin kendisini Allah’ın bir kulu olarak görmesidir. Allah’ın kuluna hiç hakaret edilir mi? Allah’ın kulu hiç rezil işlerde bulunur mu? Allah’ın kulu hiç günah işler mi? Yani kendini kul olarak görme ve kendisini de Allah’a bağlı olarak görüyor olma aslında benliğin en güçlü halidir.
Anne-babaların yaptığı yanlış işte buradan kaynaklanıyor. Çocuklarının nefislerini öldüreyim derken, benliklerini de tahrip ediyorlar. Bu benlik ki nefisle mücadele edecek olan kısımdır. Benlik zayıflayınca, nefis benliğe hâkim olur. Hâlbuki günümüzde anne-babaların nefisle mücadele etmemesi lazım, kimse onunla mücadele edemez.
Nefsin ölmesi demek, elektriği kesilmiş bir akülü arabanın birdenbire ortada kalması demektir. Çünkü nefis aynı zamanda insana yaşama sevinci verir. Motivasyon kaynağı oluşturur. Nefis var ki insan çocuğunu kucaklayıp öpüyor, sabah erkenden kalkıp ailesine rızık temin etmek için işe gidiyor, eşini seviyor, yediği meyvelerden lezzet alıyor, kendisine değer verildiği zaman ondan hoşlanıyor. Aslında nefis, insanı yaşama bağlayan kısımdır. Eğer siz bunu öldürürseniz o takdirde kişi, yaşamla olan tüm irtibatını kesmiş olur.
Anne-babalar çocuklarının iffetsiz, namussuz veya ahlaksız olmasından korktuklarından panikle nefislere saldırıyorlar. Hâlbuki bu tarihî bir yanlıştır. Yapılacak olan şey çocuğun benliğini kuvvetlendirmektir. Ona kişilikli olduğunu, değerli olduğunu, insan olduğunu, ona kul olduğunu adım adım benliğine hissettirmek ve çocuğun kendini ortaya koymasından korkmamak lazım ki, güçlü bir benlik işte o zaman nefisle mücadele edebilir.
Anne-babalar çocuklarının nefisle mücadele edebilmesi için benliklerini güçlendirmesi lazım. İşte o zaman çocuk, anne-babanın da olmadığı yerde nefsine yenik düşmez. Yoksa nefsiyle mücadele edeyim diye anne-babalar çocuklarını baskı altında tuttuklarında anne-babanın olmadığı yerde çocuk her türlü melaneti yapabilir.
Ayrıca erken çocukluk döneminde çocuğun bir nefsi yoktur. Çocuğa bu dönemde söylenilen “Sakın öyle yapma, sakın böyle yapma” sözleri, onun nefsine söyleniyor gibi olsa da aslında benliğini tahrip ediyor. Çocuğun nefis duyguları belli bir yaşa gelinceye kadar uyanmaz. Anne-babanın yapması gereken, çocuk nefis duygularının uyandığı o yaşa gelene kadar onun nefsine saldırarak onu zayıflatmak değil, çocuğun benliğini güçlendirmektir.
Yani çocuk belli bir yaşa geldiğinde şunları söyleyebilmelidir: “Bu bana yakışmaz, böylesi bir davranış bana yakışmaz, değerli bir insanın böylesi küçük şeyler yapmaması gerekir, bunu yaparsam Allah’a karşı ayıp olur.” Çocuk bu sözleri anne-babasının korkusundan değil, kendi içinde hissederek, kendisi bu değere ulaşarak söylemelidir.
Moral Dünyası