Son tavsiyem, tesanüdünüzü muhafaza ediniz
Günün Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Kardeşlerim,
Ben kalben arzu ederim ki, çelik ve demir gibi sebatkâr Isparta ve civarındakiler gibi metin kahramanlar (Hüsrev'ler, Hâfız Ali'ler gibi) Kastamonu tarafından dahi burada görünsün. Hadsiz şükür ediyorum ki, Kastamonu vilâyeti benim arzumu tam yerine getirdi, müteaddit kahramanları imdadımıza gönderdi. Hayalimde her vakit bulunan, fakat isimlerini yazamadığım için yanınızda fedakâr kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederim.
Aziz, sıddık, sebatkâr ve vefadar kardeşlerim,
Sizi müteessir etmek veya maddî bir tedbir yapmak için değil, belki şirket-i mâneviye-i duaiyenizden daha ziyade istifadem için ve sizin de daha ziyade itidal-i dem ve ihtiyat ve sabır ve tahammül ve şiddetle tesanüdünüzü muhafaza için bir halimi beyan ediyorum ki:
Burada bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir'de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlar, insafsız bir masonu bana musallat eylemişler, tâ hiddetimden ve işkencelerine karşı "Artık yeter" dememden bir bahane bulup, zâlimâne tecavüzlerine bir sebep göstererek yalanlarını gizlesinler.
Ben, harika bir ihsan-ı İlâhî eseri olarak şâkirâne sabrediyorum ve etmeye de karar verdim.
Madem biz kadere teslim olup bu sıkıntıları, “İşlerin en hayırlısı zorlu olanıdır.” sırrıyla, ziyade sevap kazanmak cihetiyle mânevî bir nimet biliyoruz.
Madem geçici, dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor.
Ve madem hakkalyakîn derecesinde yakînî bir katî kanaatımız var ki, biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir.
Elbette biz bu sıkıntılı hallerle müftehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i mâneviye yapıyoruz diye, şekvâ etmemek lâzımdır.
Aziz kardeşlerim,
Evvel âhir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enâniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.
Bediüzzaman Said Nursî
SÖZLÜK:
BAHANE : Yalandan özür.
EKSERİYETLE : Daha ziydesiyle. Çoklukla.
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
FEDÂKÂR : Fedâ eden, kıymet ve ehemmiyet verilen bir şey uğrunda herşeyi gözden çıkaran.
HAKKALYAKÎN : Mârifet mertebesinin en yükseği; en kesin bir surette gerçeği görüp yaşamak hâli; ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi.
İHSAN-I İLÂHÎ : Allah'tan gelen iyilikler, bağışlar.
İHTİYAT : Yedek; sakınma, tedbirlilik.
ÎTİDÂL-İ DEM : Soğukkanlılık.
KADER : Allah'ın kâinatta olmuş ve olacak herşeyin vasıflarını, özelliklerini ve sâir geleceğini ezelden bilip, Levh-i Mahfuzunda takdir ve yazması; takdir-i İlâhî; ezelî kısmet; tali', baht, şans.
MUHÂFAZA : Korumak.
MUSÎBET : Belâ, felâket, hastalık, dert, sıkıntı, ezâ, başa gelen acı durumlar.
MÜCÂHEDE-İ MÂNEVÎ : İlimle, fikirle ve îmânla mânevi cihad.
MÜFTEHİRÂNE : İftihar ederek, gurur duyarak.
MÜTEADDİD : Pekçok. Türlü türlü, çeşitli.
MÜTEESSİR : Tesir altında kalmış, üzülmüş veya sevinmiş, hissiyâtına dokunmuş, üzüntülü.
MÜTEŞEKKİRÂNE : Şükür, teşekkür edercesine.
SAADET-İ EBEDİYE : Dâimî saadet; Cennet hayatı, ebedî mutluluk.
SEBATKÂR : Sebat eden. Yerinden oynamaz.
ŞÂKİRÂNE : Şükrederek
ŞEKVÂ : Şikâyet etmek, sızlanmak.
ŞİRKET-İ MÂNEVİYE-İ DUÂİYE : Duada mânevî ortaklık.
TAHAFFUZ : Korunmak, kendini muhafaza etmek.
TAHAMMÜL : Sabretme, katlanma, dayanma.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
TESÂNÜD : Dayanışma, birbirini destekleme.
VEFÂDAR : Sözünde ve dostluğunda devamlı olan, vefâlı.
ZÂLÎMÂNE : Zâlimcesine. Eziyet edercesine.
ZİYÂDE : Fazla, çok.