İslam'ın birleştirici ruhuna ihtiyacımız var
Dinle ilgili hiçbir sorun çözümsüz değildir. Bizim sorunlarımız geleneği din haline getirmekten kaynaklanıyor
Hasan Onat'ın yazısı
Dinle ilgili hiçbir sorun çözümsüz değildir. Bizim sorunumuz genellikle, geleneği din haline getirmekten kaynaklanıyor. Gelenek din haline gelince, din işlevini kaybetmeye başlar. Oysa din, en temelde, insanca yaşayabilmenin temel ortak paydasını insanlara kazandırır
Bir bayram arifesinde, bayramınızı kutlamadan önce, bir hususu birlikte düşünelim istiyoruz: Hemen bütün sorunlarımız, bir şekilde din ya da din anlayışıyla irtibatlı. Din, birleştirici olma ve hayata anlam katma özelliğini kaybetmeye başlamış. İnsanımız, sorunları da, çözümü de din üzerinden okumayı, değerlendirmeyi seviyor. Daha açık bir ifadeyle, bu toplum din dilini kullanmaktan hoşlanıyor. Ancak, din dili korku dolu bir dil ve artık ayrıştırıcı olmaya başlamış. Öyle ise, şimdi soruyu soralım: Bizim dinle barışmamız mümkün değil mi? İslam, bizim Batı standartlarının ilerisinde bir demokrasi yaratmamızı kolaylaştırmaz mı? İslam, barışı güveni esas alan bir din olmasına rağmen, niçin Müslümanların yaşadığı yerlerde barış yok? Niçin güven kültürü yaratılamıyor? Niçin her dini grup, sadece kendisini Müslüman olarak görüyor?
Din, esas itibarıyla insanın, yaratılmış, inanan bir varlık olması temeli üzerinde vücut bulur. Din, toplumda, birlikte yaşamanın temel kodlarını bünyesinde taşır. Çünkü din, kültürün şekillenmesinde en etkin faktördür; insanın akılla bulabileceği doğrulara yaptırım gücü kazandırır. Hemen belirtelim; akıl ve vahiy bir madalyonun iki yüzü gibidir. Aklın ilkeleri, aynı zamanda dinin kurucu ilkeleridir. Vahiy, insanın akılla ulaşabileceği doğruları yeniden insana hatırlatır; insanın iyiden, güzelden, doğrudan yana tavır almasını mümkün kılar. Bu sebepten diyoruz ki, insan aklıyla doğruyu bulabilir, hakikate ulaşabilir; ancak, aklın yaptırım gücü yoktur.
KORKU, İSTİSMARI GETİRİR
Dinin istismara açık olması, daha çok din anlayışının korkular üzerine inşa edilmesi ile ilgilidir. İnsanlar, ta çocukluktan itibaren sevgi yerine günah, güven yerine korku ile büyütülürlerse, ister istemez 'korku' merkezli bir din anlayışı ortaya çıkar. Korku, insanın din anlayışının temeline çöreklendiği zaman, oradan ne eleştirel düşünce, ne koşulsuz sevgi, ne de yüksek güven çıkar. Oysa İslam; aklı, ilkeyi, güveni merkeze alan, Allah'ın rahmetinin kuşatıcılığı üzerine inşa edilen bir dindir.
ŞEKİLDE BOĞULAN TARTIŞMA
Din anlayışının korku merkeze alınarak, bilgi temelinden yoksun bir şekilde, sözlü kültürle oluşması, her şeyden önce, korkuların kurumsallaşması ve geleneğin dinleşmesini beraberinde getirmektedir. Bu durum, dinin insan hayatına anlam kazandırma gibi bir işlevini etkisiz kılmaktadır. Anlam gözden kaybolunca, din de, ister istemez şekle indirgenmiş olmaktadır. Gündelik hayatımızı dolduran dini konuşmaların, tartışmaların, çoğu zaman şekilde boğulmakla sonuçlanmasının sebebi budur. Buraya kadar söylediklerimiz, dinin sorun olmaktan çıkabilmesi için, korku üzerine değil, güven üzerine; şifahi kültürle değil, Kur'an'ın kurucu ilkeleri ile inşa edilmesinin bir zorunluluk olduğunu göstermektedir. Din hakkında, özgürce düşünecek, doğru bilgiden yoksun olan bir kimse, çarpık din anlayışının sonucu olan cenderenin içinde, kendine işkence etmekten öteye gidemez.
İSLAM'IN BİRLEŞTİRİCİ RUHUNA İHTİYACIMIZ VAR
Meselenin bir başka boyutuna dikkat çekelim: Din, en temelde bireyseldir. Dinde zorlama yoktur. Dileyen inanır, dileyen inanmaz. Kimse kimsenin günahını çekmez. Din, insan için bir tekliftir. İslam, siyasi meseleleri insanın sorumluluğuna bırakmıştır. İslam devleti diye bir şey söz konusu olmaz. Halifelik, Müslümanların tarihsel akış içinde ürettikleri beşeri bir kurumdur. Bu tespitler, din-siyaset ilişkisiyle ilgili sorunların, İslam'dan değil, Müslümanlardan, gelenekten kaynaklandığını göstermektedir.
Biz, Batı standartlarının ilerisinde bir demokrasi ve laiklik üretebiliriz. Bunun kök hücreleri bizim kültürümüzde vardır. Ancak, mevcut din anlayışı, sağlıklı birey bilincinin gelişmesini engellemektedir. Diyoruz ki, bölünen parçalanan toplumlar yok olmaya mahkumdur. Hele bu parçalanmanın sebebi, din ve din anlayışı olursa, durum gerçekten vahim olur. Geçmişi anlamayan, geçmişten ders almayan toplumlar, geçmişteki acı tecrübelerin benzerlerini tekrar yaşamak zorunda kalabilirler.
YENİ BİR UYGARLIK ŞART
Dünyanın en köklü devlet geleneğine sahip bir milletin, herkesi mıknatıs gibi çekecek yüksek hedeflerden uzak kalması, siyasetin ayrıştırıcı dilinin olumsuz izlerinin kalıcı olmasına yol açmaktadır. Öyleyse, Türkiye'nin mevcut durumunun bir zamanların Endülüs'ü gibi olduğunu hatırlatmak isteriz. Endülüs'te Müslümanların birikimiyle Batı kafası buluşmuştu. İşte mevcut uygarlık bu birlikteliğin ürünüdür. Bugün bu uygarlık kendi değerlerini yemeye başlamıştır. İnsanlığın yeni bir uygarlığa ihtiyacı vardır. Bu yeni uygarlığın yeşermesi için en müsait yerlerden birisi üzerinde yaşadığımız topraklardır.
SÜREÇLER ÇOK SANCILI
Diyoruz ki, yeni bir uygarlık, niçin tekrar bu milletin eseri olmasın? Belki içinden geçmekte olduğumuz değişim süreçleri bu yüzden çok sancılı olmaktadır. Belki de bu sancılar, bu acılar, bir tür doğum sancısıdır. Mutluluğun yaşam biçimine dönüştüğü bayramlar, geleceğe güvenle bakabildiğimiz zaman yaşanacaktır. Yolu da, birbirimizle uğraşmak değil, birlikte üretmek, yaratıcılığımızı daha etkin kılabilmek için yarışmaktan geçer. Koşan insanlar, birbirleriyle uğraşacak vakit bulamaz. Sorunumuz, biraz da tembellikle ilgili olmalı... Yüce Allah'tan dileğimiz barış, sevgi, mutluluk dolu; birlikte yaşama ve sorumluluk bilincinin gelişmesine katkıda bulunacak nice bayramları özgürce, hep birlikte yaşamayı nasip etmesi... Hayırlı bayramlar efendim.
İMAN, BİLGİ TEMELLİDİR
DİĞER taraftan, Kur'an'ın öngördüğü iman, bilgi temelli olur. Yani, Müslüman insan önce bilir, sonra inanır. Önce bilen insan, inancının vahyi ve mantıki temellerini de iyi bilir. Aklı etkin kullanmanın ibadet olduğunun da farkındadır. Ancak, Müslümanların önemli bir kısmı, imanın inşa edilebileceğini pek düşünmezler. Bu durum, Kur'an dilinde 'kalp mühürlenmesi' denilen, çelişkilerin görülememesinin ta kendisidir. Oysa Kur'an, insana, insanı, eşyayı, olay ve olguları doğru anlama, doğru değerlendirme imkanı sağlamak için gelmiştir. Kur'an'ın şifa ve rahmet kaynağı olması, ancak onun doğru anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Bir Müslüman, Kur'an'ı anladığı kadar, onun kurucu ilkelerini hayatına taşıyabildiği kadar ve değer üretebildiği kadar Müslüman olur. Kısaca, bilgi olmadan Kur'an'ın istediği gibi bir Müslüman olmak pek mümkün değildir.
Akşam