İslam İşbirliği Teşkilatı nereye gidiyor?
Yeni Şafak'ta sık sık yer alan İİT eleştirilerine Zaman'dan cevap geldi
Muhammed Fatih Sacid'in yazısı:
İslam İşbirliği Teşkilatı Nereye Gidiyor?
Geçenlerde, Yeni Şafak gazetesinin manşetine taşıdığı "İKÖ ne ise yarar?" sorusu, Genel Sekreterliğini yine bir Türk olan Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun yaptığı İslam İşbirliği Teşkilatı'nın, ciddi anlamda sorgulandığı ve muhtemelen sorgulanmaya devam edeceği bir tartışma sürecini başlattı.
Her ne kadar, gazetenin mevzuu ele alış şekli, müelliflerinin mevcut uluslararası sistemin gerçeklerinden, ve çok taraflı diplomasinin kural ve prensiplerinden bihaber olduklarına işaret ediyor olsa da, tartışmanın temelindeki sorular özetle su şekilde: Müslüman coğrafyada insanlar, gerek savaşlar, işgaller ve dış müdahaleler, ve gerekse açlık ve fakirlikten dolayı oluyorken; cereyan eden bu hadiselerin kaderine Batılı ülkeler ve organizasyonlar yön veriyorken, neden tüm Müslüman ülkeleri bünyesinde birleştiren İslam İşbirliği Teşkilatı'ndan bir ses çıkmıyor? Neden bu dev uluslararası organizasyon, kendisinden beklenen şekilde hadiselere ağırlığını koymuyor ve yönlendirici olmuyor?
"İKÖ ne ise yarar?" tartışması, İKÖ'ye ve idarecilerine yönelik bir karalamadan ziyade, varolan potansiyeline inanılan bu uluslararası kuruluşun, aktif bir şekilde çalışmasının önündeki yapısal engellere haklı bir isyan, ve bir çıkış yolu bulma gayreti olarak tevil edilebilir. Ne var ki, İKÖ'nün ataletine sebep teşkil eden sebeplerin vahameti dillendirilirken, Genel Sekreter İhsanoğlu'nun, göreve başladığı 2005 yılından bu yana ortaya koyduğu, birçokları itibariyle daha önceleri tahayyül bile edilemeyecek yapısal ve vizyona yönelik reformlar, ve yine bu dönemde organizasyonun uluslararası platformda daha önce hiç olmadığı kadar görünür hale geldiği, ve başta Birleşmiş Milletler olmak üzere diğer birçok uluslararası aktör tarafından aranılan bir ortak haline geldiği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Mevcut Şartlar ve Gerçekler
İslam İşbirliği Teşkilatı, birbirinden siyasal, sosyo-ekonomik, ve kültürel açıdan farklı, hatta çok farklı, beş ayrı kıtadan 57 ülkeyi bünyesinde barındırıyor. Bu özelliği bir yönüyle avantajken, diğer bir yönüyle de organizasyonun ataletine sebep olan en önemli etken. Her bir İİT üyesi ülkenin, hadiselere bakış şekli, öncelikleri, uluslararası ve bölgesel ittifakları, ya da belli ülkelerle olan ikili ilişkileri, o ülkenin İİT içerisindeki pozisyonunu, dolayısıyla da İİT'nin bir bütün olarak karar alıp, icra edebilme kabiliyetini etkiliyor. Buna ek olarak, İİT içerisinde, başı çeken belli başlı ülkelerin, kendi aralarındaki gizli liderlik çekişmeleri, organizasyonu büsbütün felç edebiliyor, ve normalde en önde müdahale etmesi gereken hadiseler karşısında hareketsiz kalmasına sebep olabiliyor. Benzer şekilde, üye ülkelere liderlik etmekten ziyade, onların almış olduğu kararları icra etmekle yükümlü olan İİT Genel Sekreter'inin, yine üye ülkelerin üzerinde mutabakata varamadığı bir konuda görüş beyan etmesi, ya da inisiyatif alması teknik olarak mümkün değil. Hele hele, üye ülkelerinin, genelde yüksek egolu, ve hatta kendi şahsını devlet gibi gören liderlerce yönetildiği böyle bir kuruluşta, Genel Sekreter'in hareket sahası oldukça sınırlı. Bırakın üye ülkelerden birinin aleyhinde görüş beyan etmesini, üye ülkelerin birinin ya da birkaçının görüşünün hilafına hareket etmesi bile, o Genel Sekreter için bir kariyer intiharı olur. Daha da önemlisi, ilgili üye ülkelerin muhalefetini celbetmek suretiyle, hem hareket sahasını daha da daraltmış, hem de diğer birçok farklı alanda Teşkilatın etkili olabilme ihtimalini azaltmış olur.
İslam İşbirliği Teşkilatı'nın hali hazırda ne kadar etkin olabileceği, gerçekçi bir yaklaşımla muhakeme edilirken, dikkate alınması gereken ikinci bir konu da, İİT üyesi ülkelerin, gerek bölgesel gerek global anlamda güç gösterebilme kapasiteleridir. Bu da, sırasıyla ekonomilerinin güçlülüğü, teknolojik seviyeleri, siyasi yapılarının özgür ve demokratik olup olmaması, yüksek teknolojiye dayalı askeri güçlerinin olup olmaması, ve en önemlisi çağını doğru okuyabilen ve çağın gerektirdiği yeteneklerle mücehhez insan birikiminin olup olmaması ile doğrudan orantılı. Örneğin, İİT'nin üyesi olan 57 ülkeden 22'si, dünyadaki En Az Gelişmiş (En Fakir) Ülkeleri kategorisinde. Bu 57 ülkenin hepsinin bir yılda ürettiği toplam ürün ve hizmetlerin değeri (ki bu gruba Türkiye, Malezya, Endonezya, İran, Suudi Arabistan gibi nispeten zengin ülkeler de dâhil), ayrı ayrı Avrupa Birliği ve Amerika'ya ait aynı değerlerin yarısından daha az. Diğer taraftan, belli bir ekonomik güce sahip İİT ülkelerin ekonomileri, ya petrol ve doğal gaz gibi yeraltı zenginliklerinin işletilmesine dayalı, ya da Avrupa Birliği ve Amerika gibi pazarlara satabildikleri katma değeri düşük ürünlerin üretimine. Bu yeraltı zenginliklerini çıkarıp işlemek için ve diğer yüksek teknolojiler için, yine Batı devletlerine bağımlı olmaları da ayrı bir boyutu meselenin.
Buna paralel olarak, yüksek teknolojiyi üretemeyen ve ekonomisi büyük ölçüde birinci dünya ülkelerine endeksli İİT ülkelerinin, askeri güçlülüğün artık uzaydaki varlıkla, nükleer teknolojiyle, ve siber dünyaya hakimiyetle belirlendiği bir hengamda, ciddi ve caydırıcı bir askeri güç kapasitelerinin olması da söz konusu değil. Son olarak, İİT ülkelerinin çoğunda, fertlerin şahsi potansiyellerini maksimize edebilmelerine imkân sağlayacak, siyasi ve sosyo-ekonomik atmosfer mevcut değil. Hal böyle olunca, 57 üyeli İİT'nin uluslararası hadiseler karşısında neden esip gürlemediğini, ya da en azından şimdilik gürleyemediğini anlamak zor olmasa gerek.
İhsanoğlu Farkı ve Göz ardı Edilen Değişim
Fakat mevcut durumun vahameti, İİT'de son altı yıldır süregelen reform ve değişim sürecine, buna bağlı olarak ileriki yıllarda sergileyebileceği daha yüksek performansa gölge düşürmemeli. Değişim, 2005 yılında, İhsanoğlu'nun demokratik seçim yoluyla, İslam Konferansı Teşkilatı'nın Genel Sekreterliğine gelmesiyle başladı. Akabinde, temelinde modernleşme ve ılımlılaşma prensiplerine dayalı yeni bir vizyonla, On Yıllık Hareket Planı kabul edildi. İhsanoğlu'nun gerçekleştirdiği en büyük değişimse, üye ülkelerin nazarında Teşkilat'ın varoluş algılamasının ve buna bağlı olarak hareket tarzının değişmesi oldu. Yani, 1969'da Mescid-i Aksa'nın, Avustralyalı bir Yahudi tarafından ateşe verilmesinin ardından, bu olaya bir reaksiyon olarak bir araya gelen birkaç İslam ülkesi tarafından kurulmuş olan Teşkilat, bölgesel yada global herhangi bir konuda, hep önce diğer aktörlerin ne diyeceğini görmek için bekliyor, sonra da eğer bir şey söyleyecekse ona göre pozisyon alıyordu. Yani, Teşkilatın hareketini, geçmişten gelen ve tekrar eden acılara reaksiyon belirliyordu. 2005'ten bu yana ise, Teşkilat, üye ülkelerin siyasi ve sosyo-ekonomik durumlarının iyileştirilerek, uluslararası toplumun yapıcı birer üyeleri olmalarına katkı sağlamayı amaçlayan, pro-aktif bir hareket tarzı benimsedi. Buna bağlı olarak, İslamofobya ile mücadeleden tütün, üye ülkelerde insan haklarının korunmasına yönelik her çalışmada daha aktif rol almaya başladı. İhsanoğlu'na göre, Müslüman dünyanın geleceği, üye ülkelerin iyi yönetişim, demokrasi, insan haklarına saygı, kadın-erkek eşitliği, şeffaflık, çoğulculuk ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri özümseyip, uygulamaya geçirebilmelerine bağlı. Bunlar dile kolay olsa da, Genel Sekreter İhsanoğlu'nun bu tür kavramları, Teşkilatın gündemine sokmuş olması, yavaş da olsa bu değerlerin üye ülkelerde uygulamaya geçiriliyor olması, tarihi bir olay aslında.
Teşkilat'a yöneltilen eleştirilerden biri de, siyasi etkisinin sınırlı kalması, onun yerine bir nevi uluslararası diyalog platformuna dönüşmüş olması. Doğrusu, Teşkilatın bu yönü, onu benzerlerinden ayıran ve güçlü kılan bir özellik. Öyle ki, Müslümanlık ortak paydasında buluşan üye ülkelerden daha demokratik olanlar, diğerlerini benzer değerleri benimsemeleri noktasında teşvik edebiliyorlar; daha ılımlı ve modern olanlar, daha radikal ve tarihin gerisinde kalmış olanlara ilham olabiliyorlar bu etkileşimlerle. Ve yine kendi aralarında sağlıktan, turizme, ve ticarete, teknoloji transferinden, eğitime kadar birçok alanda işbirliğinin tohumlarını atıyor ve hayata geçiriyorlar. Zira, bu 57 ülkenin kendi aralarındaki ticaret hacminin maksimize edilmesi, İİT'nin siyasi potansiyelini tam anlamıyla harekete geçirebilmesi için de çok önemli.
Bu tür etkileşimlerle belli bir sinerji yakalayan üye ülkeler, Birleşmiş Milletler ve İnsan Hakları Konseyi gibi diğer çok taraflı platformlarda yine birbiri ile koordineli hareket ederek, Müslüman dünyayı ilgilendiren konularda; örneğin, İslamofobya ile mücadele konusunda ortak bir duruş sergileyebiliyorlar. Bu noktada sorulabilir, ne değişti uluslararası dengelerde ya da siyasi isleyişte diye. Güç dengeleri değişmedi belki, fakat Müslüman dünyayı ilgilendiren konular, uluslararası platformlarda çok daha sık ve cesurca seslendirilir ve savunulur oldu. Tabi bu devam eden bir süreç; Teşkilatın insan kaynaklarının iyileştirmesine, üye ülkelerin ortak hareket etme şuuru kazanmasına, ve çevre şartlarına göre, gelecekte daha da iyi gelişmelerin olması kuvvetle muhtemel. İİT, Somali dramı karşısında atıl mı kaldı?
İKÖ'nun, ya da İİT'nin ne işe yaradığının sorgulandığı, bu tartışmada en yoğun seslendirilen eleştiri, Teşkilat'ın Somali'deki açlık ve insanlık dramı karşısında atıl kaldığıydı. İşin doğrusu ise bunun tam tersi; yani, İhsanoğlu'nun özel ilgi ve gayreti ile, uluslararası camianın gündeminde henüz yokken Somali kıtlığı, Teşkilat'ın ilgili organları, özellikle de İnsani Yardım Organı, Somali'de somut yardım faaliyetleri yapıyordu, ve buna tüm hızıyla şimdi de devam ediyor.
Teşkilat, başkent Mogadişu'da açtığı İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi kanalıyla, bu yılın Mart ayından beri bizzat sahada bulunuyor ve hem üye ülkelerdeki sivil toplum örgütleri ile, hem de Birleşmiş Milletlerin ilgili organlarıyla işbirliği halinde Somali halkına yardım dağıtıyor. Genel Sekreter İhsanoğlu, Mayıs ayında tüm üye ülkelere ve uluslararası camiaya, Somali'ye acil yardım çağrısı yaptı. Akabinde, Haziran ayında Kazakistan'da yapılan İİT'nin yıllık Dışişleri Bakanları toplantısında, Somali Yardım Fonu kurulması kararlaştırıldı. 11 Temmuz'da, Teşkilat, her ay 300 Somalili ailenin ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ayrı bir program başlattı. 14 Temmuz'da, Genel Sekreter, Somali'nin güneyindeki dört bölgeyi, kıtlığın en yoğun yaşandığı kritik bölge ilan etti ve üye ülkeleri bilgilendirdi. Sonrasında, 17 Ağustos'ta, İİT İcra Komitesi, İstanbul'da acil bir toplantı yaptı, ve burada üye ülkelerden aynı ve nakdi olmak üzere toplam 395 milyon dolarlık yardım sözü alındı. Hali hazırda Teşkilat, başta üye ülkeleri ve uluslararası camiayı harekete geçirmek suretiyle, toplanan yardımların, güvensizlik ve terörün halen hâkim olduğu Somali'de ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını temin ediyor. Buna ek olarak, Mogadişu ve şair bölgelerde, sağlık ünitelerinin yenilenmesi, bunlara doktor ve hemşire temini, içme suyu, yiyecek ve sığınak temini de, Teşkilatın gerçekleştirmeye devam ettiği yardım faaliyetleri arasında.
Son tahlilde, Yeni Şafak'ın Türkiye'de başlatmış olduğu tartışma, İKÖ (İİT) hakkında çok önceden başlaması gereken bir tartışmaydı. Teşkilatın yapısı, vizyonu, amaçları, işleyiş şekli, 2005'te Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu'nun göreve gelmesinden bu yana üye ülkelerin ilgili makamları nezdinde tartışılıyordu. Bu tartışmanın, üye ülke halkları tarafından benimsenmiş olması, çok önemli ve olumlu bir gelişme. Aslında bu bile kendi başına, çok önemli bir delil Teşkilatın geleceğinin, geçmişinden çok daha parlak olacağına dair. Umulur ki, bu tartışma süreci, karalamadan uzak, yapıcı ve çözüm üretici olsun; ve Teşkilat'ın son dönemde kaydettiği ve devam ettirdiği önemli değişim süreci göz ardı edilmesin.
Zaman