Nefsinin mertebeleri yedi telli enstrüman gibi
Tasavvuf ehli, Kur'ân-ı Kerîm'in rehberliğinde nefsi yedi mertebeye ayırır...
Yalçın Çetinkaya'nın yazısı
Tasavvuf ehli, Kur'ân-ı Kerîm'in rehberliğinde nefsi yedi mertebeye ayırır. En alt seviyeden en yukarıya doğru bu mertebeler şunlardır: Nefs-i Emmâre, Nefs-i Levvâme, Nefs-i Mülhimme, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Râziyye, Nefs-i Marzıyye, Nefs-i Kâmile veya Nefs-i Sâfiyye. Nefs-i Emmâre mertebesi bu mertebelerin en alt seviyesinde olanı ve belki de maalesef günümüzde birçok nefsin içinde bulunduğu ve kapılıp gittiği mertebedir. Kimi nefsler, kendini sürekli kınayan ve işlediği günahların farkında olan nefs mertebesi ile, yani Nefs-i Levvâme ile günahkâr nefs olan Nefs-i Emmâre arasında belki gidip geliyor ve içindeki kötü halden kurtulmaya çalışıyordur ama, genel olarak Nefs-i Emmâre dairesi içinde dolanıp durur insanoğlu. Nefs-i Emmâre, kötü huy, duygu ve düşünceleri, çirkin vasıfları barındırır ve şehvet düşkünü hayvânî nefsin hükmü altında olmakla, hayvanî yola girmiştir. Şeytan ona kötülükleri güzel gösterir, o da kötülükleri güzel görmeyi sever. Hesap veya ahiret gününü aklına bile getirmez. Bu nefs alanında dolanıp duranlar için bazı kimseler "sûretâ insan" tâbirini kullanırlar. Yani görünüş olarak insan... fakat nefs olarak insandan da aşağı bir yaratık... yani Kur'ân-ı Kerîm'de Tîn Sûresi'ndeki ifadesiyle "Esfele Sâfilîn"...
Tasavvuf ehline göre kibir, benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet, gıybet gibi huylar, bu nefsin alâmetleridir. Bu nefsin bütün huyları bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların bulunduğu yerdedir... ya fâsık, ya münafık ya da kâfirdir. Nefs-i Emmâre, kötülüğü emreden nefstir. Bu mertebedeki nefs sahipleri, benliklerinin esiri olmuşlardır, birazcık nimet, çıkar, kazanç için yapmayacakları kötülük, çevirmeyecekleri entrika, söylemeyecekleri yalan yoktur. Dost ve arkadaş olarak geçindikleri kimseleri bile küçük menfaatler için yarıyolda bırakır, onlara ihanet eder, günümüz ifadesiyle "satıverirler".
Nâçizâne, müzikteki yedi notayı, nefsin yedi mertebesi ile kıyaslayıp açıklamaya çalışırım. İnşaallah bu konuda bir yazı yazmak da nasîb olur. Ama bazen insanı yedi telli bir enstruman gibi düşünüp bu yedi teli de nefsin mertebeleri ile kıyas etmeye çalışırım. Diyelim ki insan yedi telden oluşan bir entrumandır. Meselâ, ilk ve en kolay çalınabilir teline, "Nefs-i Emmâre" teli diyelim. Akordu en kolay bozulan tel, galiba bu teldir. Çünkü en kenardadır ve enstrumanın kendi varlığını sınırlayan çerçevenin, ya da tuşenin dışına kayacakmış gibi duran tel de bu teldir. Bu kıyas hakkında Allah'ın izni ile yazılabilecek daha pek çok şey var ama hem buradaki yazı alanı kısıtlı, hem de bu haftaki konu –biraz bu konuyla bağlantılı olsa da- başka bir şeyi amaçlıyor. Nefs-i emmâre, aslında genel olarak belki de günümüz müzikçilerinin içinde bulunduğu bir nefs mertebesi olabilir. Gerçi alanı ne olursa olsun, bilgisinin ve sanatının merkezine Allah'ı koymayan, Allah'ı unutan, ya da dilinde Allah zikrini işittiğimiz ama amelinde bu zikr ile tezata düşen herkes, nefs-i emmâre seviyesindedir ve bu kişilerden ortaya çıkmış her türlü ürün, sanat eseri, kitap, yazı, söz, düşünce... ne olursa nefs-i emmârenin ürünüdür diye düşünebiliriz. Sanatçılar kendilerini daima, "ilham aldıkları zannıyla" Nefs-i Mülhimme (ilham edilmiş nefs) mertebesinde görürler. Ama unutmamak gerekir ki, şeytan da kendisine yakın olanlara bazı şeyler ilham edebilir. Sanatçının, nerede durduğu önemlidir. Rahmânî bir boyutta mıdır yoksa şeytânî mi ? Eğer sanatçılığının verdiği kibr ile sanatını icrâ ediyorsa -ki bu kibr denilen şey, bazen zor fark edilen, insanı esir alabilen, büyük bir tevâzûnun ardına dahi gizlenmiş olabilir- asla Rahmânî bir boyutta olamaz ve kendisine geldiğine inandığı ilham Rahmânî değil şeytânîdir. Gerçi buna ne kadar "ilham" denilebilir o da ayrı bir sorudur. Kibrine mağlub olan ya da kalbinde zerre miktar kibr olanın "Nefs-i Mülhimme" mertebesinde olması mümkün değildir ve o kişi aslında Nefs-i Emmâre boyutunun aynı zamanda aldatıcı ortamında dolaşıp durmaktadır. Tam bunu yazarken, Peygamber Efendimiz'in (Sallallahu Aleyhi Vesellem) "Kalbinde zerre miktar kibr olan, Cennet'in kokusunu dahi duyamaz" buyurduğunu hatırladıkça, sanatının ve bilgisinin merkezine Allah'ı koymayan ya da Allah'ı koyduğunu zannedip O'nun emir ve yasaklarını umursamayan sanatçının durumunun ne kadar vahim olduğunu düşünüyorum.
Gelelim özel olarak müzikçinin durumuna... aslında aynı şey onun için de geçerli ve sanatını Allah için yapamıyorsa onun da durumu vahim demektir. Bugün yapılan müzikler için aslında sözetmeye, yazmaya bile gerek yok ama müzisyenlerin ürettikleri şeylere bakınca bu müziklerin nefs-i emmârenin eseri olduklarından şüpheye bile mahal yok. Peki bu durum, "Müslüman" mahallenin müzikçilerinde olamaz mı ? Pekalâ olabilir, çünkü Müslüman mahallenin müzikçilerinin –pek azı müstesnâ- Allah adını anmalarına pek kanmamak lâzım, çünkü "benlik" sökonusu olunca ya da para, kaşe, makam, mevkî gibi durumlar sözkonusu olunca ağızdaki Allah kelâmı kayboluyor ve o ramazan akşamlarında ilâhi okuyan, tekkelerde, dergâhlarda hırkayı giyip tevâzu ile icrâ eden, baş kesen Müslüman müzikçi gidiyor, yerine tanımakta zorlanacağız ve meğerse maddî hesaplar içinde olan, ağzı bolca dedikodu yapan, hatta aynı toplulukta beraber icrâ ettiği arkadaşını bile bir anda satıveren bir müzikçi tipi geliveriyor. Bu tip müzikçileri görünce de ortalığı nasıl bir samimiyetsizliğin kapladığını, bu işin ne tarafa doğru sürüklenip gittiğini ve kendini Nefs-i Mülhimme mertebesinde zanneden Müslüman müzikçi kardeşimizin aslında Nefs-i Emmâre'nin karanlık alanı içinde dolaşıp durduğunu anlıyorsunuz. Zaten bir insanın "ben artık Nefs-i Emmâre'yi aştım, Nefs-i Levvâme'ye, Nefs-i Mülhimme'ye ulaştım" diye düşünmesi bile gerçekte Nefs-i Emmâre'nin aldatıcı kapsama alanında olduğunu göstermeye yeter diye düşünüyorum. Müzikçi nefs-i emmâre mertebesinde dolandıkça, onun ağzından dökülen nağmeler de olsa olsa nefs-i emmârenin nağmeleri olmalıdır. Hatta (Allah en iyisini bilir) Nefs-i Emmâre'de bulunduğu halde ilâhî kelâmı zikreden müzikçinin bile bu zikri, samimi bir zikr olmayabilir. Müzisyenler Nefs-i Emmâre'de... şarkılar da olsa olsa Nefs-i Emmâre'nin şarkıları olabilir.
Bu satırları yazanın, nefsin hangi mertebesinde olduğu da ayrı bir soru olarak sorulabilir. Allah, bizleri kendisine samimiyetle iman eden, Resulullah'ın (S.A.V) izinden yürüyen, Kur'ân-ı Kerim'i rehber edinen, anlayan, idrâk eden, günahlarından tevbe eden ve Nefs-i Mutmainne mertebesine erişen kullarından eylesin.
Yeni Şafak