Annelerimizi ahirete yolcularken...

Annelerimizi ahirete yolcularken...

Ne kadar garip değil mi? Bizler küçükken üşümeyelim diye annelerimiz üstümüzü örterdi.

Dr. Nihat Hatipoğlu'nun yazısı

Ne kadar garip değil mi? Bizler küçükken üşümeyelim diye annelerimiz üstümüzü örterdi. Şimdi büyüdük. Artık biz annelerimizin üstüne toprak örtüyoruz.
Başbakanımızın merhume annesi Tenzile ananın vefatı haberi ve sonrası; anne ve çocuk, anne ve evlat sıcaklığını ülke insanının gönlüne sıcak bir şekilde yeniden taşıdı. Herkes annesini bir daha andı. Belki anasını bir daha aradı. Annesini kaybetmiş olanlar yeniden hüzünlendiler. Elbette ki hiç unutmadıkları annelerini, biraz daha içten, biraz daha candan hatırladılar.

Annesi yaşayanlar ise, nasıl bir nimet içinde olduklarını düşünebilme şansı buldular.

Başbakanımızın, annesinin vefatından gömülmesine kadar geçen süreçte resmiyetten ve bürokrasiden uzak sade bir vatandaş gibi her aşamada annesinin cenazesinde olması hatta camide Kur'an-ı Kerim tilavet etmesi mümin bir evlada yakışan bir tavırdı. Yazı ve konuşmalarında anne ve evlat temasını çokça işlemiş biri olarak, beni haylice duygulandırdı bu hal. Yeniden Tenzile anaya rahmet diliyorum. Başbakanımıza ve tüm ailesine de mahşerde anneleriyle beraber Peygamberimiz'in (s.a.v.) şefaatinde vuslat diliyorum!

***

Annelerimizin yüzünde secdenin aydınlığını görebiliyorum. Yüzleri nurludur. Gözleri çok yukarıda değillerdir. Dünyaya dair çok istekleri yoktur. Bohçalarının bir yanında hacc parası, diğer yanında ise bir kefen parası varsa onlardan daha mutlu insan bulamazsınız.

Ağızları dualıdır. Evlatlarına dua ederler. Karşılıksız, menfaatsiz, bir beklentileri olmadan her daim rahmet dualarıyla dudaklarını aralarlar.

Çocuklarından cefa görseler de vefa gösterirler. Üzülseler de üzmezler. Kırılsalar da kırmazlar. Kem söz duysalar da, kem söz söylemezler. Yürüyecek mecalleri varken evlatlarının peşinden koşarlar. Şayet sarsılır veya tökezlerse kaldırayım diye. Yürüyemez hale geldiklerinde, yatağa bağlandıklarında ise ruhlarını gönderirler evlatlarının peşinden.

Ama ne yazık ki çoğu kez, çocuklarından aynı karşılığı göremezler. Bazen evlatlar anacıklarını günlerce aramazlar. Akıllarına gelmez. Gelse de ötelerler. Ertelerler. Bir kısmımız ise, evlendikten sonra analarımızdan büsbütün koparız. Sanki o bizi hiç doğurmadı, sanki bizim için hiç zorlanmadı, sanki benim için hiç ağlamadı. Unuturuz bütün bunları. Sanki hiç yaşanmadı bunların hiçbiri.

Arkadaşınıza, sevdiğinize, dostunuza gönderdiğiniz kadar annenize mesaj gönderdiğiniz oldu mu hiç. Veya onları aradığınız kadar annenizi aradınız mı hiç? Özellikle gençlere sormak isterim.

Hz. Resul'un (s.a.v.) huzuruna gelen biri annesini şikâyet etti. Anne hasretini çok iyi bilmiş: çocuklukta hem yetim hem öksüz kalmış Hz. Peygamber (s.a.v.) adama, "annene iyi davran" dedi. Adam üsteledi. "Ama beni kırıyor, ama kötü söz söylüyor, ama kötü bir insan" diyerek şikâyete devam etti. Adamın söylenmeye devam edeceğini anlayan Hz. Peygamber (s.a.v.) dönüp şöyle buyurdu: "Geceleri uykusuz kalırken kötü değildi. Senin için sıkıntıya girerken kötü değildi. Seni emzirirken kötü değildi. Şimdi mi kötü oldu?"

Peygamber (s.a.v.), yakın dostu Hz. Ebu Bekir'in kulağına bir gün şöyle fısıldamıştı. "Ebu Bekir, biliyor musun ben bir şeyi çok arzu ederdim. Keşke olabilseydi" diye. Sadık dost Hz. Ebu Bekir, bütün samimiyetiyle cevap verdi: "Allah'ın Resulu neyi arzu etmişti. Yapabilecek bir şey ise şayet, Ebu Bekir'in canı feda olsun. Hemen yapalım."

O ufuk insan şöyle buyurdu: "Ben şunu isterdim. Keşke annem veya babam veya onlardan biri sağ olsaydı. Ben de namaz kılıyor olsaydım. Ve ben namazdayken annem veya babamdan biri beni çağırsaydılar. 'Muhammed! Muhammed! Deselerdi. Ve ben de o an namazın içindeyken 'efendim, efendim' deseydim. Onlar için namazı bozsaydım."
Daha doğmadan baba veya annesini kaybedenler var. Onların kokusunu alamadan hayatı yaşayanlar var. Baba veya anne kokusu nedir bilmeden çocukluğunu yaşayanlar var. Bir de bu sıcaklığı biliyorken, sonradan kaybedenler var.

Evet, annelerimiz bizi terk ediyorlar. Bizi bırakıp gidiyorlar. "Ben yoruldum artık, gitmem lazım" diyorlar. En narin, en nazik, en sıcak ve en sessiz bir şekilde ellerimizin arasından kayıp gidiyorlar.

İlerlemiş yaşımızda bizlere, çocukluk gözyaşlarını döktürüp gidiyorlar. Giderken mutlular sanki. Bizden önce gitmiş olmanın hazzıyla gidiyorlar. Ve arkalarındaki evlatlarını boynu bükük, sessiz, çaresiz ve ama bir o kadar kadere inançlı, Rabden gelene razı bırakıp çekiliyorlar.

Anneniz hâlâ sağ ise onu arayın. Yanına gidin. Evliyseniz, eviniz ayrıysa bazen annenizin evinde uyuyun. Sizin orada olduğunuzu bilsin. Yastığınızı alıp odasında yere uzanın. Koltuğa uzanın, yanına oturun. Ayaklarını öpün. Duasını alın. Fırsat bu fırsat. Bir daha bulamayabilirsiniz. Belki yarın kapıya geldiğinizde, onu bulamayacaksınız. İşte o zaman koklamak isteseniz de, dokunmak isteseniz de, öpmek isteseniz de yapamazsınız. Ulaşamazsınız. Erişemezsiniz.

Bana deseniz ki, cennetten bir avuç toprak getir. Annemin ayağının bastığı toprağı gösteririm. Ben annemin ayağını öpebilenlerdenim. Hemen hemen her gün öpemezsem de, elimi ayağına sürüp yüzümü sıvazlarım. Belki annemin hatırına, sevdiğim Rabbim yüzüme rahmet nazarıyla bakar diye. Annesini kaybeden insan hangi yaşta olursa olsun öksüz bir çocuk gibidir. Teselliye muhtaç bir çocuk gibi. Omuzları düşer. Sinirleri gevşer. Dudaklarına hüzün nağmeleri hücum eder. Çaresizdir. Medetsizdir. Rabbinin geniş rahmetinden başka sığınacak bir limanı da yoktur. Başını önüne eğer ve tam bir kabul ve tevekkül içinde der ki; "yeter ki sen bana darılma Rabbim. Ben, beni bıraksam da sen beni bırakma Rabbim. Ben kendimi bensiz bıraksam da sen beni bensiz bırakma Rabbim. Biliyorum, yola çıkmışım. Vuslatım sanadır. Yürüyüşüm sanadır. Çünkü senden gelmişim. Sana döneceğim. Beni kendinden uzak tutma Rabbim."

Sabah