Devletin Said Nursi barışı kaçınılmaz

Devletin Said Nursi barışı kaçınılmaz

Dinler Tarihi Uzmanı Dr. Lütfü Özşahin'in "Sanal merkezden gerçek merkeze geçişte Said Nursi" yazısı...

Dinler Tarihi Uzmanı Dr. Lütfü Özşahin'in yazısı:

Sanal merkezden gerçek merkeze geçişte Said Nursi

Sayın Başbakan'ın Türkiye'nin tarihsel yürüyüşünde ve cumhuriyet döneminde sakıncalı ilan edilen ve bu yüzden de dramatik bedeller ödemek zorunda kalan birçok düşünür, sanatçı, siyasetçi, müzisyen ve edebiyatçı kişiliklere vurgu yapması, hatta Menderes'ten sonra ilk defa Başbakan sıfatı ile Bediüzzaman Said Nursi'yi anması, Türkiye'de elitist, jakoben, otoriter, monist seçkinci burjuva ve militer bürokratik oligarşinin oluşturduğu sanal bir siyasal merkezden gerçek bir siyasal merkeze geçişin ön adımları olarak anlaşılabilir.

Bediüzzaman Said Nursi kanımca sanal merkezden gerçek bir siyasal merkeze geçişte en önemli sembol isimdir. Zira Said Nursi ve onun fikriyatı doğrultusunda günümüzde etkin olan birtakım cemaatler çevre ve merkez mücadelesinin en önemli kilometre taşını oluşturmaktadır. Şüphesiz sanal merkez tarafından dışlanan çevre de, etnik ve sol kökenli, toplum tabanında sosyolojik tekabüliyeti olan birçok siyasal, kültürel, etnik ekonomik çevre grupları vardır. Ancak bu grupların Türkiye'nin Tarihsel yürüyüşü, kültürü ve kimliği düşünüldüğünde İslam kökenli çevre hareketleri kadar sahici ve derinlere kök salmış olması mümkün gözükmemektedir.

Şimdi Said Nursi'ye geçmeden "sanal ve gerçek siyasal merkez" üzerine kısaca bir analiz yapalım: Bugün Türkiye'ye sahici ve analitik bir düzlemde bakıldığında denilebilir ki Türkiye'de halkla bütünleşmiş, başka bir ifade ile onu olduğu gibi, öz kimliği ile, hakiki ruh haritasıyla kabul eden gerçek bir siyasal merkez olmadığından dolayı sürekli darbeler yapılmaktadır ve sürekli siyasal cinayetler işlenmektedir. Çünkü "siyasal merkezin"; hakkıyla halkın kendisinden güç aldığı kendisinden beslendiği devlet ve milletlerde darbeler olmadığı gibi merkez ve çevre çekişmesi ya hiç yoktur ya da en asgari düzeydedir.

Bu bağlamda Edwards Shills'in güzel çözümleri vardır. Ona göre de "milletin değerleri, kendisine hayat veren ruhu, tarihsel derinliği, sembolleri, yargıları, sosyal muhayyilesi ve ondan kaynaklanan siyasal aklı hakiki siyasal merkezi oluşturur". Eğer devlet bu temel dinamikleri ve değerleri benimser ve özümserse o zaman gerçek ve hakiki bir merkezi inşa etmiş olur. Kuşkusuz bu temel değerlerin odak noktasını da din oluşturur.

Bundan dolayı yukarıda ifade ettiğimiz değerlerden yoksun olan bir devlette ve toplumda gerçek bir siyasal merkezden bahsedilemez. Filhakika milletin iradesinden, kültüründen ve kimliğinden kopuk güç odakları kendisine merkez bile dese o hakikatte "sanal bir merkezdir" ve bunun içindir ki, daima milletle problemlidirler.

Çünkü "sanal merkezler" milletle bütünleşemediklerinden dolayı kendi etrafında daima kendisine yabancı büyük bir çevre bulurlar. Bu çevre onlar için her zaman bir tehdit olarak algılanır. Bundan dolayı millete yabancılaşan bu "sanal merkez" otoriter ve totaliter bir yapılanmaya giderek, çevreye baskı ve şiddet uygular. Çevreyi kendi iradeleri dışında jakoben bir dayatma ile değiştirmek, dönüştürmek ve yeniden inşa etmek ister. Zira bu sanal merkez, milletin değerlerinden ve tarihsel yürüyüşünden beslenmediği için onların merkeze yürümesini kendi bekası ve güvenliği için çok büyük bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu sağlıklı olmayan tehdit algılaması, "Sanal merkezi" nevrotik bir paranoyaya sevk ettiğinden dolayı milletin en masumane talepleri, insan hakları, fikir ve ifade özgürlüğü hatta kılık ve kıyafeti dahi büyük bir tehdit olarak değerlendirilir. Sonuçta milletin kendisinden kopan bu "sanal merkez", hastalıklı olan tehdit algılaması dolayısı ile ortaya öyle bir eğitim, kültür ve iktisat politikası koyar ki, bu anlayış ve mantalite milleti kimliksiz, ufuksuz, yönsüz ve sefalet içerisinde yaşayan bir yığın haline dönüştürerek, bütün bir nesli öldürücü ve çürütücü bir kaosun ve onun tetiklediği depresif bir nihilitenin içine sokar. Milleti birbirine bağlayan değerler tahrip edilmiştir. Ortada millet filan kalmaz. Çünkü ortak dilden, kültürden, dinden, tarihten beslenmeyen amaç ve gayeleri ufukları bir olmayan toplumlara millet denmez, dense dense en hafif tabirle kuru kalabalıklar denir. Kuru ve kof kalabalıklar ise ne devlet kurabilirler, ne millet olabilirler ne de parlak bir kültür ve medeniyet inşa edebilirler. İşte bu bağlamda Sayın Başbakan'ın Said Nursi ismini telaffuz etmesi çok önemlidir.

Neden Said Nursi de örneğin Nazım Hikmet değil, çünkü Bediüzzaman bir toplumun sosyal ve siyasal muhayyilesinde derin bir kök salmış, milletin ruh haritasına nüfuz etmiş o toplumun inşa ettiği medeniyetlere ve kültüre temel paradigma oluşturmuş dini bir kimliğe ve ilme sahiptir de ondan.

Öyle ki, onun aktif ve dinamik anlamda böyle dini ve İslami bir kimliğe sahip olması dünya görüşü noktasında kendisine çok zıt bir anlayışa sahip olan Nazım Hikmet, Ahmet Kaya, Şivan Perver, Sabahattin Ali, İsmail Beşikçi vs. gibi bireylere bile kültürel anlamda anlam ve mana katar. Yani bu şahsiyetler sosyalist, komünist vs. olarak nitelendirilse bile kültürel olarak Müslümandırlar. Başka bir deyişle Nazım Hikmet ve Ahmet Kaya gibi bireyleri anlayabilmek, tanıtlayabilmek için bile, bu toprakların ruhuna çok derin bir maya salmış İslam kültürü bilinmek zorundadır.

Bundan dolayı Said Nursi, mücadelesi ve İslami kimliği boyutuyla, Sayın Başbakan'ın saydığı diğer kişiliklere göre Türkiye'de gerçek bir siyasal merkezin oluşmasında son derece önemlidir. Bu anlamda Mehmet Akif, Süleymen Hilmi Tunahan, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Zahit Kotku gibi diğer manevi önderler de elbette en az Said Nursi kadar önemlidir.. Ancak onun tüm bir yaşamı boyunca sakıncalılar listesine konulup kovuşturmaya tabi tutulması, toplumun çok büyük bir kesimini etkilemesi, şüphesiz kendisini siyasal ve toplumsal olarak daha da önemli kılmaktadır. Bu bağlamda daha net konuşursak Türkiye'de militer ve bürokratik oligarşinin oluşturduğu sanal merkezin tasfiye edilip yerine milletin gerçek iradesinin yansıdığı hakiki siyasal bir merkezin oluşması için devletin İslam'la ve dolayısıyla bugün toplumda halen çok etkin bir ruhu olan Said Nursi ve benzeri İslam alimleri ile barışması ve onlara iadei itibar yapması kaçınılmazdır.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.