Hacıların Arafat’taki ‘Allahu Ekber’leri
Günlük Risale-i Nur dersi…
Bismillahirrahmanirrahim
Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber'lerle nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden Allahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat'ta ve iydde beraber birden Allahu ekber demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği Allahu ekber kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü'l-Arz ve Rabbü'l-âlemîn azamet-i ünvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim.
Sonra, acaba bu kelâm-ı kudsînin bizim meselemizle dahi münasebeti var mı diye tahattur ettim. Birden hatıra geldi ki:
Başta bu kelâm olarak sâir bâkiyat, salihat ünvanını taşıyan Sübhanallah, ve'l-hamdü lillâh ve Lâ ilâhe illâllah gibi şêairden çok kelâmlar cüz'î ve küllî, meselemizi ihtar ve tahakkukuna işaret ederler.
Meselâ; Allahu ekber'in bir vech-i mânâsı Cenâb-ı Hakkın kudreti ve ilmi herşeyin fevkinde büyüktür; hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acip ve tavr-ı aklın haricindeki herşeyden daha büyüktür ki, âyetinin sarahat-i kat'iyesiyle, nev'i beşerin haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mânâ itibarıyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksatlara karşı, herkes "Allah büyüktür, Allah büyüktür" der, kendine tesellî ve kuvvet ve nokta-i istinat yapar. (Şualar sh.210)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ACİB : Hayret veren. Şaşılacak şey.
ADEM : Yokluk, hiçlik.
AKS-İ SADÂ : Ses yankısı.
ÂL : Sülâle, soy, hânedan.
ARAFAT : Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız Cennet'ten çıkarıldıktan sonra burada bir araya geldiler. İbrahim Peygamber (A.S.) Cebrail ile burada konuştu. Hz. Muhammed (ASM) yüzbin insana hitab eden veda hutbesini burada okudu. İnsan haklarını 14 asır önce burada dünyaya ilan etti.
ARZ : Yer, dünya; sunma, takdim etme.
AZAMET : Büyüklük.
BÂKİYÂT-I SÂLİHÂT : İnd-i İlahîde ecr-i sâliha. Bâki olan sâlih ameller. * Elhamdülillah, Sübhanallah ve Allahuekber gibi kudsî kelâmlar.
DARB-I MESEL : Atasözü.
FEVK : Üst, üzeri.
HAŞR : Yeniden dirilip toplanmak. ikinci diriliş.
İCAD : Yoktan yaratmak.
ÎYD : Bayram. Bayram günü.
KELİME-İ KUDSİYE : Yüce, kudsî söz.
KÜRE-İ ARZ : Yerküre; dünya.
MUKABELE : Karşılık, karşılamak.
NEFS : (Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi.
NEV'-İ BEŞER : İnsanlar, beşer nev'i.
RABBÜ'L-ÂLEMÎN : Bütün âlemleri terbiye edip idâre eden Cenâb-ı Hak.
RUBÛBİYET : Cenâb-ı Hakkın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idâresi altında bulundurması vasfı.
SAADET-İ EBEDİYE : Dâimî saadet; Cennet hayatı, ebedî mutluluk.
SARÂHAT : Açıklık.
SEMÂVÂT : Gökler.
SEYYÂRÂT : Gezegenler. Bir yerde durmayıp yer değiştiren şeyler.
ŞEÂİR : Alâmet; İslâmın alâmeti olan şeyler. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.)
TAHAKKUK : Delil ile ispat edilme, gerçekleşme.
TAHATTUR : Akla gelmek, hatırlamak.
TAHAYYÜL : Hayâle getirme, fikir kurma, hayalde canlandırma.
TASARRUF : Birşeyin sahibi olup, idâre etme, mülkünü istediği gibi kullanma.
TASARRUFÂT-I KUDRET : Kudretin tasarrufları.
TAVR-I AKIL : Akıl çizgisi, akıl ölçüleri. Aklî muhakeme.
VECH-İ MÂNASI: Anlam tarafı. Mana yönü.