Nurcular inisiyatifi ele almalı
Gazeteci-Yazar M. Ali Bulut, Demokratik Açılım sürecini, Risale-i Nur talebelerinin yapması gerekenleri anlattı
Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
Gazeteci-Yazar M. Ali Bulut, Demokratik Açılım sürecini, Risale-i Nur talebelerinin yapması gerekenleri anlattı.
AÇILIM TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ “İNSANİLEŞTİRME” PROJESİDİR
Risale-i Nura göre “Demokratik Açılım Sürecini” nasıl yorumlarsınız, nasıl olabilir?
Hükümetin başlatmış olduğu demokratik açılım sürecinin henüz gerçek anlamda ne olduğu anlaşılmış değil. Doğrusu ben tam bilemiyorum. Netleşmiş bir program da yok. Esasen (bazı yazılarımda da ifade ettim) bu açılımı Türkiye Cumhuriyetini “insanileştirme” projesi olarak görüyorum. Veya açılım böyle bir şey olmalı yoksa sadece bir kesimin veya sadece bir rahatsızlığın giderilmesi için yapılacak bir çalışma olacaksa bu bir anlamda pansuman çözüm olur.
Çünkü bu sistemin işleyişinden rahatsızlık duyan sadece (isterseniz ismini de koyalım) Kürtler değil. Büyük anlamda bir insani problem var. Genel anlamda insanlık sorunu var. Mesela bir din sorunu var, hürriyetlerin kullanımı sorunu var, kimliklerin tanınması sorunu var, konuşma sorunu var, yani çok sorun var. Bu sorunların hepsini bir Kürt açılımına ve Kürtlerin şarkı söylemesine, Kürtlerin dillerini kullanmasına indirgersek bu tanımlama yanlış olur. Bu şu demek değildir. Kürtlerin acilen çözülmesi gereken sorunları yoktur anlamına gelmiyor.
Üstad’ın meseleye bakışına gelirsek: Üstadın yaklaşımı bir Kürdü veya şunu kurtarmak, bunu kurtarmak değildir. Üstad aslında rejimin kendisiyle de uğraşmamıştır. Rejimin karşıtı olan düşünce yapısına veya bu rejimin insani olmayan veya insanın fıtratına, ferdin hukukuna aykırı olan taraflarına, insanı düşünür bir tarzda, insan endeksli bir yaklaşım biçimi oluşturmaya çalışmıştır. Bugünkü anlamda buna demokratlık denebilir. Ama bugünkü demokrasi onun anlatmak istediği ile tam örtüşmüyor. Çünkü bugünkü demokraside hürriyetin sağlıklı bir tanımı yoktur. Günümüz demokrasisinde “başkasına zarar vermediğin sürece her haltı yapabilirsin” diyor. İslam böyle bir hak tanımaz. İslam meşru hürriyetin tarifini yapar. Bu meşru hürriyet içinde kişi kendi şahsına ve kendi zatına karşı da mesuldür. Dolayısıyla bir oto kontrol vardır. Yani, Demokrasinin içerisinde ferdin ıslahı gibi bir program yoktur. Ama İslam’ın içinde ferdin ıslahı gibi bir program vardır. Kişiyi kendi nefsine karşı da mesul tutar.
REJİMİN TEMEL TAŞI, “İNKÂR-I ULÛHİYET” ÜZERİNE İNŞA EDİLMİŞ
İslam’da cihat üçe ayrılır. Bunlardan biri tanesi dahili düşmana karşı cihattır. Yani yakın tehlike oluşturmuş bir düşmana karşı cihattır. İkincisi, şeytana karşı cihattır.
Üçüncüsü insanın kendi nefsine karşı cihattır. Bu insanın kendi nefsine karşı cihadında kendi vücuduna zarar vermemek vardır. Kendi sağlığını korumak vardır. Beyin sağlığını korumak vardır. Yani kendi sağlığını tehlikeye atacak her şeyi İslam haram kılmıştır.
Mesela bugünkü sistemde bazen insanlar başkasına zarar vermiyor ama kendi başına sıkıyor kurşunu ölüp gidiyor. Bir şey yapamıyorsun, bir ceza uygulayamıyorsun. Ama İslam buna bir ceza koyuyor. Diyor ki, “sen kendini öldürürsen ebediyen cehennemliksin.” Dolayısıyla bu iki sistemin temelde bir takım uyuşmazlıkları vardır.
Bugün içinde bulunduğumuz rejimin temel taşı, “inkâr-ı Ulûhiyet” üzerine inşa edilmiştir. Bu yaklaşımın insan tarifi problemli, kültür tarifi problemli, devlet tarifi problemli… Hangisini açacaksınız? O nedenle benim tarif ettiğim yaklaşım İnsan çerçeveli bir yaklaşımdır, insani olmalıdır.
Eğer bu yapılmazsa sadece Kürt açılımı olursa, ben açık söylüyorum bu ikinci bir Tanzimat olur. Çok dikkatli davranmak zorundayız. İkinci Tanzimat olduğu zaman Birinci Tanzimat’tan daha büyük bedeller ödenir. Bu açıdan açılımı geniş tutmak lazım…
Bu laiklik rejimini, kendi halkını ötekileştiren yaklaşımdaki bir rejimi: kendi halkının efradının sağlığı neyi gerektiriyorsa, inancı-düşüncesi neyi gerektiriyorsa kendini ona göre yapılandıran bir devlet yönetimine dönüştürmek zorundayız.
Bu rejim önce kendisini kurmuştur daha sonra kendisine göre bir halk “yaratma”, bir ırk “yaratma”, bir prototip “yaratma” iddiasına girmiştir. Şehir seçimi de -bu Ankara’nın seçimi de- ona yönelik bir seçimdir. Yeni bir insan tipi yaratma çabasıdır. Bunun içinde İslam yoktur varsa bile adıyla vardır. Nitekim Diyanet İşleri bu sistemin içinde vardır. Ama kontrol altındadır. Bu rejim laik bir rejimdir. Oysa gerçek laiklikte dine müdahale olmaz. Kendi başına kimse sahiplenmez. İnanıyorsa inanıyordur, inanmıyorsa inanmıyordur. Devlet onunla uğraşmaz devlet dinle uğraşmaz. Burada maksat, amaç farklı… Adı Müslüman, İslamiyet’ten haberi yok.
Dolayısıyla Risale-i Nur ekseninde bir açılım denildiği zaman, eksenine insan sıfatının hanif düşüncesinin oturtulduğu bir açılım olabilir. Yoksa işte “şuradaki bir vida gevşemiş ben bunu sıkayım, şuradaki çark dişleri kırılmış bunu düzelteyim” olmaz. O durumda da sistem devam eder. İnsanı ezmeye devam eder.
Sistemin bir halka ihtiyacı var. Modellediği bir halk olmalı… İşte biz de o halk oluyoruz. Hâlbuki fıtri olan şudur; bir halk vardır, bir millet vardır, onun devleti vardır. Devlet onun siyasi erkinin açığa çıkmış bir biçimidir. Bizde öyle bir şey yok. Biz de bir devlet var ve o devletin de bir düşünce biçimi var, herkesi de o düşünce biçimine uyduracak…
Cumhuriyetin, ben buna genelde TC diyorum. Aslında Cumhuriyet demiyorum… Türkiye Cumhuriyeti dediğim zaman bu milletin cumhuriyetini anlamak istiyorum. Bu halkın devletini anlamak istiyorum. Ben buna saygı duyuyorum. TC bir bulgudur. O bulgunun tümüyle değişmesi lazım Yoksa sadece Kürt açılımı olarak ele almak meseleyi çözmez…
İşte görüyoruz. Açılım dedikçe çözülüyorlar, açılım dedikçe şımarıyorlar, açılım dedikçe yanlış yapıyorlar. Mesela bir gün önce siyasetten çekileceklerini söylediği halde bir gün sonra çıkıyor diyor “ben İmralı’dan talimat aldım parlamentoda siyaset yapacağım.” Bir politikacı böyle olmaz. Parlamentoya gitmiş bir insan başkasının talimatıyla hareket etmez. Ediyorsa bir yanlışlık vardır. Onu o zaman o parlamentoya sokmamak lazımdır. Bunlar kasıtlı ve maksatlı bir şekilde dışarıdaki insanların parmağı gibi evimizdeki içimizdeki elleri gibi maalesef ülkeyi parçalamaya zorluyorlar.
Evet, iktidar belki hazırlıksız veya özgürlük çerçevesinde görüyor meseleyi ama diğer insanların da bu ülke yara aldığı zaman veya bu ülkeye problem geldiği zaman, bir iğne batacağı zaman kendisine de batacağını bilmesi lazım.
AÇILIM İMAN VE İHYA MESELESİ OLARAK GÖRÜLMELİ
O nedenle açılımı bir insan problemi olarak görmemiz lazımdır. Bu bir iman ve bir ihya meselesi olarak görülmesi lazımdır. Yoksa hiçbir manası olmaz. Ve ben ciddi korkuyorum… Bu bir Tanzimat olacaktır diye korkuyorum.
“Suikastçı varmış” deniyor. “Orada bir asker bilgi sızdırıyormuş” deniyor. Neyi sızdırıyor? Senin kirliliklerini, senin yanlışlıklarını sızdırıyor. Yanlışlıkları sızdıran askerin peşine düşen var, ama sistemi çökertmeye çalışan insanları ise kamufle etmeye çalışıyorlar. O açıdan açılımın çok da rahat yapılacağı bir ortam yok. Son derece müteyakkız olunması lazım ve adının doğru konulması lazımdır.
Kürde bir açılım, Kürde bir nimet gibi bu verilirse Türkiye Cumhuriyeti bundan zarar görür. Kürdün ihtiyacı var, ama benim de var, ötekinin de var. Meseleye böyle bakmak lazımdır. Yani Üstadın bakışı budur, Üstadı bir Kürt milliyetçisi durumuna düşürmemek lazım. Üstad bir Kürt milliyetçisi değil. Üstad bir Türk milliyetçisi de değil. Üstad yalın olarak ne Kürdü övmüştür ne de Türkü övmüştür. Elbette ki, Kemalizm karşısında zulme uğramış Kürdü de desteklemiştir, zulme uğramış Türkü de desteklemiştir.
Bediüzzaman bir İslam mücahididir. İslam çatısı, Vahiy çatısı altında, haris fıtratında olan Yahudi’sini de Hıristiyan’ını da başka bir dinden olan insanları da yani insanlık fıtratı üzerinde birleşen herkesi kucaklayan bir yapıda…
Kastamonu Lahikasında Hıristiyan çocuklarının savaştırılması ile ilgili mektubun sonunda dört gurubu sayar, bunların manen bir nevi şehadet kazandıklarını söyler. Bu dört gurup din için çalışanlar değildir, “hukuk-u beşer için çalışanlar, insanın rahatı için çalışanlar, çevrenin rahatı için çalışanlar ve insanın muhafazası için çalışanlar” diyor. Yani İnsanın fıtratının lazımesi olan haklar neyse onların korunması lazımdır.
RİSALE-İ NUR’DA BİR HÜRRİYET ORTAMI VAR
Açılım ile ilgili Nur Talebelerine düşen bir görev var mı? Varsa nelerdir?
Bana göre Nur Talebelerine düşen görev: Risale-i Nurun içindeki demokratlığı, insaniliği, insana ve çevreye olan saygıyı kendi reçeteleri üzerinde göstermeleri lazım… Hızla Risale-i Nur talebeleri tarikatçı olmaya başladılar. Hızla bir tarikat havasına sokmaya başladılar. Risale-i Nur bir tarikat değil, Risale-i Nur herkesin (babası, dayısı, amcası, şeyhi, hocası olmadığı için) içine girebildiği bir yerdir. Kategoriler çoktur, siz, içine girip onu doğru anlayıp kendinize uyguladığınız zaman bir anda bir abi statüsüne yükselebilirsiniz, halbuki diğer tarikatlarda epey dirsek çürütmeniz lazım.
Yani Risale-i Nur’da bir hürriyet ortamı var. Onu bozmamak lazım ve tarikata doğru gidişine dur demek lazım. Risale-i Nur, devletin dine sahip çıkmadığı ortamda veya devletin bir din probleminin olmadığı bir ortamda bir müminin dini yaşama geçirmesidir. İnsana dini yaşama pratiği veriyor. Risale-i Nur’a böyle bakmak lazım. Demokrat, insan öncelikli, çevre öncelikli, bir insan tipi oluşması lazımdır.
RİSALE-İ NUR TALEBELERİ ÖNE ÇIKIP IZDIRABA SAHİP ÇIKMASI LAZIM
Bu konuda somut önerileriniz var mı?
Evet, Abdullah Yeğin abi ile yaptığımız röportajda söylemişti. “Herkes Risale-i Nuru okumaya başladıysa, herkes Risale-i Nuru anlatmaya başladıysa da siz yeniden dönün Risale-i Nur okuyun” diyor. Hakikaten bu cemaat öğle vaktini geçti artık, tekâmül açısından söylüyorum. Artık şebabet çağını, gençlik çağını geçti, olgunluk dönemine girdi, kırkını geçti… Cemaat artık bu eserlerin hakikatine uygun meslekler ortaya koymaları lazımdır.
Türkiye’de bir ızdırap ortaya çıktığında ilk olarak Risale-i Nur talebelerinin öne çıkıp bu ızdıraba sahip çıkması lazım, insanlık adına, din adına değil… Bu ızdırap mesela Hırant Dink de olabilir, mesela nahak yere kınanmış bir milliyetçi-ülkücü de olabilir, bir Kürt de olabilir. Kim zulme uğramışsa Nur Talebeleri demokratlık adına insanlık adına bunlar şahidi olduklarını, yeryüzünde Cenab-ı Hakkın bu insanların şahitleri olduklarını göstermek zorundalar. Ve bu da insanlıkla olabilir, bir dine bağlılıkları vardır elbette yani Müslümandırlar, yani vahiy çatısı altında insanlık iki taraftır: Allah’a inanan, şeytanın tarafında olan. Nur Talebeleri Allah’ın tarafında olan, fıtratın ve hakikatin tarafında olan, her birisini günün Musa’sı olarak görüyorum.
Hiçbir Firavun’un zulmü karşısında hiçbir Musa “bana ne” diyemez. Nur talebeleri böyle olmaları lazım… Bu da ancak Risale-i Nur’u okumakla olur. Ama Risale-i Nuru masal okur gibi tekrar ederek okumasınlar. Çünkü belki bugüne kadar o gerekli olabilirdi, bir mıknatıslanma, bir psikoloji meydana getirmek için Risale-i Nuru sürekli okumak icab ediyordu. Ancak bu defa tekrar dönsünler okusunlar ama anlamak ve kendi nefislerine uygulamak için okusunlar. Ezberlemek ve dua niyetine değil. Risale-i Nur dua olarak da kıymetli bir kitaptır, ama Risale-i Nur talebeleri bir sosyolog olarak meseleye baksınlar, bir psikolog olarak meseleye baksınlar, bir hukuk felsefesi açısından baksınlar.
Yeni içtihatların oluşturulması, yeni bir hukukun meydana getirilmesi açısından baksınlar. Çünkü, mevcut geleneksel İslam hukuku artık bu çağın insanına hitap etmiyor. Yasaklarla kural koyuyor. Halbuki eskiden sigorta yoktu, bugün sigorta var, eskiden kasko yoktu bugün kasko var. Şimdi siz bunu hangi hukukun içerisine koyabilirsiniz. Hangi İslam hukuku ile çözebilirsiniz. Dolayısıyla bugünün insanının problemlerini görsünler ve ona göre çözüm üretsinler.
RİSALE-İ NUR’U ASPİRİN HALİNE GETİRMEK LAZIM
Asırlarca biz “her şey Kur’an’da var” dedik sadece, ama her şeyi Hıristiyanlar buldu, bir zaman gelecek Risale-i Nur için de aynı şeyi söyleyeceğiz. İşte “Üstad bunu söylemiştir, Üstad Hıristiyan’a da sahip çıkmıştır, Üstad Alevi’ye de sahip çıkmıştır, Ermeni’ye de sahip çıkmıştır… Ne diyor “şu milletin bekası Ermenilerle dostluk kurmaya vabestedir” diyor. Yani biz bunları söylemekle bir yere varamayız.
Ermeni, ızdırap içinde sen bana ne söylüyorsun… Kürt, ızdırap içinde sen oradaki bilgiyi çıkarıp çözüm üretmiyorsun, işte öbürünün bir derdi var ama senin umurunda değil, sen oturuyorsun okuyorsun “Aaa!.. Üstad ne kadar güzel şeyler söylemiş” diyorsun. Hayır efendim… Yani, artık Risale-i Nurun içindeki özleri senin de ötekinin de kullanabileceği aspirin haline, gripin haline getirip vermek zorundasın...
ÇOK CİDDİ İŞLERİMİZ VAR, ÇOK YAPILACAK ŞEY VAR
Yani, şöyle diyebilir miyiz? Nur Talebeleri artık İslamiyet’e ait doğruları ve doğru İslamiyet’i fiilen göstermeleri lazım.
Evet fiilen göstermeleri gerekir. Yani, Nur Talebelerinden öyle bir sosyolog çıkmalı ki, bugüne kadar sosyoloji ile ilgili her türlü bilginin önünde olmalı… Madem sosyoloji dedik ondan misal verelim. Mesela Üstad asla bilinen usullerle bir tanımlama yapmıyor. Bu gün bizim sosyolojide öğrendiğimiz sosyal katmanlara göre tanım yapmıyor. Toplumu altı sınıfa ayırıyor. Çocukları bir sınıf yapıyor, ihtiyarları bir sınıf yapıyor, hastaları bir sınıf yapıyor, musibetzedeleri bir sınıf yapıyor, gençleri bir sınıf yapıyor. İşte esas olan budur. Yani nasıl ki, bir insana soruyorsunuz “özgeçmişiniz nedir?” diye… O da cevap veriyor. “Şurda doğdu, şurda büyüdü, şurda da okulu bitirdi.” Halbuki o değil ki, nerede ne tür bir ızdırap çektin? Boşandın mı? Ayrıldın mı? Kafana bir taş mı düştü? Bunlara cevap verilmelidir. Zira insanı insan yapan ızdıraplarıdır, çektiği sıkıntılardır, yaşadığı olaylardır. Kazandığı zaferlerdir. Yani psikolojik sıkıntılardır.
Aynısı toplum içinde uyguluyor. Bu toplumda sadece gençler veya sadece zenginler ve fakirler yok ki, sadece erkekler ve kadınlar yok ki, hepsi vardır. Bir spiral gibi iç içe hepsi birbirini görüyor. Mesela çocuklar vardır, kırk yaşındaki elli yaşındaki insanların ızdırapları, dertleri onların umurunda mıdır? Orada başka bir dünya var. Mesela benim babam hastanede yatıyor, çaresiz bir şekilde kendi durumu ile muzdarip, onun için dünya siyaseti veya meydana gelen bu çekişmeler ve çatışmalar onu ne kadar ilgilendirir. Onun en büyük ihtiyacı ona Kur’an okumaktır veya ahiret ile ilgili teselli bahşedici şeyler söylemek lazımdır.
İşte Üstad beşere böyle bir gözle bakmıştır. Hiçbir Nurcu çıkıp bunu bir sosyolojik zemine bir psikolojik zemine oturtmamıştır. Çok ciddi işlerimiz var. Çok yapılacak şey var.
NUR TALEBELERİ ANSİKLOPEDİK BİLGİLERDEN KURTULMALI
Ama ben kendimi bu açıdan cahil sayıyorum. Çünkü herhangi bir alanda uzmanlığım yok, tek bir konuda ciddi bir çalışmam yok… Zaman ansiklopediler zamanı değildir, zaman genel bilgileri vermek zamanı değildir. Zaman her konuda en derine inme zamanıdır. İnilebilecek kadar derine inme zamanıdır. Oysa bizim ansiklopedik bilgilerimiz var. Bu ansiklopedik bilgilerle bir çare bulamazsın, bir sıkıntıyı gideremezsin…
Nur Talebeleri ansiklopedik bilgilerden kurtulup lokal ve her probleme karşı çözümler önerebilen insanlar olarak kendilerini yetiştirmeleri lazımdır. Çok “mübarek” insanlar olarak kalmaları yetmiyor. Hakikaten bakıyorum, Nur talebeleri çok mübarek, insan onları gördüğü zaman melaike görmüş gibi oluyor. Böyle olmaları çok güzel şeyler başlangıçta meseleye vukuf oluncaya kadar yolumuzu aydınlatırız ama ince meseleler önümüze geldiğinde tıkanıp kalırız.
Hz. Ömer kendi zamanında sahabeler içinde kaht-ı ricaldan bahsetmiştir. Adam yokluğundan yakınmıştır. Sahabe olmak başka bir olaydır. İşi yapmak, işi düzgün götürmek ayrı bir olaydır. Sen evliya olabilirsin ama idarecilik yapamazsın…
O nedenle işi bilen işin başına geçip “ben bu işi yapabilirim” diyerek talip olabilecek insanlara ihtiyaç vardır. Dershanelerimizde aziz ve mübarek insanların yetiştirilmesine devam ediliyor. Ben diyorum ki, artık bu insanların bir işi öğrenip işin başına geçmeleri gerekir, o zaman gelmiştir.
Bana kızabilirler ama birilerinin bunları uyarması lazım… Yani ehl-i himmetin ayağa kalkması lazım. Benim ne Risale-i Nura ne de Nur Talebelerine söyleyecek bir sözüm olamaz ben sadece mevcut fotoğrafı aktarıyorum.