Bediüzzaman Asya’ya meşvereti önermişti

Bediüzzaman Asya’ya meşvereti önermişti

Üniversiteli gençler DKM’de sunulan seminerde “meşveret” konusunu masaya yatırdılar

H. İbrahim Önal’ın haberi

RisaleHaber-Üniversiteli gençler DKM’de sunulan seminerde “meşveret” konusunu ele aldılar.

Eğitim Fakültesi öğrencisi Resul Olca’nın sunduğu “Meşveret “konulu seminerde meşveret ve esasları ile ilgili ayrıntılı bilgilere yer verildi. “Meşveret nedir? Niçin meşveret etmeliyiz? Meşveretin esasları, Peygamber Efendimiz (a.s.m)’in meşveret anlayışı, En büyük kıt’a Asya neden geri kaldı?” gibi önemli konuların yer aldığı seminere ilgi yüksekti.

“Meşveret, şura, istişare ve müşavere ile aynı kökten gelip “danışma”  “görüşüp anlaşma”  “konuşup bir karara varma” anlamlarına gelir” sözleriyle seminerine başlayan Olca, “ Meşveret İslami hüküm metotlarından “icma” (toplanma)’ ya ilişkindir. Yani herhangi bir konuda şura heyetinin toplanıp bir karara varmasıdır. Bir nevi sosyal karar mekanizmasıdır.” dedi.

Niçin meşveret etmemiz gerektiğine dikkat çeken Olca, Evvela ”ve emruhum şura beynehum”(onların ararlarındaki işleri meşveret iledir) ve “veşavirhum fil emr” (ve işlerde onlarla istişare et) ayet-i kerimelerinde yüce Allah meşveret etmeyi öncelikle Peygamber Efendimiz (a.s.m)’e dolayısıyla bütün Müslümanlara farz kılmıştır. Peki, farzlar niye yapılır? Örneğin orucu Allah emrettiği için tutarız, sağlık ve başkasının halinden anlama da orucun bu dünyadaki meyveleridir.  Meşveret de aynen oruç gibi evvela Allah emrettiği için yapılmalıdır. Daha sonra sağlıklı karar alma da meşveretin bu dünyadaki meyvesi olur.” dedi.

Asr-ı saadette hak ve batıl yüzde yüz birbirinden ayrıydı diyen Olca, Sahabelerin Resulullah (a.s.m)’dan aldıkları terbiyeyi hayatlarının bütün alanlarında uyguladıklarını, böylece hak ve batıl, aydınlık ve karanlık gibi birbirinden ayrıldığını, böyle olmasına rağmen Peygamber Efendimiz (a.s.m), vahiy ile bildirilen konular dışında hiç bir konuda sahabeleriyle meşveret etmeyi elden bırakmadığını, dolayısıyla  hak ve batılın iç içe olduğu bu ahir zamanda bizim meşveret etmeye ne kadar ihtiyacımızın olduğunun aşikar olduğunu belirtti.

diyarbakir_resul_olca_haberici.jpg

Olca, “Meşveret, hak ve hakikati ortaya koyma ve mevcut şartlar içinde yapılması gerekeni en isabetli şekilde yapma imkanı verir. Çünkü meşveret, insana tek akıl ile düşünüp karar vermektense şura ekibiyle beraber daha fazla akıl ile düşünüp en doğrusunu yapma imkânı verir. Bir araya gelip karar veren ümmet için Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez.” Bu Hadis-i Şeriften de anlaşılacağı gibi gerçekten tek akıl ile düşünüp karar vermektense daha fazla akıl ile düşünüp karar vermek arasında büyük fark vardır. Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri de şöyle söylemiştir: “Meşveretin hüküm sürdüğü yerde şüphelerin yeri olmaz, batıl hak suretini giymekle fikirleri aldatamaz. Bir meseleyi fertler iki göz, iki kulak, bir akıl ile görür, işitir ve değerlendirir. Meşveret ise (meşveret heyeti sayısınca) on gözle görür, on kulak ile iştir, beş akılla değerlendirir.” Meşveretin sırrı ile on adam bin adam kadar iş görür” ifadesinde de bu hakikati görmek mümkündür.” dedi.

Bu zamanda meşveretin en güzel örneğinin cemaatler olduğunu söyleyen Olca, “Cemaatler içinde de özellikle Risale-i Nur cemaatleridir. Risale-i Nur mesleğinde ferdiyetçilik değil cemaat ve birlik şuuru hâkimdir. Üstadımızın dediği gibi “zaman şahıs zamanı değil şahs-ı manevi zamanıdır. Risale-i Nur’da şahıs yok şahs-ı manevi vardır. Şahs-ı manevi, hayırlı bir meslekte bir arada bulunan kimseler manasına gelir. Bu kimselerin birlikte hareket etmeleri, birlikte adım atmaları ve birlikte karar almaları çok önemlidir. Çünkü ortak alınan kararlarda yanılma payı neredeyse yoktur. Zaten meşveret de bunları gerektiriyor.” dedi.

Olca, “Bugünkü insanlığın varmak istediği nokta hakiki cumhuriyettir. Cumhuriyet de adalet, meşveret ve kuvvetlerin birleşiminden ibarettir. Eskiden filozoflar pek çok sahada söz sahibiydi. Bir kral, bir padişah, bir şeyh, bir lider pek çok işi görüyor ve götürüyordu. Ancak bu zamanda bunlar mümkün olmadığı için bu işleri meclisler ve şuralar yürütmektedir.” dedi.

Meşveretin Esaslarını belirten Olca, “Öncelikle meşveret Allah rızası için yapılır. Şahsi garaz ve öfkelere asla yer verilmez. Çünkü meşverette amaç hakkın ve hakikatin ortaya çıkmasıdır. Yoksa kendi fikirlerini kabul ettirtme zemini değildir. Bu durumlarda “fena fil-ihvan” ve “tefani” yani kardeşlerde fani olmak düsturlarını her zamankinden daha fazla yaşamak gerekir. Temel hükümler ve haklar asla meşveret edilmezler. Temel hükümlerden kasıt hükmü Kur’an ve sünnetlerde belli ve sabit olan konulardır. Meşveret bu hükümlerin uygulanışı hakkında yapılabilir. Örneğin savaşlarda dahi “Savaş var diye namazı kılalım mı kılmayalım mı?” diye bir meşveret yapılamaz. Ancak hızlı kılınabilir. Bir başka esas ta, meşverete katılacak kişilerin meşveret edilecek mesele hakkında mütehassıs (ihtisas sahibi) ve ehil olmaları gerekir. Bilindiği gibi cemaatin çeşitli sahaları var. Bunlar; eğitim, sosyal, para, dershane, dersler vb.dir. Cemaatteki kişiler bu sahalara ayrılarak kendi sahalarında ihtisas sahibi olurlar. Kim hangi komisyondaysa onunla ilgili meşverete girmelidir, ilgisi olmayan meşveretlere girmesine izin verilmemelidir. Bu hususta Zübeyir Ağabey’in “Eğer her meseleye herkesi dâhil ederseniz, ehil olmayanlar işin içine girer, rast gele kararlar alınır, doğruluk ve istikamet payı azalır.” sözü başka söze ihtiyaç bırakmıyor.” dedi.

diyarbakir_resul_olca_haberici1.jpg

Meşverete hazırlanarak ve gerekli dokümanlarla gelinmenin bir başka meşveret esasının olduğuna dikkat çeken Olca, “Meşverette sataşma, hakaret ve alayvari konuşmalar yapılamaz. Meşveret tam bir hürriyet ortamı olmalı, fikirler hiçbir tahakküm altında kalmadan söylenmelidir. Meşveret ilkeleri Üstadın “Bundan sonra her meselemizde emir Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benimde şimdi bir reyim var” şeklinde çizdiği çerçeve ile örtüşecek biçimde olmalıdır.” dedi.

Meşveret etmek aynı zamanda Risale-i Nur mesleğinin acz, fakr ve şefkat mesleğini anlamak ve hazmetmek olduğunu ifade eden Olca, “İnsan aciz ve fakir olduğunu anlarsa enaniyet ve kibre yönelmez, başkalarının düşüncelerine müracaat eder ve saygı duyar.” dedi.

Olca, “Ortaya çıkan karar savunucuları, muhalifleri ve karasızları da bağlar. Sonuç her üç anlayış tarafından da benimsenmek ve uygulanmak zorundadır. Çünkü Allahu Teala “kesin karar verdiğinde ise Allah’a dayan”(Ali İmran/159) ayetiyle meşveret sonucuna uymamız gerektiğini emrediyor. Yani karar verilmişse artık hemen tereddütsüz, emin ve kararlı bir şekilde uygulama safhasına geçilmelidir (Tevekkül). Bunun içindir ki, meşveret hakkı bulsa iki sevap var, bulmazsa bir nevi ibadet olan içtihat sevabı olarak bir sevap alır ve hatasından mazurdur. Mesela, Uhud Savaş’ı öncesi meşveretten “meydan savaşı” kararı çıkınca Resulullah (a.s.m) evine gider, zırhını giyer. “Meydan savaşı” diyenlerin bir kısmı gelip görüşlerinden vazgeçtiklerini söylerler. Resulullah “Bir peygambere zırhını giydiğinde artık çıkarmak yakışmaz” deyip bizim de meşveretten çıkan kararlara uymamızı ders veriyor. Ayet ve sünnetten de anlaşılacağı gibi meşveret kararlarına uymak ve uygulamak farzdır. Bununla beraber eğer uygulamayacaksa veya uygulanamayacaksa, durum gerekçeleriyle birlikte meşverete arz edilerek meşveret yeniden değerlendirir. Fakat meşveretten yani bir karar çıkıncaya kadar, önceden alınmış karara uyulmalıdır.” diye konuştu.
 
Olca, “Resulullah (a.s.m)’ın Kur’an’ın meşveret emrine titizlikle uyduğunu söylerken, akıl, zeka, feraset ve ileri görüşlülükte kimse kendisine yetişmediği halde vahiyle bildirilmeyen hususlarda ashabıyla istişareye son derece dikkat ettiğini, Hz. Enes (r.a): “Arkadaşlarıyla istişarede Resulullah (asm) kadar hassas olan birini görmedim.” derken dikkatleri bu noktaya çektiğini belirtti.
 
Resulullah (a.s.m), meşveret etmeye ihtiyacının olmadığı halde bu kadar hassas olmasını bir Hadis-i Şerifle belirten Olca, “Biliniz ki Allah ve Resulü müşavereden herhalde müstağnidir. Allah Teala bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare eylerse doğrudan mahrum olmaz, her kim terk ederse hatadan kurtulamaz” hadisinden anlaşılıyor ki meşverette Allah’ın bir rahmeti olarak bir doğruluk hikmeti vardır. Peygamber Efendimiz (a.s.m) Bedir, Uhut, Hendek savaşları öncesi ashabına danışmış, onların fikirlerini almıştır. Mesela, Bedir Savaşı öncesi orduya yerleşme emri verdiğinde sahabelerden Hz. Hubab b. Munzir (r.a) şöyle demiştir: “Ya Resulullah buraya yerleşmemiz vahiyle midir? Yoksa sizin kendi düşünceniz midir? Resulullah kendi düşüncesi olduğunu söyleyince Hubab, su olan bir yere yerleşmenin daha uygun olacağını ifade eder. Resulullah bu görüşten memnun kalır ve o doğrultuda hareket emrini verir.” dedi.

Olca, “Burada dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta da sahabeler Resulullah’ın (asm) peygamberlik yönüyle insaniyet yönünü birbirinden ayırabilmişlerdir. Peygamberlik yönünü ilgilendiren hususlarda sahabeye düşen fikir beyan etmek değil, itaat etmektir. Ama vahiy gelmeyen hususlarda, onların da görüş beyan etme hak ve hürriyetleri vardır. Dolayısıyla, “şeyhim dediyse doğrudur, ağabeyler en iyisini bilir” demek herhalde akıl karı değil ve akla ilk olarak Üstadımızın “Fert dahi de olsa cemaatin şahs-ı manevisine karşı sivrisinek kadar kalır.” sözü geliyor.” dedi.

Asya kıtasının geri kalma sebeplerine de değinen Olca seminerine şöyle devam etti:

“Bediüzzaman Hazretleri hürriyetin ikinci senesinde hürriyeti ve meşvereti anlatarak doğu aşiretlerini medeniyete ve ilerlemeye teşvik için yaz aylarında Van’a gider kış aylarında ise Şam’a geçer. Şam’da verdiği hutbede Ecnebilerin ve Avrupalıların ilerlemelerine rağmen İslam âlemini durduran ve ilerlemesine engel olan altı hastalıktan (ye’s, sıdk’ın hayat-ı içtimaiye-i siyasette ölmesi, adavete muhabbet, ehli imanı birbirine bağlayan nurani rabıtaları bilmemek, istibdat ve menfaati şahsiyesine himeti hasretmek) bahseder. Bu hatsallıklara çare olarak altı reçete söyler. Burada Asya kıt’asının yani İslam aleminin saadetlerinin anahtarını ve ilerlemelerini ancak istibdatı bırakıp meşvereti şer’iyeyi yapmakla elde edebileceklerini söyler. Çünkü bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat, baskı, diktatörlük, bir şeyi zorla kabul ettirmektir. Zorbalık, tek görüş, suistimal etmeye çok müsait bir zemin, zulmün temeli, insanlığın mahvedici, sefalat derelerine yuvarlandıran, İslam Alemini zillet ve sefalete atan, garaz ve düşmanlığı uyandıran, İslamiyet’i zehirlendiren, her şeye bulaşarak zehirleyen kötü bir haslettir. Bu hasletin hakkından ancak çok sesliliği, çok görüşü ihtiva eden meşveret ile gelinebilir ve meşveretin Müslümanların idare, eğitim sisteminin, hatta ferd, aile ve cemiyet yapısının her safhasında yer tutmalıdır. Nasıl ki nevi beşer bilgi birikimi adı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşerin ilerlemesi ve fenlerin esası olduğu gibi en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şura-yı hakikiyeyi yapmamasıdır. Çünkü yirmi birinci lem’a da izah edildiği gibi “haklı şura ihlâs ve tesanüdü (dayanışma) netice verdiğinden, üç elif, yüz on bir olduğu gibi, ihlâs ve hakiki dayanışma ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adam hakiki ihlâs, tesanüd ve meşveretle bin adam kadar iş gördükleri çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Örneğin Bedir savaşında üç yüz kişilik Müslüman ordusunun hakiki ihlas ve tesanüd ile üç bin kişilik müşrik ordusuna galip gelmiştir. Madem beşerin ihtiyacı fazla ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek azdır; özellikle dinsizlikle canavarlaşmış tahribatçı ve kötü insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hacetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad(dayanak noktası) ve o nokta-ı istimdat(yardımlaşma) ile yine imandan gelen şura-yı şer’i ile yaşayabilir, o düşmanlarını durdurabilir.”