Şeytanın insanı yakan en sinsi planı

Şeytanın insanı yakan en sinsi planı

Şeytan, çok sinsi bir varlıktır. Yapacağı şeyleri, dobra dobra ortaya koymaz. Her şeyi sinsice bir plan dahilinde yapar

Ali İhsan Er'in yazısı

Şeytan, insanın bir kısım davranışlarına göre insanla kolayca irtibat kurabilen hâricî bir kuvvettir. Şeytanın insan üzerinde tesiri vardır. Allah Resûlü bu durumu "Şeytan, insanda, kanın dolaştığı gibi cereyan eder" ifadesiyle anlatmaktadır. Şeytan insanın kalbine girer, onun içinde pek çok vesvese meydana getirerek insanın manevi dünyasının merkezi olan kalbini bozabilir. Burada en önemli etken, insanın, davranışlarıyla şeytana davetiye çıkarmasıdır. Malumunuz fizikte şöyle meşhur bir kanun vardır: Atomların hepsi pozitif yüklü olsa birbirini iter. Ama biri pozitif biri negatif olunca aralarında münasebet olduğundan dolayı birbirlerini çekerler. Kadınla erkek arasında böyle bir uygunluk olduğu gibi dış âlemle iç âlem arasında da aynı uygunluk söz konusudur. Aynen bunun gibi, şeytanla insan arasında bir uygunluk meydana gelirse çekme, olmazsa itme olur. Sözü şuraya getirmek istiyoruz. Şeytanın insan üzerinde tasarruf ortamını insan kendisi hazırlar. Bu hakikati ifade adına Resûlü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem): "Kul, günah işlediği zaman kalpte siyah bir nokta meydana gelir. Bu günah tövbe ile silinip cilalanmazsa her günahın ardından meydana gelen noktalar kalbi karartır ve ‘Onların yapageldikleri kötü işler gitgide kalblerini paslandırmıştır.’ (Mutaffifîn, 83/14) sırrı ortaya çıkmış olur" buyurur.

Şeytana davetiye çıkarma

Bu şekilde günahlarla kararan bir kalp, kendisini rahmet esintilerine karşı kilitlemiş olur. Dolayısıyla beslenemez ve şeytanın oyuncağı haline gelir. Bu vartadan kurtulmanın çaresi, işlenen günahlardan dolayı istiğfar edip yeni günahlara girmemek için de sürekli dua etmektir. Zira istiğfarla şerre kayma duygusu kesilir, dua ile de hayra yönelme takviye edilir. Bu iki silahı elde eden insan, Allah’ın inayetiyle şeytanın çok az münasebet kuracağı ya da hiç kuramayacağı bir durumu kazanmış olur. Böyle bir insana şeytanın boyunduruk vurması zordur. Dolayısıyla birinci çare, şeytanın ağına düşmemek için günahla ve şeytanla münasebet kuracak havaya girmemektir. İkincisi, kişi zaman zaman tefekkür etmeli, kendisini fikri bir operasyondan geçirmelidir. "Beni insan olarak yaratıp bu dünyaya gönderen kim? Dünyaya niçin gönderildim? Benden istenen şey ne? Kulluk görevlerimi yerine getirebiliyor muyum" vb. soruları kendisine sık sık sorup tefekkür iklimine açılma bu fikrî operasyonun en temel noktalarıdır. İnsanımız maalesef bundan uzaktır. Müminler kendilerini yenileyip, yeniden Kur’an’a eğilmeleri ve sonra Kur’an’ın solukları içinde hem kendi mahiyetlerinde hem de kainatta, Allah’ın kudret ve iradesiyle yazdığı eserlerini okuyarak, derin bir tefekkürle kendilerine bir yenilik kazandırmak mecburiyetindedirler ki, şevkleri ve zevkleri artsın ve günahlardan uzak bir hayat yaşasınlar.

İyi bir arkadaş ve çevre edin!

Üçüncü şart ise sürekli Allah’ın salih kullarıyla beraber olmak ve onlarla oturup kalkmaktır. Kötü insanlarla beraberliğin insan ruhuna her zaman olumsuz, yıkıcı tesirleri olur. Hadis-i şerifte, "Kömürcünün veya körükçünün yanında oturana körüğün kokusu, aktarın yanında oturana da misk kokusu siner" buyrulmaktadır. Mevlânâ’nın bu konuda anlattığı bir temsile göre, biri gülyağcı çarşısında ıtriyatla (koku alım-satımıyla) uğraşan, diğeri de debbağlar çarşısında derileri tabaklayan iki kardeş varmış. Bir gün deri işiyle uğraşan kardeş, diğer kardeşini ziyaret maksadıyla ıtriyatçılar çarşısına gelir. Alışık olmadığı güzel kokular burcu burcu burnundan içeriye girince başı döner ve hemen oraya yıkılıverir. Adamın bayıldığını gören konu komşu hemen başına koşuşurlar ve ayılması için burnuna gülyağı serperler. Vaziyetten haberdar olan kardeşi, "Yahu! Ne yapıyorsunuz, öldüreceksiniz adamı" der. Sonra koşar hemen yanı başlarında bulunan mezbelelikten kötü kokulu bir çöp getirir, burnunun önüne koyarak yavaş yavaş üflemeye başlar. O kötü koku kendini adamın ciğerlerinde hissettirince adam kendine gelir, canlanır. Evet, bu iki âlem arasında böyle uzak bir mesafe vardır. Günahlar ise iki âlemin arasını kapatır ve şeytanla insanı yüz yüze getirir. Hazreti Âdem’den bu yana en büyük hasmımız olan şeytanın şerrinden Allah bizi muhafaza buyursun!

Yüksek sesli müzik dinlemek kul hakkına girer mi?

Soru: "Bilmiyorum farkında mısınız ama çok gürültücü bir toplum haline geldik. Gereksiz yere çalan klakson sesleri, yüksek sesli dinlenen müzik, sokak aralarında yapılan düğünler, askere uğurlama merasimleri vs.. her tarafta ciddi bir gürültü kirliliği söz konusu. Size meselenin dini boyutunu sormak istiyorum. Gürültü kirliliği kul hakkına girer mi?" İsmail Gökçe

Cevap: İsmail Bey, gerçekten benim de çok hassas olduğum bir konuya temas etmişsiniz. Gürültü kirlilikleri kul haklarını yakından ilgilendiren bir durumdur. Özellikle günümüz dünyasında iç içe kurulan apartman ve siteler içerisinde yaşayan insanların gürültü kirliliğine son derece dikkat etmeleri gerekiyor. İşlerinden yorgun bir şekilde evlerine dinlenmek üzere gelen insanların dinlenme hakları vardır. Bu haklara saygılı olunmalı, yüksek sesli müzik dinleyerek başkaları rahatsız edilmemeli. Gece yarıları bu konu daha çok dikkat istiyor. Bir kamu kuruluşunun kamu maslahatına zorunlu olarak yaptığı bir çalışmadan dolayı çıkardığı ses ve gürültünün bir mazereti olabilir. Fakat insanların dinlenme ve istirahat etme hakkını ihlal edecek derecede şahsî arzudan kaynaklanan ve gereksiz yere çıkarılan gürültünün kul hakkını ihlal olduğu açıktır.

Eğlence de bir ihtiyaçtır fakat...

Eğlence hakkı da insanların bir ihtiyacıdır. Fakat bu ihtiyacın giderileceği eğlence yerlerinde de uyulması gereken bir takım kurallar belirlenmiştir. Bu kurallara uygun hareket etmeyenler kul haklarına girdikleri gibi bu tür eğlence merkezlerini şehir içinde insanların meskenlerine yakın yerlerde açılmasına izin veren idarecilerin de kul haklarına girdikleri bilinmelidir. İnsanlar kendi evlerinde de eğlenebilirler. Fakat başka bir insanın hürriyetinin engellendiği yerde, mesela onun dinlenmesi gerektiği bir yerde buna mani olacak tarzda onu rahatsız etmek, yüksek sesli müzik dinlemek de kul hakkını ihlal manası taşır. Hak ve özgürlükler, başka hak ve özgürlükleri ortadan kaldırıyorsa, o noktada artık bir hak ve özgürlük olmaktan çıkıyor. Asker sevk günlerinde de eğlenmenin dozunu aşan ve başkalarının istirahat hakkını ihlal eden tavırları da bu kategori içinde değerlendirebiliriz. Ahirette Rabbimiz’in huzurunda bize en çok zor durumda bırakacak hususlardan birisinin de kul hakkı olduğunu unutmayalım.

Keşke her esnaf Ebû Hanîfe Hazretleri gibi hassas olabilse!

Ebû Hanîfe Hazretleri, ilimde olduğu kadar insanlara örnek olması bakımından da hakikaten yegâne örnek sîmâlardandır. Hele onun ticaret hayatındaki ahlâkı ve örnek davranışları ibretlerle doludur. İşte size onun örnek hayatından bir tablo: Ebû Hanîfe Hazretleri, ticaretle geçinen hayli servet sahibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticârî işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dâiresi içinde olup olmadığını kontrol ederdi.

HELAL KAZANCINI LEKELEME!

Bu hususta o derece hassastı ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman’ı kumaş satmaya göndermiş ve ona: "Ey Hafs! Malda şu şu özürler var. Onun için bunu müşteriye söyle ve şu kadar ucuza sat" demişti. Hafs da malı İmâm’ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe Hazretleri, Hafs bin Abdurrahmân’a: "Kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun" diye sordu. Hafs’ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine Ebu Hanife Hazretleri, helâl kazancının lekeleneceği endişesiyle, satılan maldan elde edilen kazancın tamamını sadaka olarak dağıttı. İşte onun bu takvâsı, maddî-mânevî ticaretine ziyâdesiyle bereket oldu.

Evrendeki kusursuz tasarım tesadüf olabilir mi?

Gözlerimizi açıp varlığın çehresine baktığımız zaman, vücudumuzdaki hücrelerden ta en yüksek sistemlere kadar her yerde baş döndürücü bir ahenk ve göz kamaştırıcı bir nizamın hakim olduğunu görüyoruz. O minik hücrelerin, düzenli bir ordu gibi sevk ve idare edilmeleri, oluşturdukları beden için, hep yararlı olma yolunda hareketleri ve daha bir sürü vazifeleriyle fevkalade bir plan ve programı, o plan ve programda her şeye hükmeden bir planlamacıyı göstermiyor mu?

BİR DUA

Bütün günah ve kusurlarımızı bağışla ya Rabbi!

Rabbimiz, Senden bütün varlığı kuşatan rahmet havuzuna bizi de almanı diliyoruz; işte kalblerimiz de bu duygularla Senin ulu dergahına yönelmiş bir vaziyette. Bize merhametinle muamele et... Bütün günahlarımızı ve kusurlarımızı mağfiret eyle... Ömrümüzün geri kalan kısmında da bize sıhhat, afiyet ver ve bizleri salih ameller işlemeye muvaffak eyle!
Bugün