Muhabbet, baki bir Zata yöneltmek için verilmiş
Günün Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Birinci defa (Ey Baki olan Allah! Ancak Sensin baki.) bir ameliyat-ı cerrahiye hükmünde kalbi mâsivâdan tecrit ediyor, kesiyor. Şöyle ki:
İnsan, mahiyet-i câmiiyeti itibarıyla, mevcudatın hemen ekserisiyle alâkadardır. Hem insanın mahiyet-i câmiasında hadsiz bir istidad-ı muhabbet derc edilmiştir. Onun için, insan da umum mevcudata karşı bir muhabbet besliyor. Koca dünyayı bir hanesi gibi seviyor. Ebedî Cennete bahçesi gibi muhabbet ediyor. Halbuki, muhabbet ettiği mevcudat durmuyorlar, gidiyorlar.
Firaktan daima azap çekiyor. Onun o hadsiz muhabbeti, hadsiz bir mânevî azâba medar oluyor.
O azâbı çekmekte kabahat, kusur ona aittir. Çünkü kalbindeki hadsiz istidad-ı muhabbet, hadsiz bir cemâl-ı bâkiye mâlik bir Zâta tevcih etmek için verilmiş.
O insan sûiistimal ederek o muhabbeti fâni mevcudata sarf ettiği cihetle kusur ediyor, kusurunun cezasını firâkın azâbıyla çekiyor.
İşte bu kusurdan teberri edip o fâni mahbubattan kat-ı alâka etmek, o mahbuplar onu terk etmeden evvel o onları terk etmek cihetiyle Mahbub-u Bâkîye hasr-ı muhabbeti ifade eden Yâ Bâkî Ente'l-Bâkî olan birinci cümlesi, "Bâkî-i Hakikî yalnız Sensin. Mâsivâ fânidir. Fâni olan, elbette bâki bir muhabbete ve ezelî ve ebedî bir aşka ve ebed için yaratılan bir kalbin alâkasına medar olamaz" mânâsını ifade ediyor.
"Madem o hadsiz mahbubat fânidirler, beni bırakıp gidiyorlar. Onlar beni bırakmadan evvel ben onları Yâ Bâkî Ente'l-Bâkî demekle bırakıyorum. Yalnız Sen bâkisin ve Senin ibkân ile mevcudat beka bulabildiğini bilip itikad ederim. Öyleyse, Senin muhabbetinle onlar sevilir. Yoksa alâka-i kalbe lâyık değiller" demektir.
İşte bu hâlette kalb hadsiz mahbubatından vazgeçiyor. Hüsün ve cemalleri üstünde fânilik damgasını görür, alâka-i kalbi keser. Eğer kesmezse, mahbupları adedince mânevî cerihalar oluyor.
İkinci cümle olan Yâ Bâkî Ente'l-Bâkî o hadsiz cerihalara hem merhem, hem tiryak oluyor. Yani, "Yâ Bâkî, madem Sen bâkisin, yeter. Herşeye bedelsin. Madem Sen varsın, her şey var."
Evet, mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsan ve kemal, umumiyetle Bâkî-i Hakikînin hüsün ve ihsan ve kemâlâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki cilve-i Esmâ-i Hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir. (Lemalar, 3. Lema)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
AMELİYAT-I CERRÂHİYE : Cerrâhî ameliyat.
AZÂB : Acı, ceza, işkence.
BÂKÎ : Ebedî, dâimî, sonu gelmez, ölmez, sonsuz.
BÂKİ-İ HAKİKÎ : Gerçek sonsuzluğun sâhibi olan Allah.
CEMÂL : Güzellik, yüz; Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsânı ile tecellisi; hak ile söylenen güzel söz; hüsün.
CEMÂL-İ BÂKÎ : Sonsuz güzellik.
CİLVE-İ ESMÂ-İ HÜSNÂ : Allah'ın isimlerinin cilvesi, görüntüsü.
DERC : İçine alma, katma, koyma, yerleştirme.
EBEDÎ : Sonsuz, sonsuzla ilgili, bitmeyen.
ENTE : Sen.
EZELÎ : Geçmiş ve gelecek zamanı birden içine alıp, zamanla sınırlı olmamak.
FÂNÎ : Geçiçi, sonu olan, son bulan.
FİRÂK : Ayrılık, ayrılma, hicran.
HÂNE : Ev, mesken.
HASR-I MUHABBET : Yalnızca birşeyi sevmek.
HÜSN : (Hüsün) Güzellik.
İBKA : Ayakta tutma, devam ettirme, bâkîleştirme, sonsuzlaştırma.
İHSAN : İyilik etmek, bağışta bulunmak.
İSTİDAD-I MUHABBET : Sevgi kabiliyeti. Muhabbet duygusuna sahip olma.
İTİBÂRÎ : Varsayılan.
İTİKAD : İnanmak, inanç, gönülden tasdik ederek inanma.
KAT'-I ALÂKA : İlgiyi ve Alâkayı kesme.
KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.
MAHBÛB : Sevgili, sevilen, muhabbet edilen.
MAHBÛBÂT : Sevilenler.
MAHBÛB-U BÂKÎ : Ayrılığın olmadığı ve hakiki sevilmeye lâyık olan Cenab-ı Hak.
MÂHİYET-İ CÂMİA : Çok mânâları içinde toplayan mâhiyet, kabiliyet.
MÂLİK : Sahip olan, mülk sahibi; Allah
MÂSİVÂ : Cenâb-ı Hakkın dışındaki yaratılmış herşey.
MEDÂR : Sebep, vâsıta, vesîle. Yörünge.
MEVCUDÂT : Yaratılmış olan, mevcut olan şeyler; varlıklar.
MUHABBET : Sevgi, sevmek.
SÛ-İ İSTİMÂL : Birşeyi kötüye kullanma.
TEBERRÎ : Arınma, uzaklaşma, temiz olma.
TECRİD : Bir tarafta tutma, ayırma, yalnız başına bırakma.
TEVCİH : Yöneltmek, çevirmek.
TİRYAK : Panzehir; zehirlenmeden veya hastalıktan hemen şifâ bulmaya yarayan ilâç.