Mehmet Ali KAYA
Nifak hareketi
Peygamberimizin (sav) Medine’ye hicret ettiği zamanda Müslüman Araplar, müşrik Araplar, ehl-i kitap olan Yahudiler ve bir grup Hıristiyan bulunuyordu. Müslümanların içine münafık bulunmuyordu. Bunun sebebi Müslümanların zayıf olması ve imanı açıklamanın gerçekten büyük bir cesaret gerektirmesidir. İmanında samimi olmayan zaten Müslüman olduğunu ifade etmiyor, samimi Müslümanların bir kısmı da korkularından imanlarını izhar etmekten cidden kaçıyorlardı. Bu durumda nifak hareketine rastlamak gerçekten zordu.
Bedir savaşından sonra İslamiyet büyük bir güç kazandı. Geleceği gören akıllı insanların tümü artık bundan sonra İslam dininin güçlenerek kuvvet bulacağını ve gelecekte insanlığa hakim olacağını anlamaya başlamışlardı. Bu nedenle bir an önce peygamberin yanında yer alarak istikballerini garanti altına almak akıllıca bir davranış olacaktı. Bu nedenle kalben inanmayanlar da konjöktör gereği Müslümanların safında gözükeceklerdi. Ancak imanları kalplerine oturmadığı için de sıkıntı ve güçlük zamanlarında gevşeklik gösterecek ve samimi Müslümanları da zor durumda bırakacaklardı. En tehlikelisi de düşmanla işbirliği yaparak Müslümanlığa içeriden zarar vereceklerdi.
Medine’de nifak hareketine zemin hazırlayan bir ortam da mevcuttu. O da Abdullah b. Übeyy b. Selül’ün özel durumuydu. Medine’nin zengin, itibarlı ve bilgili birisi olan Abdullah b. Ubey peygamberimiz (sav) Medine’ye gelmeden önce bir asır boyunca devam eden Evs ve Hazrec düşmanlığına son vermek için her iki tarafın da liderliğini yapmakta ve birleşik Arapların kralı olmak için hazırlanmıştı. Peygamberimiz (sav) Medine’ye gelince onun bu hayali suya düşmüştü. Müslümanların peygamberimiz (sav) etrafında toplanması, kendisine bağlı olanların çoğunun da samimi Müslüman olarak imanlarından dolayı peygambere itaat içinde bulunmuş olmaları itibarına büyük bir gölge düşürmüştü. Bu nedenle Abdullah b. Ubey b. Selül nifak hareketinin tetikleyicisi konumundaydı. Müslümanlar içinde peygamberimize muhalefet cephesi oluşmasında, müşrikler ve Yahudilerle yapılan gizli anlaşmalarda daima müttefik olarak Abdullah b. Ubeyy’in ya kendisi veya adamları bulunuyordu.(1)
Abdullah b. Übey de Müslüman olduğunu ilan ederek peygamberimizin (sav) yanında yerini alma durumunda kaldı.(2) Ancak fırsatını buldukça Müslümanların arasına fitne sokmaya devam ediyor ve peygamberimizin (sav) tedbirlerini sabota etme rolünü de üstleniyordu. Müreysi Gazası esnasında Muhacirlerle Ensar’ı birbirine düşürmek için “Medine’ye döndüğümüzde izzetli ve kavi olanların zelil ve zayıf olanları sürüp çıkaracaklardır” diyerek muhacirlere gözdağı verdiğini peygamberimize haber vermişlerdi.
Bu olay üzerine Münafıkun Suresi nazil olmuştu. Bu surenin nazil olmasından sonra Abdullah b. Übey’e “Ya Ebû Hubâb! Senin hakkında şiddetli ayetler nazil olmaktadır. Resulullah’a git de senin için Allah’tan af dilesin” dediklerinde Abdullah b. Übey: “Benim iman etmemi istediniz iman ettim. Malımın zekâtını vermemi istediniz verdim. Muhammede secde etmekten başka yapacak bir şey kalmadı”(3) sözleriyle cevap vermesi imanı anlamadığının ve kalbine yerleşmediğinin en büyük delilidir.
Medine çeveresinde Arap kabileleri içinde de münafıkların bulunduğunu yüce Allah bize haber vermektedir. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Medine çevresindeki bedeviler içinde münafıklar vardır. Medine halkından da münafık olanlar vardır. Ey Rasulüm, sen onları bilmezsin; ancak biz biliriz..”(4)
Münafıkların özellikleri ve vasıflarına dikkat çeken Kur’ân-ı Kerim onların “kalplerinde olmayanı dilleri ile söyledikleri”(5) ve yalan söyleyerek inananları birbirine düşürmeye çalışmalarıdır. Nitekim Abdullah b. Ubey “Medine’ye dönünce izzetli olanlar zelilleri sürüp çıkaracaktır” demiş, bunu da Zeyd b. Erkam (ra) peygamberimize haber vermişti. Peygamberimiz (sav) kendisini çağırarak “Bu sözü sen mi söyledin?” diyince “Hayır, Ya Resulallah! Sana kitabı inzal edene yemin ederim ki Zeyd yalan söylemektedir” diye inkar etmişti.
Kur’ân-ı Kerim onların bu yalanlarını şöyle ifade eder: “Münafıklar sana gelip ‘Şahadet ederiz ki muhakkak sen Allah'ın Resulüsün’ derler. Allah senin Allah'ın peygamberi olduğunu kesinlikle bilir. Yine Allah kesinlikle bilir ki münafıklar yalan söylemektedirler.”(6) Bu ayet Zeydi temize çıkarırken Ubey b. Selül’ün yalan söylediğini belirtmektedir.
Yüce Allah ayrıca münafıkların “İman edenleri rastladıkları zaman ‘biz iman ettik’ kafirlerle karşılaştıkları zaman da ‘aslında biz sizinle beraberiz’(7) diyorlar ve iki yüzlü davranıyorlar ve bununla da övünüyorlardı. Bu ahlak dışı davranışı bizzat Ebdullah b. Übey arkadaşlarıyla yapıyorlardı. Bir gün avanesiyle beraber yolda giderken sahabelerden birkaç kişiyle karşılaşmış ve arkadaşlarına “Bakın, ben nasıl onları başımdan savacağım!” demiş ve gelen Hz. Ebubekir’in (ra) elini tutarak “Merhaba Benî Temim’in efendisi! Peygamberin mağara arkadaşı, nefsini ve malını Allah yolunda harcayan Sıddık!” demiştir. Sonra Hz. Ömer’in elini tutmuş ve “Merhaba, Benî Adiyy’in efendisi! Dinde kuvvetli nefsini ve malını Allah için esirgemeyen Ömer-i Faruk!” demiştir. Sonra Hz. Ali’nin elini tutmuş ve “Merhaba Resulullah’ın amcazadesi, damadı ve Benî Hâşim’in efendisi!” diyince Hz. Ali (ra) bu yağcılığa dayanamayarak “Abdullah! Münafıklığı bırak! Münafıklar Allah'ın en şerir kullarıdır” demiştir.
Bunun üzerine Abdullah b. Übey: “Benim hakkımda böyle mi söylüyorsun! Vallahi bizim imanımız sizin imanınız, tasdikimiz de sizin tasdikiniz gibidir” demiştir. Onlardan ayrılınca da arkadaşlarına “Siz de böyle yapınız” diye talimat vermiştir. Yukarıdaki ayet bu olay üzerine nazil olmuştur.(8)
Münafıklar her fırsatta peygamberimizi rencide etmekten ve Müslümanların kalplerin şüphe verecek sözlerle imanlarını zaafa uğratmaya çalışıyorlardı. Bir gazvede peygamberimizin (sav) devesi kayboluştu. Aramaya çıkmışlar ama bir türlü bulamamışlardı. Münafıklar hemen harekete geçmiş. “Muhammed gerçekten peygamber olsaydı devesinin nerede olduğunu bilirdi” diye dedikoduya başladılar. Peygamberimiz (sav) bunu işitince “Ben ancak Allah'ın bana bildirdiğini bilebilirim. Şimdi Allah bana bildirdi ki devem falanca vadide yuları bir ağaca takılı vaziyettedir. Gidin getirin” buyurdular. Gerçekten de tarif ettiği yerde tarif ettiği şekilde bulurlar.(9)
Peygamberimizin (sav) münafıklara karşı tutumu akıllarını ikna ve kalplerini tatmin edecek şekilde delillerle dillerinde olan imanın kalplerine yerleşmesini sağlamaya yönelik irşat faaliyeti şeklindeydi. Bu nedenle mucizelerin birçoğu kâfirleri imana getirme amacından ziyade kalplerinde nifak hastalığı bulunanların şüphelerini giderme ve nifaklarını ortadan kaldırmaya yönelikti.
Münafıkların en belirgin özelliklerinden birisi de kritik zamanlarda mü’minleri terk etmeleri ve ortada bırakmalarıdır. Bu şekilde mü’minleri zayıf ve güçsüz bırakmak, mü’minlerin şevklerini kırmak ve hizmetlerine set çekmek şeklindeydi. Bu nedenle Uhut Savaşı gibi stratejik ve önemli bir savaşta “Biz Medine’yi müdafaasız buluyoruz. Bu nedenle Medine’yi korumamız gerekir” gibi bir gerekçeyle ordunun üçte biri olan 300 kişi ile terk etmişlerdir. Bu nedenle mü’minlerin bir kısmında büyük bir gevşeme yaşanmıştı.(10) Aynı şekilde Hendek Savaşının en kritik anında da münafıklar “Bize izin ver de evlerimize gidelim. Evlerimiz müdafaasız kalmıştır” bahanesi ile peygamberimize müracaat ederek savaştan kaçma girişiminde bulunmuşlardı. Aynı şeyi Tebük Savasında da tekrar “Bu sıcakta savaşa mı çıkılırmış” diyerek mü’minlerin morallerini bozmak için propaganda yapmaktan geri durmamışlardır. Yüce Allah onların durumlarını bize haber vermekte ve “Resûlullaha karşı gelerek seferden geri kalanlar, evlerinde oturdukları için sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmek ise onların hoşlarına gitmedi de, 'Bu sıcakta cihâda çıkmayın' dediler. Sen, 'Cehennem ateşi daha sıcaktır' de. Keşke anlayabilselerdi!”(11)
Bütün bunlara rağmen peygamberimizin (sav) münafıklara karşı tavrı daima af ve müsamaha çerçevesinde olmuştur. Çoğu zaman Abdullah b. Übey’i istişarelerine almış ve fikrini almıştır. Ancak daima ihtiyat ve adem-i itimadı da elden bırakmamıştır. Bu nedenle önemli toplantılarını ondan habersiz yaparak münafıkların mü’minlerin sırlarına vakıf olmamalarına da özen göstermiştir. Onlara sert davranılmasını ve hatta öldürülmelerini isteyenlere karşı çıkmış “İşin iç yüzünü bilmeyenlerin ‘Muhammed ashabını öldürüyor’ demelerini istemem. O zaman Medine ve Müslümanlar büyük sıkıntılara girer” buyurmuştur. Hatta sahabelerine namaz kılan ve cemaate katılanlara “münafık” denmesine dahi karşı çıkarak “Asshabım hakkında böyle konuşmayınız. O namaz kılıyor. Allah'ın bu sayede onu affetmediğini bilemezsiniz” buyurarak Allah'ın rahmetini ve hidayetinin ne zaman nasıl tecelli edeceğini bilemeyeceğimizi ifade ediyordu.
Son olarak, yüce Allah bize münafıkların giyimleri, davranışları ve konuşmaları ile hoşumuza gidecek şekilde davrandıklarını ama göründükleri gibi “kalıbının adamı” olmadıklarını, içlerinin, kalplerinin ve beyinlerinin boş olduğunu, yaptıklarının sadece dış görünüşten ibaret bulunduğunu şöyle ifade eder: “Onları gördüğün zaman cüsseleri hoşunuza gider. Konuştukları zaman sözlerine kulak verirsiniz. Ama ne ki onlar giydirilmiş içi boş kütükler gibidirler. Duydukları her gürültüyü aleyhlerine sanacak kadar da ürkek ve korkaktırlar. Onlar sizin en büyük düşmanınızdır; onlardan sakının! Allah onları kahretsin! Nasıl oluyor da bu kadar delilleri gördükleri halde hakikatten yüz çeviriyorlar?”(12)
DİPNOTLAR:
1-Müslim, 5:182-183
2-Tabakat, 3:540
3-Taberi, Tefsir, 28:116
4-Tevbe, 9:101
5-Bakara, 2:8-9; Âl-i İmran, 2:167
6-Münafıkun, 63:1
7-Bakara, 2:14
8-M. Hamdi Yazır, Tefsir, 1:237-238
9-El-İstiâb, 1:288
10-Taberi, Tefsir, 4:73
11-Tevbe, 9:81
12-Münafıkun, 63:4
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.