Nizamettin MELİKOĞLU

Nizamettin MELİKOĞLU

Kur’an’ın üslubundaki estetik-2

Kur’an daha önce hiç kimsenin izlemediği bir tarzı nazım ve üslubunda izleyerek, dönemin şair ve hatiplerini de izlediği tarzın bir benzerini getirme noktasında muarazaya davet etmiştir. Kur’an indiği dönemdeki Ceziretü’l-Arapta hakim olan şiir üslubunu kasıtlı bir şekilde kullanmamıştır. Çünkü Kur’an, insana maddi ve manevi manada hakiki saadeti temin edecek yolları göstermeye çalıştığı için, Kur’an’ın üstlendiği misyon, şiirin edebi fonksiyon açısından kapasitesini aşıyordu. Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle ‘Şiir ise, çendan kıymettar, şirin bir vasıta-i ifadedir. Fakat şiirde hayal hükmettiği için, hakikate karışır, hakikatlerin suretini değiştirir. Bazan hakikat birbirine geçer.’[1]

Yine başka bir yerde ‘Kur’ân-ı Hakim lafz ve Fenn-i Bedia’ya ait mezayayı idame ettirmiyor. Kafiyeyi değiştirir, san’atı fıtri bir tarzda bırakıyor. Kasdı işmam edecek ve nazar-ı dikkati celbecedek bir tarz veriyor. Ta mânâdan, zihni müşevveş etmesin ve hayal dahi, kalbi aldatmasın.’[2] diyerek, Kur’an’da şiir benzeri kafiyeli bir üslubun tercih edilmemesini, zihinlerin imani hakikatlere daha kolay, yorulup çatallaşmadan intikal etmesi şeklinde izah etmiştir. Dolayısıyla Kur’an manadaki estetiği lafızdaki estetiğin önüne geçirmiştir, denilebilir.

Kur’an’daki edebi tekniklerin tamamı, vahdaniyeti ilahiye ve tevhide ulaştırma konusuna hizmet edip وَكُلٌ اِلَي ذَلِكَ الْجَماَلُ يُشِيرْ ( Ve herbir işaretimiz Senin cemaline ve hüsnüne işaret ederler.)hakikatini kendi nakışlarında izhar ederler. Bir ayette kullanılan mecaz, kinaye, takdim, te’hir gibi edebi teknikler, cümlenin içerisindeki mananın muhatap üzerinde optimal düzeyde etkisini izhar etmek içindir. Yoksa muhatabı o sanatın etkisiyle mestedip, onu hakikat dünyasından uzaklaştırmak için değildir. Dolayısıyla lafızlar bir manaya hizmet ettiği oranda değer kazanır.

Yani sanat, sırf sanat için icra edilmemiştir. Şiirde ise edebi sanat ve teknikler sırf o sanatı icra etmek için işlenir. Asıl gaye, aklı yüksek hakikatlere intikal ettirmek değildir. Zira şiirin şe’ni, küçük ve sönük hakikatleri hayallerle süslendirip beğendirmek ister.[3] Tıpkı bugünkü metaverse tekniği gibi, hayali, rasyonel değeri olmayan meselelerle doldurup ruhu tatmin etmeye çalışır. Samiri’nin teknolojisi de bu manaya hizmet etmiyor muydu?

Dolayısıyla Kur’an, estetiği ve etrafında döndüğü hakikatlerle insanları boş hayallerle uğraştırıp, beşerin kuvve-i akliyesini, kuvve-i ğadabiyesini ve kuvve-i şeheviyesini dalalet vadilerinde süründürmez.

21. yüzyılın entellektüel faaliyetlerine yön veren edebi eserler, sinema, tiyatro, resim gibi sanatsal icraatlar, (bir kısım hümanist arkaplanlı icraatların dışında) beşeri ya hakikat dünyasında hiçbir karşılığı olmayan hayaller etrafında dönderip dolandırmaktadır veya insanın manevi değerini hiçe sayıp materyalist bir bakış açısıyla onu esfeli safiline atmaktadır.

Kur’an’ın tercih edip işlediği konular arasında, hakikatın tasviri çizgisine gölge düşürüp insanları şehevi duyguların esiri yapacak mecazi aşk ve hüsün veya ferdi ve milli enaniyeti kamçılayacak olan mizansız hamaset ve kahramanlık gibi konulara yer verilmemiştir.

Dolayısıyla Kur’an üslubundaki estetik, hem ayetlerin içerdiği yüksek imani hakikatlerle alakalıdır, hem de kullandığı edebi tekniklerin insanların taklidini veya benzerini yapamayacakları seviyede bir orjinaliteye sahip olmasıyla alakalıdır.

Kur’an’ın üslubunu edebi açıdan daha iyi anlamak için edebi teknikleri inceleyen kitapları okumak, Kur’an’ın takip ettiği üslubu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Örneğin Kur’an’da ne kadar mecaz ve kinaye kullanılmıştır? Takdim ve te’hir, izhar ve hazf gibi teknikler Kur’an’ın üslubunda nasıl bir değişiklik meydana getirmiştir? gibi soruların cevaplarını arayarak, Kur’an’ın üslubuna vukufiyetimizi sağlayacaktır.

Örneğin Zülkarneyn’in hükümdarlığının alanlarını tespit sadedinde nazil olan وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ ‘Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu.’[4] ayetinde olduğu gibi, عين kelimesinden birkaç farklı mana kinaye edilerek, ayetin mana yelpazesi gibi, edebi zaviyesi de kuvvetlendirilmiştir. Kısaca عين kelimesiyle[5], Zülkarneyn gibi kuvvetli bir devlet idarecisinin Pasifik veya Atlas okyanusuna kadar gelerek oradaki volkanik adalarda güneşin batışını seyretmesi, veya buralarda volkanik dağlardan püsküren lavların çeşme misal suda oluşturmuş oldukları çamurda güneşin batması, bu tasvirden sonra çeşme ve dumanlı gözden oluşan bir resim tablosunun zihinde oluşması, belağat açısından ne kadar tatlı, ne kadar hakikatmedar olduğu malumdur.

Yani Kur’an bu tarihi hadiseyi kuru bir tarihi bilgi olarak aktarmamakta, aynı zamanda Zülkarneyn’in hükümdarlığının şa’şaasına şehadet edecek olan مَغْرِبَ الشَّمْسِ (Güneşin battığı yer) lokasyonunu tespit ederken, oranın coğrafik tasvirini mecaz tekniğiyle muhteşem bir şekilde aktararak ayete ayrı bir letafet katmaktadır.

Kur’an’ın üslubundaki estetiği şekillendiren diğer önemli bir etken de tasvir mekanizmasıyla Kur’an’daki sahnelerin canlı olarak muhataba sunulmasıdır. Kur’an’da tasvir Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle hem göze hem kulağa yapılır.[6] Böylece zihnin, hayale arzedilen hakikati daha müessir bir şekilde kabul etmesi sağlanır.

Tasvir ibadetler ile alakalı ise kişinin ibadete teşviki hedeflenir, menhiyat ile alakalı ise kişinin ondan zihnen ve ruhen tiksindirilmesi hedeflenir. Eğer imani hakikatlar ile ilgili ise kişinin o hakikatlara tasvir merdiveniyle ulaşması, intikal etmesi sağlanır. Kısaca tasvir, ayetin makam ve konjonktüründeki maksud mananın kabulu için gözlük görevini görür. Hakikat ince, manalar da dağınık ise tasvir, istiare ve teşbih aracılığıyla yapılır.[7]

لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ ۖ وَالَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِهِ لَا يَسْتَجِيبُونَ لَهُم بِشَيْءٍ إِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ إِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِهِ ۚ وَمَا دُعَاءُ الْكَافِرِينَ إِلَّا فِي ضَلَالٍ

‘Gerçek dua ancak O'nadır. O'ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı halde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler. Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.’[8]

Bu ayetin لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ cümlesinde evvela car ile mecrur’un (لَهُ ) takdimiyle, dua ve ubudiyet sadece Allah (c.c.) ya tahsis edilerek ayetteki ana tema bu cümle ile fezlekelendirilmiştir. Akabinde putlara tapan müşriklerin durumları, susamış birinin suya elini uzatarak suyun kendisine doğru gelip susuzluğunu gidermeye çalışmasına benzetilerek, hayalde şirkin insanı ne kadar ahmak bir pozisyona soktuğu tasvir ile hissettirilerek putlara tapmaktan caymaya teşvik ettirilmiştir.

Netice olarak, Kur’an’ın topluma sevdirilmesi, onun üslubundaki estetiğini meydana getiren edebi tekniklerle okuyup manevi havasını teneffüs etmekle olur. İşârâtü’l-İ’câz tefsiri bu konuda güzel bir basamak olabilir. Üslub ayine-i şahsi olmasından, Kur’an’daki üslub edebi estetiği ile birlikte ne kadar ustaca yansıtılırsa Kur’an’ın edebi, itikadi ve i’cazi atmosferi o derece daha iyi anlaşılabilir.

Toplumumuzda Kur’an’a karşı hassasiyetin gerektiği kadar olmayışının sebeplerinden biri de Kur’an’ın edebi estetiği ve manevi atmosferini anlayamamaktır. Onun için Kur’an’ın İslam dünyasından özellikle Anadolu’nun bağrından döneminde sökülüp atılmaya çalışıldığı, Kur’an’ı topluma aktaran bütün müesseselerin ya maddeten ya da manen kilitlendiği bir dönemde, Kur’an’ı edebi estetiğiyle İşârâtü’l-İ’câz adlı tefsiriyle tekrardan İslam dünyasına kazandıran Bediüzzaman hazretlerine minnet ve şükran borçluyuz. Ayrıca ta erken dönemlerde Kur’an’daki estetiğin metodolojisini yazarak bize harika bir eser olan Delâilü’l-İ’câz’ı bırakan Abdülkahir Cürcanî başta olmak üzere, ilmi miraslarıyla yolumuzu aydınlatan diğer alimlerimizede şükran ve minnet borçluyuz.

[1] Nursi, Said, Barla Lahikası, s. 334.

[2] Nursi, Said, Rümuzat-ı Semaniye, s. 28.

[3] Nursi, Said, Sözler, s. 151.

[4] Kehf, 18/86.

[5] عين kelimesi Arapça hem göz, hem çeşme, hem de güneş manasında kulanılmaktadır.

[6] Nursi, Said, Sözler, s. 480.

[7] Nursi, Said, İşârâtü’l-İ’câz, 172.

[8] Ra’d, 13/14.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
18 Yorum