Nizamettin MELİKOĞLU
‘Oku’ emriyle Hz. Muhammed’in (asm) şair ve hatiplere karşı muarazaya çağrılması
Kur’an, nazil olduğu dönem ve yer açısından tahlil edildiğinde, toplumda belli başlı özelliklerin göze çarptığı tarih ve sosyoloji alimleri tarafından tespit edilmiştir. Arap yarımadasında ‘1. Belâğat ve fesahat, 2. Şiir ve hitabet.’[1] in toplumda etkili bir silah olarak kullanıldığı, tespit edilen sözkonusu özelliklerin en önemlilerindendir.
Şiir ve edebiyatın çok popüler olduğu bir toplumda Hz. Muhammed'in (s.a.v.) edebiyat açısından çok sade ifadeleri barındıran ayetlerle insanları irşad etseydi, belki de bu kadar tesirli olamayacaktı. Mesele sadece aklı ikna etmekle kalsa, nesre benzer düz bir yazıyla bu iş pekala bitirilebilirdi. Ancak insanoğlunun inat damarının kırılması için[2] manevi bir elmas kılınca ihtiyacı vardı.
Şayet bir yerde imani ve islami hakikatlere karşı bir direnç varsa, o direncin sadece akli ve mantıki olarak izale edilmesi mümkün değildir. Orada evvela sertleşen inat damarlarının yumuşatılmasına ihtiyaç vardır. Onun için Arap toplumunun harika bazı olaylarla/‘muaraza-i bi’l-huruf’la[3] inat ettiği konularda direncinin kırılması gerekiyordu. Dolayısıyla Kur’an'ın i’cazı, toplumun iman hakikatlerini kabul etmesi önünde engel olan suni perdelerin kaldırılması için manevi bir elmas kılınç görevini görmüştür.
İdarecilerin kendi saltanatlarını sürdürmeleri için toplumda hikaye ve efsaneler üretmeye, toplum üzerinde etkili manipülasyonlar yapıp bir nevi soğuk ve psikolojik savaş sürdürmeye ihtiyaçları vardır. Örneğin Hz. Musa döneminde sihirbazlar, toplumda Firavunun aleyhine bir eksen kayması yaşanmaması için etkili bir manipülasyon için aracılık görevini görmüşlerdir.
Bunun için olacak ki İmam-ı Gazâlî, bir toplumda islamiyet kara propaganda / manipülasyonlarla anlatılmışsa, oranın ehli, fetret ehli sayılır, demiştir.[4] Yani o kara propaganda ve manipülasyonun etkisi kırılmadan onların aklı selim ile İslamiyeti kabul etmeleri mümkün değildir. Örneğin 13. Yüzyıldan sonra, batıda milletin İslam dini lehinde bir eksen kayması yaşamaması için, Hristiyan din adamları tarafından Kur’an’ı kerim yanlış ve eksik bir şekilde tercüme edilerek toplum üzerinde manipülasyon aracı olarak kullanılmıştır.
O dönem yapılan Kur’an tercümelerinin birinin kapağında ‘Türkische Bibel’ ‘Türk incili’ yazılıp, hem Kur’an aleyhinde, hem de Osmanlı devletinin muhtemel bir fetih hareketinde, toplumu kendi itikatları doğrultusunda stabilize etmek istemişlerdir. Bu dönemdeki Kur’an tercümelerinde yapılan tahrifatı ve tercüme seviyelerinin düşüklüğünü Alman edebiyatçı Goethe de, ‘Temennimiz odur ki günün birinde Doğu’nun seması altındaki bir Alman, şairane bir ruh ve nebevi bir hisle çadırında Kur’an’ı okusa ve tamamını ihata edecek bir ruh ile yeni bir meal oluştursa...’[5] şeklinde dile getirerek, aslında o dönemdeki siyasi havanın Kur’an’ın anlaşılması önünde nasıl olumsuz etki yaptığını zımnen ifade etmiştir.
İşte Mekke'deki şairler, günümüzün siyasi yorumcuları veya medyası gibi güçlü aşiret ve kabilelerin ellerinde birer manipülasyon aracı olmuşlardır. ‘Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı.‘ ‘Belâğat o kadar kıymettardı ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlardı.’[6]
Resulullah (s.a.v.) Hudeybiye anlaşmasından -anlaşma gereği- bir yıl sonra, umre yapmak üzere Mekke’ye girişi esnasında, Abdullah ibni Revaha Resulullah ve islamiyet lehinde, müşrikler aleyhinde şiirler okuyunca, Hz. Ömer; ‘Resulullah'ın (s.a.v.) yanında ve Harem-i Şerifte de mi şiir okuyacaksın?’ diyerek sitem etmiştir.
Bunun üzerine Peygamberimiz; خَلِّ عنه يا عمرُ فلهيَ أسرعُ فيهم من نضْحِ النَّبْلِ
"Bırak onu ey Ömer, onun sözlerinin etkisi okun etkisinden daha hızlı ve daha şiddetlidir.‘[7] diyerek toplumda şiir ve belağatın ehemmiyet ve etkisini anlatmıştır.
İşte Mekke’de Peygambere (a.s.m) inen ayetlerle müşriklere karşı yapılan muaraza neticesinde, Hasan ibni Sabitler, Abdullah bin Revahalar, Kab bin Malikler, Kab bin Züheyrler, Lebid bin Rabia’lar İslam dinini seçip müslüman olmuş, artık bu silahı İslamiyet lehinde kullanmaya başlamışlardır. Cahiliye döneminde şiirin babalarından olup Kabe'ye asılan muallakattan birinin sahibi olan Lebid bin Rabia, İslam'dan sonra şiir söylemeyi terk etmiş, kendisinden şiir isteyenlere de Bakara suresini okumalarını tavsiye etmiştir. Velid bin Muğire gibi belağatın otoritelerinden de Kur’an'a karşı muaraza edilemeyeceği itirafı gelmiştir.
Dolayısıyla Kur’an, i’cazi özellikleriyle o dönemin idarecilerinin elinde manipülasyon aracı olan şair ve hatiplere hadlerini bildirerek, bir manada onları sahneden ekarte edip toplum ile direk muhatap olmuştur. ‘Muntazam bir nesir ve mensur bir nazım’[8] tarzı ile yani nesir ile manzum şiir arasında, daha önce hiç kimsenin gitmediği bir yolu takip ederek belağat üstatlarını kendisine hayran bırakmıştır. Kur’an indiği ilk on yıl içerisinde Arap yarımadasındaki bütün edip ve şairleri teslime mecbur ederken, on asır sonra da Avrupa kıtasında Goethe, Lessing, Herder, Carlayl ve Bismark gibi bu kıtanın edip ve dahilerini kendi ihtişamı önünde diz çöktürmüştür.
Peygamberimize inen ilk vahyin okumayı emretmesi[9], Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yapacağı mücadele ve mücahede tarzıyla da alakadar olması kuvvetle muhtemeldir. Yani "içerisinde yaşadığın toplumda en güçlü ve etkin silah şiir ve belağat olduğu için, sen de onlara belağatın zirvesindeki ayetleri, hatta sadece yahudilerin ilmine vakıf oldukları huruf-u mukattaları okuyarak, onlarla mücadele edeceksin. Dolayısıyla ‘oku’ emrinin mana yelpazesinde, Hz. Muhammed'in ilmi mücahede ve mücadeleye hazırlanmasının istenmesi" de vardır, denilebilir.
Netice olarak
- Hz. Muhammed'in (asm) yaşadığı toplumda belağat ve şiir toplumda son derece önemli bir yeri vardır.
- Edip ve şairler, toplumu yönlendirme noktasında son derece hassas bir role sahiptirler.
- Peygamberimize indirilen Kur’an, i’caz seviyesinde belağat özelliklerine sahiptir.
- Peygamberimize tebliğe başlama emrini veren ayet, edip ve şairlerin şiir ve hitabetlerinin, Asay-ı Musa gibi, toplumdaki hipnoz etkisini bozabilecek kapasitede olan Kur’an ile mücadele etmesi istenmiştir.
[1] Said Nursi, Mektubat, s. 266.
[2] Said Nursi, Mektubat, s.92.
[3] Said Nursi, Mektubat, s. 186.
[4] Ebu Hamıd el-Ğazâlî, Faysalu’t-Tafrika, s. 84.
[5] “Megerlins Koran”, Frankfurter Gelehrte Anzeigen 102 (22.12.1772), 811, XVIII. (Bu dergi edebi bir dergi olup 1772'den 1790 yılına kadar yayınlanmıştır. Goethe’de bu dergide eleştirmen sıfatıyla yazılar yazmıştır.)
[6] Said Nursi, Sözler, 368.
[7] Tirmizi,Hadis no: 2847.
[8] Said Nursi, Mektubat, s. 181.
[9] ‘Oku, yaratan Rabbinin adıyla oku.’ 96/1.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.