Nizamettin MELİKOĞLU
Şeyh Said, Said Nursi ve İskilipli Atıf Efendi gibi dindar bir Cumhuriyetçi idi
1908’de İttihatçılar 2. Abdülhamid’i devirdikten sonra Osmanlı idaresinde yeni bir paradigmanın nüvelerini taşıyan bir hükümetle işbaşına geçeceklerdi. Yeni paradigmanın iki temel ayağını, ulus devletin inşası için milliyetçi ve şöven bir dilin/sistemin geliştirilmesinin dışında, batıya her yönüyle adapte olmak şeklinde özetleyebiliriz.
1923’te cumhuriyetin ilan edilmesiyle değişen şey, İttihat Terakki’nin savunduğu ideolojinin resmiyete kavuşmuş olmasıdır. 1789’da Fransız ihtilalinin etkisiyle artık monarşi ile veya hanedanlıklarla yönetilen idarelerin yerini ulus devlet modeli almıştır. Mustafa Kemal ve ekibi de zaten daha önce çalıştıkları bu yeni paradigmanın tesisi ve inşası için cumhuriyeti ilan etmişlerdir. Bunun için hilafet ilga edilmiş, Arap harflerinin yerine Latin alfabesi kabul edilmiştir.
Ulus devletin inşası sürecinde her ne kadar İlayı Kelimetullahın ilanında Türk kardaşlarının bin yıldan beri cihad arkadaşları olup en dar zamanlarda onlara can simidi gibi yetişen Kürtlere Amasya, Erzurum ve Sivas kongrelerinde bazı sözler verilmişse de Cumhuriyetin ilanından sonra bu sözlerin hepsi rafa kaldırılmış, bu manada hak talep edenler ya sürgün ya da idam edilmişlerdir. Yani Cumhuriyet döneminde Kürtlerin Osmanlı dönemindeki statüleri ellerinden gasbedilmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri gibi yüksek zekaya sahip entelektüeller dünyadaki gelişmelerin ışığında Osmanlı devletine rota kazandırmaya çalışmışlarsa da Kader-i İlahi bu nasihatlerin yerine getirilmesini te’cil ettirmiştir. Seküler ve ulusal paradigmanın hızla İslam dünyasına yerleşmesi tehlikesine karşı, Bediüzzaman hazretleri din ve bilimin birlikte okutulacağı ve Kürtlerin anadilleriyle eğitim alacakları bir medresenin planını 2. Abdülhamid döneminde mabeyne sunmuşsa da bu kabul görmemiştir. Bu medresenin özetle iki temel hedefi vardı:
- Dinden uzaklaştırılmaya çalışılan Kürtlerin özelinde İslam dünyasını yeni bir eğitim modeliyle ihya etmek.
- Toplumsal manada özellikle Kürtlerin hak ve hukuklarını garanti altına almak için Kürtçe dilini resmiyete kavuşturmak.
Nitekim Cumhuriyetin ilanından sonra yaşanan trajediler, Bediüzzaman hazretlerinin bu içtimai öngörüsünü haklı çıkarmıştır. Kısaca ittihatçıların paradigmasıyla yüzyıllık belki daha fazla bir zaman dilimini kapsayan fitnenin temelleri Cumhuriyet döneminde tahkim edilmiştir.
Yaşanan gelişmelerden rahatsız olan sadece Bediüzzaman değildi kuşkusuz. İskilipli Atıf Efendi, Palulu Şeyh Said Efendi de diğer alimler gibi rahatsız olan dindar cumhuriyetçi alimlerden sadece birkaçı idi. Tanzimat fermanıyla beraber Kürt illerindeki mir veya begler artık mabeyn tarafından atanınca milletin nazarında Kürt alimlerinin değeri birdenbire yükselmiş adeta bulundukları bölgelerin mir ve idarecileri konumuna yükselmişlerdir. Kuşkusuz bu alimlerden biri de Şeyh Said-i Palevi’dir (r.a.)
Şeyh Said de (r.a.) diğer alimler gibi yaşanan gelişmeleri yakından takip ediyor. İslami ve insani değerlerin cumhuriyet adı altında ayaklar altına alınmaması için dindar bir cumhuriyete sahip çıkıp yaklaşmakta olan felaketin etkilerini minimum seviyeye indirmenin hesaplarını yapıyorlardı. Bediüzzaman hazretlerinin yakın hizmetlerinde bulunan talebesi Abdülkadir Badıllı bana Şeyh Said hadisesinin nasıl geliştiğini bizzat şöyle anlatmıştı;
“Şeyh Said bütün Kürdistan ulemasıyla bir toplantı yapmak niyetindedir. Bu toplantıda bölgede ve Ankara’da yaşanan gelişmeler değerlendirilecek, bu gelişmeler karşısında bölge alimlerinin rahatsızlığı Ankara’ya resmi bir şekilde maddeler halinde tebliğ edilecektir. Yapılacak olan konferans veya toplantının başkanlığına da Bediüzzaman hazretlerini uygun görmektedir. Bediüzzaman hazretleri 1924 yılının kışında, 1925 yılının Nisan ayında gerçekleştirilecek olan toplantının istişaresini yapmak üzere Erzurum’a gidip Şeyh Said ile görüşmüştür. Bu toplantının yapılması konusunda mutabık kalmışlardır. Ancak 1925 Şubat ayında Diyarbakır’ın Piran ilçesinde Şeyh Said hadisesi bilinçli bir şekilde, bir provakasyonla patlattırılınca bu toplantı akim kalmıştır.”
Bunu Şeyh Said’in torunları olan Abdülilah Fırat ve merhum Abdülmelik Fırat da aynen aktarıp tasdik etmişlerdir. Aslında başka bir yazının veya araştırma konusu olan Bediüzzaman hazretlerinin Şeyh Said hadisesiyle ile ilişkisi bundan ibarettir. Yani menfi bir harekete destekten öte menfi bir hadisenin çıkmaması için müspet bir kanalın yapımına destek çabasından ibarettir. Ancak Kürt illerindeki bütün nüfuzlu ailelerin ileri gelenleri gibi, Bediüzzaman da bu olayın inşası sürecinde tespit edilmiş tek bir menfi hareketi olmamasına rağmen, Kader-i İlahinin de farklı bir tecellisi olarak Burdur’a sürgüne gönderilmiştir.
Şeyh Said’in en çok dillere pelesenk edilen İngilizlerle irtibatı konusunda, CHP’nin resmi şefi İsmet İnönü’nün dahi bizzat ifadesiyle bu konuya dair somut bir delilin yokluğu takrir edilmiştir. Bediüzzaman hazretleri de bu olaya ‘hadise’ demeyi tercih etmiştir. Anadoludaki bütün alimler gibi Şeyh Said’in de (r.a.) Cumhuriyet adı altında halkın bin yıllık itikadına, örfüne ve ananesine rağmen tesis edilmek istenen seküler ve ulus devlet modeline itirazı vardır. Olmaması anormaldir. Ancak planlı bir ayaklanmanın ona isnadı hakkındaki iddiaların ortaya çıkması için ciddi tarihi çalışmalara ve o dönemin İstiklal Mahkemeleri tarafından tutulan zabıtların yeniden incelenmesi gerekmektedir.
Bu vesileyle Diyarbakır Ulucami meydanında Şeyh Said ile beraber asılarak şehid edilen 47 güzide alimi rahmetle yad ediyor, kendilerine Allah’tan mağfiret taleb ediyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.