Nübüvvet Sempozyumu ve Duygu Hafızası
Hakikat arayışında Nübüvvetin Yeri ve Rolü’nün Risale-i Nur Perspektifi ile değerlendirileceği bir sempozyum var bu günlerde.
22-24 Eylül 2013 tarihleri arasında 500 çalışma arasından seçilen 100’ü aşkın tebliği 40 ülken gelecek farklı din ve kültürlere mensup akademisyenler tartışacaklar.
Çağımızın aydınlatıcısı Bediüzzaman hazretlerinin bu konudaki söylediklerini 40 bilim adamı anlatacak, tebliğler sunacaklar.
Tabi anladıkları kadar… Uzmanlık alanları açısından…
…
Bediüzzaman hazretlerinin anlaşılması gerektiğini bilim adamları hep söyleye gelmişlerdir. Çağımızın hem ruhsal yaralarına hem de sosyal açmazlarına ciddi merhemler sunmuştur.
Çağına ağlamış bir yüce bilge Bediüzzaman hazretleri…
Onların yangınında önce kendisi yanmış. Varlığını onların mânen var olmalarına adamış, ifnayı vücut etmiş bir kahraman!
Bir yanıyla şefkatin burcunda durup seslenmiş, cehenneme bile başkalarının girmemesi için kendisi talip olmuş, diğer yanıyla cesaretin zirvelerinde hakikate gelen darbelere karşı göğsünü açarak durmuş bir yürek inşacısı Bediüzzaman!
Bir diğer yanı dünyaya ‘Metelik’ bile vermeyen bir hakikat dervişi, alpereni! Bir sepete tüm ‘Dünyalığını’ sığdırmış, yüreği dünyalara sığmaz iken!
Dikkatle bakıldığı zaman zıtlıkları bir arada yaşamış bir hakikat avcısı… Hep aramış, sormuş, soruşturmuş… Yetinmemiş yine aramış…
Hızlı bir yürüyüşü var! Mevcut eğitim sisteminin süreçlerine tabi olmamış… ‘Hızlandırılmış eğitim’ ile kendi hedefine uçup gitmiş…
Alet ilimlerine alet olmamış, oyalanmamış. Sonuca kilitlenmiş, hedefine yürümüş.
Bir yanı cesaretin yanardağı, diğer yanı şefkatin kadife kanatları!...
Bir yanı hakikatin yılmaz avcısı, arayıcısı, diğer yanı olmuşların, bulmuşların serinletici iklimi!..
Bir yanı ilmin zirvesi, diğer yanı dervişliğin riyazeti!
Kısacası Bediüzzaman’da hakikat bütünüyle dürülüdür.
İlmi bir pencereden baktığınızda onun ilimde zirve oluşunu görürsünüz.
Sosyal bilimler bakımından yaklaşırsanız orada toplumsal yaraları ve isabetli teşhisleri bulursunuz.
İlahiyat açısından tetkik ederseniz farklı açılımları ve yeni bir ruh dinamizmini yakalarsınız.
Psikoloji zaviyesinden yaklaşırsanız pek çok şeye şaşırabilir, hayrette kalabilirsiniz.
Tasavvuf açısından konuyu görmek isterseniz yine zâhidâne bir hayata ve azla iktifa eden, dünyayı terk etmiş bir dervişe tanık olursunuz.
…
Risale-i Nur’ları ilk gençlik yıllarımda tanıdım.
1980 yılının ihtilal hengamındaydı bu tanıyış… Erzurumlu Ekrem Aktaş hocanın himayesinde barındırıldığım Ümraniye’de…
Risaleleri yine risaleler ile açıklamanın, şerh etmenin ustalarından olan Zübeyir Gündüzalp ağabeyin yanında yetişmiş Ahmet Emin Dernekli’nin maharetli okuyuşlarından duydum ilk defa Nurun kelimelerini…
Bu yıllarda yaşanan hem yoksulluğu hem de zenginliği asla unutamam.
Bir yanda maddi sıkıntılar vardı. Hem de en üst seviyede ama diğer yandan Nurun verdiği müthiş bir zenginlik ve mutluluk hâli görülüyordu.
Aradığını bulan insanların aynı kaynaktan ‘Hayat suyu’ içişiydi bu!
Her ders akşamında ‘Acaba bu gece basılır mıyız?’ sorusu zihnimizin bir yerinde asılı dursa da durumu değiştirmiyordu. Nur nefeslenmesi sürüyordu kesintisiz…
Hayatımın bu döneminde çok güzel insanlar tanıdım, desteklerini gördüm, himayelerinde kaldım. Seydi Çalışkan, akşam yemeklerimizi yapan ve hep benim minicik yüreğimi neşelendiren değerli ağabeyim Adapazarı’ndan Tahsin Çolakoğlu ve Hekimoğlu İsmail’in önemli yol arkadaşlarından yazar Nurettin Ünal ve şuan ismini anamadığım pek çok nur ehli büyüklerim oldu.
Hepsine minnettarım.
Ümraniye’den Cuma geceleri münibüs tutarak Bahçelievler ‘Şükür Dershanesi’ne gidişler… Kitaplarını hayranlıkla okuduğum Ahmet Şahin hocayı tanımak. Vehbi Vakkasoğlu ile yakınlık, Mehmet Dikmen hocanın vukufiyetinde kayboluş… Hafız İsmail ağabeyin o muhteşem Kur’an okuyuşlarında halden hâle geçiş… Abdulvahit Mutkan ağabeyle zerafet ve edep görgüsü…
Daha sonraları genişleyen ‘Nur Sofrası’ndan nasiplenmeler… Erzurum’lu Vahdet Yılmaz ağabeyin destekleri, Mehmet Kırkıncı, Osman Demirci, Ahmet Akgündüz, Mustafa Nutku, Mustafa Karaman ve Bekir Doğan’ın ‘Göztepe dersleri’…
Sonrasında Oktay Erdoğan’ın himayesinde Beşiktaş yıllarım… Orada tanıdığım güzel insanlar…
Devamında Cihangir’li günler ve Zafer Dergisi yılları. Enver Yorulmaz, Burhan Amasyalı, Hüseyin Şengörür, Hamit Uyanık, Mürsel Alemdaroğlu, Selman Şafaklar, Sait Köşk, Mustafa Erkut, Hasan Bilge ve nice nurla aydınlanmış ağabeyler, kardeşler… Sabahlara kadar bazen süren dersler, sohbetler…
Ve elbette Bediüzzaman hazretlerinin talebelerinden geçen sene Hakka yürüyen Mustafa Sungur ağabeyin her hafta katıldığı ‘Perşembe Dersleri’…
Hiç unutulacak gibi değil!
Perşembe akşamlarının dershane nöbetçisi önceleri Orman Fakültesi Öğrencisi şehit Bingöl’lü Nazım kardeş, sonrasında bendim. Akşam sofrası ve sonrasındaki hizmetler bize ait idi.
Üsküdar FM yıllarımda ise nur halkasının başka güzelleri ile tanışma aşaması. Mehmet Fırıncı, İsmail Mutlu, Ahmet İhsan Genç, Muzaffer Deligöz, Ekrem Örskıran, Mehmet Paksu, Cemal Uşşak, Ümit Şimşek, Haluk İmamoğlu, İhsan Atasoy…
Saymaya kalkmak makul değil, zira yazının hacmini çok aşar…
…
İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın 10.sunu düzenlediği Uluslar arası Bediüzzaman Sempozyumu tüm bunları hatırlattı.
Duygu hafızamda ne varsa ortaya çıktı, kırık dökük!..
“Hakikat arayışında, Peygamber ışığı” NÜBÜVVET Sempozyumu’nda bulunmamak önemli şeyler kaçırmak anlamına geliyor.
Hatırlatmak istedim.
Yazete