Nurcu ifadesi nasıl ortaya çıktı? İlk kim kullandı? Bediüzzaman'ın tepkisi ne oldu?
Bu tarihten önceki 19 sene zarfında Risale-i Nur eserlerini okuyanlara yalnız “Nur talebesi” veya “Risale-i Nur talebesi” yahut da “Nur şakirtleri” şeklinde kullanılırdı
Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat eserinde Nurcu ifadesinin ilk ne zaman kullanıldığını şöyle anlatıyor:
Üstâd Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Denizli hapsinden çıkıp Emirdağ’a geldikten bir müddet sonra, yani büyük ihtimal ile 1945 yılı başlarında, Risale-i Nur talebelerine “Nurcu” diye söylenmeye başlandı.
Bu tabir ilk olarak halk içinden, yahut da resmi ve alakadar bazı memurlar tarafından çıktı ise de, bazen Nur talebeleri “Bediüzzamancı” diye de anılıyordu.
Fakat Üstâd Bediüzzaman “Nurcu” tabirini ma’nidar bulduğu ve hoşuna gittiği için reddetmediği gibi, kendisi de bu tarihten sonra bazı mektuplarında zaman zaman onu kullandı.
Bu tarihten önceki 19 sene zarfında Risale-i Nur eserlerini okuyanlara yalnız “Nur talebesi” veya “Risale-i Nur talebesi” yahut da “Nur şakirtleri” şeklinde kullanılırdı. Üstâd da mektuplarında Risale-i Nur talebeleri için hep bu tabirleri kullanmaktaydı.
Fakat arzettiğimiz gibi,1945 yılı başlarından itibaren, Risale-i Nurları okuyanlar için, eski mütedavil tabirler devam etmekle birlikte, “Nurcu” kelimesi de tedavüle girdi. Artık Nur camiası da bu tabiri kullanmaya başladı.
Bu dediğimizin bir delili olarak, 9.2.1948’de tevkif edilip Afyon hapsine getirilen Kastamonulu Mehmet Feyzi Efendi, “Nurcu” tabirini ilk olarak burada duyduğunu söylemektedir.
Amma aslında ise, Afyon hapsinden üç sene öncesinden beri bu ta’bir kullanılıyor ve Üstâd Hazretleri de bazı lahika mektuplarında onu kullanıyordu. Belki de Mehmet Feyzi Efendi bütün lahika mektuplarını görmemiş olabilirdi.
Evet, mesela İstanbul’da 6.11.1945’te komünizm aleyhinde yapılan nümayiş üzerine Hazret-i Üstâd, “Ey Nurcular! Şimdi maddi imkân hasıl olmuyor diye üzülmeyiniz...” demiştir.
Hem meselâ aynı sene içinde, Selahaddin Çelebi’nin bir misyonere Asa-yı Musa kitabını vermesi üzerine Üstâdın, “Hem misyonerler ve Hiristiyan ruhanileri hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir...” diye “NURCU” tabirini kullandığını görüyoruz.
Hulusi bey de o sıra yazdığı bir şiirinde “Nurcuların elleriyle dirilecek çok ölmüşler” diye Nurcu tabirini kullanıyordu.
Evet, nasılki Denizli hapsindeki eski mahpuslar, Risale-i Nur talebelerine “Hocalar” ünvanını verdiklerinde, Üstâd memnun olmuş ve manidar bulmuştu öyle de, Denizli hapsinden sonra,1945’lerde Emirdağ’da Risale-i Nur okuyucularına atfedilen “Nurcu” tabirini de öyle hoş bulmuş ve manidar addetmişti.
Gerçekten bu tabir manidar ve güzel bir tabirdi. Çünkü “Nur” aydınlıktı. Ziya idi, Din idi, Kur’ân idi... Dolayısıyla muhabbet, hürmet, şefkat, vefâdarlık, hakikî insanlık, mutluluk, terakkî ve tekâmül, güzel ahlâk vesaire idi bu... O halde bunları istemeyenler Nurcu değildi, zulmetçi idi. O ise kin; vahşet, zorbalık, merhametsizlik, yalan, riya, rüşvet, nifak, ahlâksızlık, hayasızlık, milliyetsizlik vesaire idi.
Onun için Üstâd Bediüzzaman, bu tabiri memnuniyetle kabul etmiş ve güzel karşılamıştı. Böylece 1945’lerden bu yana “Nurcular, Nurculuk” ünvanları devam edegeldi. Afyon hapsinden sonra,1960’lara kadar Üstâd bu tabiri daha da sık kullandı.
NURCU MAHALLESİ VE HOŞ TEVAFUK
Üstâd Bediüzzaman'ın Afyon Emirdağ kazasına gelmesinden sonra ortaya çıkan “NURCU” ta’biri ile, Afyon şehrinde çok eskilerden beri mevcut “NURCU MAHALLESİ”nin isminin tevafuk ve münasebettarlığı pek şirindir.
Hem Üstâd’ın hapis müsibetlerinden en büyüğü ve en çetini Afyon şehrinde vuku bulması ve Üstâd’ın Afyon hapsinden çıktıktan sonra, bu şehirde ve o mahalleye yakın 72 gün kalmış olması bu şirin tevafuka bir letafet daha katar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.