Nurcular Risale-i Nur okuyordu

Nurcular Risale-i Nur okuyordu

Oradan Üsküdar’daki kutlu bir mekâna geçtik. Nurcular Risale-i Nur okuyordu

Risale Haber-Haber Merkezi

Dünyaya Yeni Söz gazetesi yazarı Aydın Başar, Nur dersanesindeki gözlemlerini kaleme aldı. Bediüzzaman Said Nursi'nin talebeleri Mustafa Sungur ve Mehmet Fırıncı'nın da bulunduğu ortamı "belki de dünya gözüyle bir daha görülmeyecek kadar güzel bir geceydi" şeklinde yorumlayan Başar, "Sanki cennetteki bir sohbetin tam ortasına düşmüştüm" dedi.

İşte Başar'ın yazısı:

İki Nurun huzurunda
 
Kadıköy’de Elbistanlı yaşlı bir amca ve teyzenin evindeyiz. Reüsül Keşşaf Dr Mehmet Emin Bey’in anne ve babasının evinde... Teyze “nerelisin” diye soruyor bana. Sonra bir Anadolu insanının samimiyetiyle “Ümmeti Muhammed’in hepsi birdir evladım” diyor. Birazdan evin beyi Yusuf amca da abdest sonrasında gömleğinin kollarını düzelterek içeri giriyor. Helal ve temiz yemek yemenin zevkiyle yemeklerimizi yiyoruz. Sofradaki nimetler sanki bize gülümsüyorlar, sanki bizimle arkadaş olmuşlar. Demek, saflık ve masumiyet sofraya da aksediyormuş.

Akşam namazını camide kılıyoruz. Camide kısa boylu nur yüzlü bir sakallı var. Bu zatı bir yerden hatırlıyorum. Evet, on yıl önceydi, Sivas Ulu Camii’nde görmüştüm. Sonradan onun, eserleri olan, sohbet ve konferanslar veren İbrahim Cücük Hoca olduğunu öğrenmiştim. Ehli takvaya olan hayranlığım bu zatı unutmama sebep olmuştu. Namazdan sonra yanına yaklaştım ve kendisine “On yıl önce sizi Sivas Ulu Cami’inde görmüştüm” dedim. Tanıştıktan sonra öğrendim ki her Perşembe bu semtte sohbeti varmış. Dualaştık ve ayrıldık. Meğer on yıl dedikleri bir dakika gibiymiş… Ya ömür?

Oradan Üsküdar’daki kutlu bir mekâna geçtik. Nurcular Risale-i Nur okuyordu. Hizmet ehli insanlar, salihler ve vakıflar vardı.. Sadece yaşlılar koltuklarda oturuyor, diğerleri yerde oturuyordu. Dersin sonunda koltuklardan birine oturdum, baktım ki bazı koltuklar boşaldığı halde gençler oraya oturmuyorlardı. Evet, bunun adı “saygı” olmalıydı…

Misafirlerin çoğu gitmiş geriye on –on beş kişi kalmıştı. Kalanların çoğu dış ülkelerde hizmet eden şakirdlerdi. Sırayla yaptıkları hizmetleri anlatıyorlardı. Bu meclis o kadar güzel bir meclisti ki sadece hizmet edenlerin söz hakkı vardı. Haliyle bize susmak düştü… Ben bugüne kadar birçok sohbete iştirak etmiştim ama bu sohbet başkaydı. Menakıp anlatılmıyor veya “bana göre böyle, sana göre şöyle” türünden sohbetler yapılmıyor, sadece hizmetler konuşuluyordu.

Ağabeyler Filipinlerdeki hizmetleri anlattılar. Yüz elli kadar yeni Müslüman olan mühtedinin Filipinler’deki nur dershanelerinde kaldığını ve risale okuduğunu, İslam’ın orada hızla yayıldığını söylediler. Bir başka ağabey Arjantin’den gelen e-maili okudu, sonra orayla bir telefon bağlantısı yapıldı. Hizmet Arjantin’e de ulaşmıştı… Sözü Dr Mehmet Emin hocam aldı, Ugandalı öğretmen Zebra Segava’nın geçtiğimiz günlerde davetlisi olarak Türkiye’ye geldiğini ve Türkiye’de Müslüman olarak Zeliha Nur olduğunu müjdeledi.

Yatsı namazı kılınmış, çaylar içilmiş, elmalar yenilmişti. Oradakilerin kalplerinden huzur, gözlerinden mutluluk okunuyordu. Ve saygı sevgi ortamı gecenin yarısına kadar sürmüştü. Ki bu kutlu anlar bittiğinde saatler gecenin ikisini gösteriyordu.

Bugün benim için tarihî bir gündü. Planlı olmayan bu ziyaretimiz Rabbimizin bize bir lütfüydü. Fakat onca hizmet ehlinin arasında ben bu mekânda olmayı hak edecek ne yapmıştım? Demek ki Cenab-ı Allah günahkârlardan da lütfünü esirgemiyordu.

Ne güzel insanlardı bu insanlar… Hz İbrahim’in ateşine ağızlarıyla su taşıyan karıncalar gibi bugünün iman yangınını söndürmeye çalışıyorlardı. Bir kişinin imanına vesile olmanın dünyadaki her şeye bedel olduğunun idraki içerisindeydiler. Herkes kelime-i şahadet getirsin, herkes “Allah” desin diye uğraşıyorlardı. Öyle ya; bir iman yangını varken iman sahibi başka ne yapabilirdi? İman için koşanlar, iman için yorulanlar, iman için konuşanlar, iman için yazanlar ve hayatlarını iman için vakfedenler, hizmet edenler elbette şu kâinatın birer göz bebeğiydi. Kendisi için çalışanlar, kendisi için yaşayanlar ve kendisini göstermek için bir adım öne çıkanlar ise ne kadar nasipsizdi.

Bu gece unutulmayacak; belki de dünya gözüyle bir daha görülmeyecek kadar güzel bir geceydi. Sanki cennetteki bir sohbetin tam ortasına düşmüştüm. Çünkü büyük iman kahramanı Bediüzzaman Said Nursi’nin yaşayan iki büyük talebesi ile aynı mekândaydım. Orada herkes onlara saygıda kusur etmiyordu ama onlar asla ulaşılamaz bir pozisyonda değillerdi. Belki büyük bir cemaatten sorumlulardı ama cemaatin her bir ferdi ile ayrı ayrı ilgileniyor, aralarına duvarlar örmüyorlardı. Dünyada ve ahrette şahidim ki ağabeyliklerini hakkıyla yerine getiriyorlardı.

Mustafa Sungur Ağabey o gece çok keyifliydi çünkü dünyanın dört bir tarafından hizmet ehlinin müspet haberlerini almıştı. Mehmet Fırıncı Ağabey’de çok keyifliydi, çünkü Mustafa Sungur Ağabey’in yanındaydı. Sungur Abi ve Fırıncı Abi; her ikisi de birer nur gibiydi… Tüm iman ehline binler selam…