O ilahiyatçıların Bediüzzaman kelimesini anlayacak kadar bir Arapçası var mı?

O ilahiyatçıların Bediüzzaman kelimesini anlayacak kadar bir Arapçası var mı?

İlahiyatçı Dr. Sadık Tanrıkulu, Bediüzzaman ünvanına yapılan itirazlara cevap veriyor

Dr. Sadık Tanrıkulu

Bu yazının aslı Youtube üzerinden yayınlanmış bir video konuşmasıdır. Konuşma sahibi, 1997 yılı başından itibaren yaklaşık 10 yıl Sudan’da, yaklaşık 4 yıl Mısır’da ikamet etmiş, Risale-i Nur Külliyatını bir ekiple birlikte Türkçe’den Arapça’ya tercüme etmiştir. Takdir edileceği üzere, yazının aslı bir konuşma olduğu için hitabet üslubu taşımaktadır. Doğallığı bozmama adına -küçük tasarruflar dışında- üsluba müdahale edilmemiştir. Konuşmayı yazıya aktaran, birkaç yerde şifahi olarak anlatılanı kaynaklarından kaydeden, ciddi ilim ve hizmet ehli Salih Okur kardeşime cân-ı gönülden müteşekkir ve duacıyım. Allah cc razı olsun. Konuşmanın aslı Sadık Tanrıkulu Youtube kanalında ‘Said Nursi’ye Vahiy mi Geldi?’ başlığıyla bulunmaktadır.

Bismillahirrahmanirrahim.

Benim bir prensibim -yeri geldikçe söylüyorum, özel meclislerimde söylüyorum, okulda, odamda söylüyorum- hiçbir zaman, hiçbir şahısla buradan, Youtube üzerinden hesaplaşmam. Özelde de hesaplaşmam. Yani benim prensibim; kişilerle işim yok. Kişisel kavga, polemik gibi bir derdim yok.

Yani burada ben A şahsına, B şahsına, falan gruba, filan topluluğa cevap vermek için konuşmuyorum. En temelde, Allah için, bir doğru nasılsa, onu doğru bir şekilde anlayalım kaygısı taşıyarak konuşuyorum.

MUSTAFA İSLAMOĞLU’NUN İDDİASI

Dolayısıyla isim vermeden genel açıklama yapmaya çalışacağım. Ama bir ismi söylemek zorundayım. Çünkü bütün Türkiye’de internet ve medya vasıtasıyla bir zaman çok gürültü yaptı, gündem oldu ki kendisinin bilinçli olarak bunu yaptığı kanaatindeyim; Mustafa İslamoğlu.

İslamoğlu’na göre; güya –mealen- “Allah’ın Bedi ismini bir adama veriyorlarmış, çok aşırı abartıyorlarmış. Üstatlarını yüceltmek için böyle şeyler yapıyorlarmış.” Yine onların ifadesiyle söyleyeyim, “Said Nursi kendisini yüceltiyormuş, Bediüzzaman diyormuş.” Burada bu ismi anmış olsak da Bediuzzaman isminin geçtiği yerlerde bu iddia Müslüman çevrelerde muhtelif şekillerde gündeme getirilmektedir.

HOCALARI ONA BEDİÜZZAMAN LAKABINI VERDİ

Evvela, bu meselenin iki yönü var;

1-Bu zata Bediüzzaman lakabı nasıl verilmiş? Kendisi Bediüzzaman diye mi piyasaya çıkmış? “Ey ahali bana bundan sonra Bediüzzaman deyin” mi demiş?

2-Bediüzzaman kelimesinin anlamı nedir?

İlk soruyu ele alırsak, Üstad Bediüzzaman’a bu lakabın verilmesi kendisinden kaynaklı değil. Bugünkü mantıkla şöyle söyleyelim; Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin Türkiye’de en genç yaşta profesör olduğu söylenir, 34 yaşında profesör olmuş. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu ise bildiğim kadarıyla 26 yaşında profesör olmuştur. Normalde çok nadir gerçekleşen bir şeydir bu. Bugün bazı öğrencilerimiz var, dört yıllık fakülteyi üç yılda bitiriyorlar. Mesela merhum Erbakan mühendislik fakültesini üç yılda bitirdi diye hatırlıyorum.

Şöyle düşünelim; bir insan dört yıllık fakülteyi iki yılda bitirse, nasıl ses getirir? İşte Üstad Said Nursi de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da gittiği medreselerde kısa zamanda eğitimini tamamladığı için ve defaatle hoca ve şeyhler önünde imtihanlara tabi olup, hepsinde üstün başarısı görülünce, hocaları ona Bediüzzaman lakabını vermişler. Yani kendisi ‘ben Bediüzzamanım’ diye ortaya çıkmamış.

(Not: Bediüzzaman kendisi buna bir mektubunda şöyle değiniyor: “Meraklı kardeşimiz Re'fet Bey, Bediüzzaman-ı Hemedânî’nin üçüncü asırda, vazife ve te'lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zat hakkında yalnız harika bir zekâveti ve kuvve-i hafızası bulunduğunu biliyorum. Elli beş sene evvel, üstadlarımdan Siirt'li merhum Molla Fethullah, eski Said'i ona benzeterek, onun o ismini ona vermiştir.” (Osmanlıca Emirdağ Lahikası S. 383) (Salih Okur)

Mesela biz bugün Farabi’yi, İbn-i Sina’yı, İmam Gazali’yi anlatıyoruz. Ne diye anlatıyoruz? Dâhiler olarak anlatıyoruz. İbn-i Sina veya Farabi’nin 8 yaşında bütün ilimleri öğrenip hazmettiği söyleniyor. Yani bu adamlar, sıra dışı adamlar, seviyenin çok üstünde olan adamlar.

Bir kitap var; Cem’ul-Cevâmi. Ben o kitabı gördüm, serçe parmağınız kalınlığındadır. Bediüzzaman bu kitabı bir Cumadan diğer Cumaya kadar, bir hafta içinde ezber yapmış. Bunun üzerine hocası merhum Molla Fethullah Efendi kitabın üzerine şöyle yazmış;

قَدْ جَمَعَ فِى حِفْظِهِ جَمْعُ الْجَوَامِعِ جَمِيعَهُ فِى جُمْعَةٍ “Cem’ul Cevami’nin tamamını bir Cumada ezberledi” demiş. Yani hocalar önünde çok üst düzey orijinallik gösterdiği için, bütün medrese kitaplarını kısa sürede okuyup ezberlediği için hocaları ona Bediüzzaman demişler.

Mesela Siirt'e bağlı Tillo kasabasına gidiyor. Meşhur bir türbeye kapanıyor. Orada hârika olarak Kamus-u Okyanus'u Bâb-üs Sin'e kadar ezberliyor. Ne fikre binaen kamusu hıfzettiği sorulduğunda: “Kamus her kelimenin kaç manaya geldiğini yazıyor. Ben de bunun aksine olarak her manaya kaç kelime kullanıldığını gösterir bir kamus vücuda getirmek merakına düştüm” cevabını veriyor. (bkz. Tarihçe-i Hayat, s.39 )

Kâmus-u Okyanus’un Arapça orijinal adı el-Kamusu’l-Muhit’tir. Bu kitap dört cilttir. Onu sin babına kadar ezber etmiş. Sözlük ezberlemek çok zordur. Herkesin yapabileceği iş değildir. Benim yıllarım Arapça ile geçti, iyi bilirim.

Bir yerde diyor ki; “Tırnak kadar kuvve-i hâfızaya mâlik bir adamın kafasında, doksan kitabın kelimatı yazılmış. Ve üç ayda, her günde üç saat meşgul olarak, hâfızasının sahifesinin yalnız o kısmını ancak tamam edebilmiş. Aynı adam seksen sene ömründe gördüğü ve işittiği ve merakını tahrik eden ve ona hoş gelen manaları ve kelimeleri ve suretleri ve savtları o tırnak kadar kuvve-i hâfızanın sahifesinde istediği vakitte müracaat edip bir büyük kütüphane kadar bütün mahfuzatının aynı şeylerini orada bütün istediklerini mevcut ve muntazam yazılmış ve dizilmiş görüyor. (Emirdağ Lahikası-2, s. 118)

İSTANBUL ULEMASI EN DERİN MESELELERİ SORMUŞ VE CEVAPLARINI ALMIŞLAR

Bediüzzaman hazretleri bir konuda İmam Şafii’ye benziyor. İmam Şafii hazretleri bir kitap okurken kitabın iki sayfasından birini kapatarak olurmuş. Çünkü bir gözü bir sayfaya ilişir ilişmez ezberlediği gibi, diğer gözü de diğer sayfaya ilişince ezberlediği için. Çünkü gözler scanner cihazı gibi. Baktı mı tarıyor, hepsini hafızaya alıyor. Yani bunlar orijinallikler, fevkaladelikler, üstün vasıflar.

Yetmemiş, Van valisi Tahir Paşa’nın konağında uzun seneler kitaplar okumuş. Sonra İstanbul’a gelmiş. Kaldığı Şekerci Han’ın odasının kapsana “Burada her soruya cevap verilir, sual sorulmaz” yazmış. İstanbul uleması hep başına üşüşüp en derin meseleleri sormuş ve cevaplarını almışlar.

Muhterem Rıza Çöllü Hocaefendi, kendi hocası, Diyanet İşleri Müşavere kurulu başkanlığı yapmış Hasan Fehmi Başoğlu’nun bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Bediüzzaman hazretleri İstanbul’a gelmiş. Yıl 1907. Tabii, kim kimi nasıl değerlendirir o bahs-i ahar ama hakkı hak sahibine vermekte yarar var. Bediüzzaman İstanbul’a geldiğinde “Hallal-ül Müşkilat” (Soruları çözen) diye bir levha yazmış. “Siz her şeyi sorabilirsiniz. Ben size hiçbir şey sormayacağım” diyormuş.

Tabii bu, İstanbul ulemasına çok ağır gelmiş. “Ben de yani icazet aldım. Cıva gibi delikanlıyım” diyor Fehmi efendi. “Hasan Fehmi, ümidimiz sende. Bu Kürdoğlunu bir yere ser de, nasıl serersen ser” demişler. (Hasan Hoca da iyi âlimdi. Kur’an okumakta mahirdi. Cezeri’yi 85 yaşında tıkır tıkır ezberden okurdu. Ben de Cezeri’yi kendisinden okudum.)

“Mevakıf’tan akla hayale gelmedik konularda beni bir ay hazırladılar” diye anlatıyor. “Git şimdi bunları sor” demişler. Yanına gittim, soruları sorduktan sonra, az önce talebelere ders okutuyormuş gibi benim suallerimin hepsine cevap verdi. Tek kelimeye muktedir olamadan döndüm, geldim” diyor.

Rıza Çöllü devamla şöyle diyor: “Bediüzzaman bedava sivrilmemiştir, tezkiyesi vardı. Ve Hasan hocanın zamanında, Risale-i Nur Diyanetten hep beraat almıştır.) Altınoluk Dergisi-Temmuz–1992)

İşte bu gibi fevkalade özelliklerinden dolayı Bediüzzaman lakabı kendisine başkaları tarafından verilmiş. Mesela İslam tarihinde İmam Gazali’nin hocası el-Cüveyni’ye “İmam-ul Haremeyn” denilir. İmam Gazali’nin lakabı “Hüccetu’l İslam”dır. Kendisi mi çıkıp “Bana Hüccetü’l İslam” deyin” dedi? Hayır. Bunlar gibi kendilerine tarihte değişik lakaplar, ünvanlar verilen ulema pek çoktur. Bu zatlara o vasıflar çevreleri tarafından verildiği gibi, Bediüzzaman’a da bu lakap verilmiş.

BİR İLAHİYAT AKADEMİSYENİNİN BEDİÜZZAMAN KELİMESİNİ ANLAYACAK KADAR BİR ARAPÇASI OLSUN YA!

2.Bediüzzaman ne demek? Şimdi, Mustafa İslamoğlu’nun ismini verdim. Diğerlerini vermeyeceğim. Zaten isimlerini bilemeyeceğimiz kadar da çoklar. Ya bir İlahiyat akademisyeninin şu Bediüzzaman kelimesini anlayacak kadar bir Arapçası olsun ya. Çok ayıp, çok ayıp!

Önce bu beyefendilerinin ithamlarına göre söyleyeyim. Kur’an’da; بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ "O cc (gökleri ve yeri eşsiz, örneksiz ve önünde hiç bir model olmadan yaratan" (el-Bakara: 2/117) şeklinde geçer. Mubdiu’s semavati ve’l ard manasınadır. Girerseniz, başta Kurtubi gibi lafızları iyi açan, ayrıntılı bir şekilde veren herhangi bir tefsire bakarsanız, anlamını görürsünüz

Not: Cenâb-ı Allah'ın esma-i hüsnasından biri. Kendinden türediği Bedea fiilî "icat etmek, örneksiz yapmak, yokken eşsiz biçimde ortaya koymak" demektir. Allah'la ilgili olarak kullanıldığında "aletsiz, zamansız ve mekânsız icat etmek" anlamı da verilmiştir. (Rağıp el-İsfehanî, el-Müfredat fi Garîbi'l-Kur'an, s.38).

بَدِيعُ kelimesi modern Arapçada, yaşayan Arapçada, yaygın olarak kullanılan bir kelime.

Bedi kelimesinin manası orijinal demek. Mesela Mimar Sinan bedi bir şahsiyettir, tarihte bir benzeri yoktur. Yani, Arapçada orijinal olan her şey için bedi kelimesi kullanılır. Bugünkü yaşayan Arapçada en çok kullanılan versiyonu ibda’dır. İbda demek orijinallik demektir. Bir sanat eserinde, bir yazıda vs. ibda vardır. Bunun için, yaşayan Arap toplumunda bu hiç yadırganmaz.

Allah için kullanıldığında; بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ demek, Rabbim yerleri ve gökleri, bütün kainatı orijinal bir şekilde yani hiç kimseyi taklid etmeden, bir yeri, bir şeyi örnek almadan, tamamını kendinden, orijinal olarak yapmıştır demektir.

Not: Kurtubî de şöyle demektedir: “Şanı yüce Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir. Yani onları önceden herhangi bir örnek veya bir tasarı bulunmaksızın yoktan var eden ve icat edendir. Daha önce benzeri görülmedik bir şeyi meydana getiren herkese "mübdi' (ibda eden)" denilir.”

BEDİÜZZAMAN KELİMESİNE İTİRAZ EDEN BU BEYEFENDİLER SAMED İSMİNE HİÇ TAKMAZLAR

Arada şunu ifade edeyim, Bediüzzaman kelimesine itiraz eden bu beyefendiler, ülkemizde belki yaygın olarak kullanılan Samed ismine hiç takmazlar, Rahim var, hiç takmazlar. Rahman diye isim var, hiç takmazlar, Şekur var, hiç takmazlar. Bunları tashih için herhangi bir dertleri, çabaları yoktur.

Kelam kitaplarında belirtildiğine göre ilahi isimlerin bazıları insanlar için de kullanılabilir iken bazıları kullar için kullanılmaz. Bazılarının başına abd kelimesi getirmek gerekir, Abdurrahman, Abdullah, Abdüssamed gibi. Araplarda Abdulbedi Sakr var mesela. Meşhurdur.

Yani bu beyefendiler sadece Bedi kelimesine takar, ötekilere takmaz. Niye? Derdiniz ne, probleminiz ne? Neyi çözmeye çalışıyorsunuz? Neyi anlamaya çalışıyorsunuz? Amacınız ne? Ben söyleyeyim mi?

1-Dertleri Bediüzzaman’a takmaktır.

2-Bediüzzaman’ın ardından giden milyonlardan rahatsızdırlar.

3-“Abi ben bu kadar yıl çalıştım, ettim, bu kadar kitap yazdım. Kimse beni dinlemiyor. Millet gidiyor -afedersiniz, onların tabiriyle söyleyeyim- bu cahil cühela nurcuları dinliyor.” Kendileri müşteri toplayamadıkları için rahatsızdırlar ki Üstad Nursi kendisi de bu hususu müstakil bir risalesinde açıkça beyan etmiştir. (Bkz. Enaniyet bahsi, Mektubat, 2. Cilt, s. 310 vd.)

Bakın bugün Regaib kandili. Benim kanaatim –ki siz de destekleyeceksiniz- şu an Türkiye’de binlerce nur medresesinde bu akşam Risale-i Nur okunuyor. Diğer cemaatleri saymadım. Konu Risale-i Nur olduğu için bunu söylüyorum. Şu an, bu akşam, Türkiye’de bütün Risale-i Nur talebeleri, Türkiye çapında milyonlar diyebilirim, bu abartısız, en az birkaç milyon, ilçelere, köylere kadar şu an, bu akşam toplanmışlardır, Bediüzzaman’ın kitapları etrafında halkalanmış, bir şeyler okuyorlardır.

Şimdi, bu insanlar ne yapıyorlar? Bediüzzaman bu insanlara Hristiyanlık mı anlatıyor, Yahudilik mi anlatıyor, Budizm mi anlatıyor, Şintoizm mi anlatıyor? Bunlara Masonluk dersi mi veriyor? Hâşâ sapkın bir şey mi söylüyor? Buraya takmak için derdiniz nedir? Probleminiz nedir?

Zaten, milyonlarca Risale-i Nur talebesinin bedi kelimesi ile Bediüzzaman isimlendirmesi ile bir problemi yoktur. Çünkü orada problem yok. Onlara Bediüzzaman kelimesinin ne demek olduğu zaten anlatılıyor, açıklanıyor. Nur talebeleri bunu bildikleri için, bu ismin nereden geldiğini, anlamının ne olduğunu bildikleri için, herhangi bir problem yaşamıyorlar.

Bütün dünyayı gezin, sadece Türkiye demiyorum. Türkiye sınırlarını aşmıştır Nurculuk. Bütün dünyayı gezin. Hiçbir yerde tek bir tane nurcu Bediüzzaman’a hâşâ ilahlık, üst düzey bir anlam, “Bedi Allah’ın sıfatıdır” gibi bir anlam yüklememiştir. Bediüzzaman bir İslam âlimidir, bir insandır, bir beşerdir.

Kısaca, Bediüzzaman, zamanın orijinali demektir. Zaten kendisi bir yerde söylüyor; “bedi', garib demektir. Benim ahlâkım suretim gibi, üslûb-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhaliftir. Görenekle revaçta olan muhakemat ve esalîbi, benim üslûb ve muhakematımla mikyas ve mihenk itibar yapmamayı bu ünvanın lisan-ı haliyle rica ediyorum.” (Hutbe-i Şamiye, s. 101)

(Devam edecek)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum