O korkunç ses onları yakaladı da onları bir sel süprüntüsü hâline getirdik

O korkunç ses onları yakaladı da onları bir sel süprüntüsü hâline getirdik

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Mü’minûn Sûresi 31-43. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

31 . Sonra onların ardından başka bir nesil meydana getirdik.

32 . Onlara da içlerinden: “Allah’a kulluk edin; sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Hiç sakınmaz mısınız?” diye (kendilerine nasîhat etmesi için) bir peygamber gönderdik.

33 . Onun kavminden, inkâr edip âhirete kavuşmayı yalanlayan ve dünya hayâtında kendilerine refah verdiğimiz ileri gelenleri ise şöyle dedi: “Bu sâdece sizin gibi bir insandır; yemekte olduğunuzdan yiyor; içmekte olduğunuzdan içiyor.”(*)

34 . “Eğer kendiniz gibi bir insana itâat ederseniz, o takdirde mutlakā siz gerçekten hüsrâna uğrayan kimseler olursunuz.”

35 . “(O) muhakkak ki siz öldüğünüz ve bir toprak ve bir kemik yığını hâline geldiğiniz zaman, gerçekten sizin (kabirlerinizden) çıkarılan kimseler olacağınızı mı va‘d ediyor?”

36 . “Heyhât! O va‘d edilmekte olduğunuz şey, ne kadar uzak!”

37 . “O (hayat), bizim dünya hayâtımızdan başka bir şey değildir; (kimimiz) ölürüz, (kimimiz) yaşarız; biz (öldükten sonra) diriltilecek kimseler de değiliz.”(**)

38 . “O, sâdece Allah’a karşı yalan uyduran bir adamdır.(***) Biz ona inanan kimseler de değiliz.”

39 . (O peygamber:) “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı, bana yardım et!” dedi.

40 . (Allah:) “Az (bir zaman) sonra (onlar) mutlakā pişmanlık duyan kimseler olacaklar!” buyurdu.

41 . Nihâyet, o (korkunç) ses onları hak ile yakaladı da onları bir sel süprüntüsü hâline getirdik. Artık o zâlimler topluluğu helâk olsun!

42 . Sonra onların ardından başka nesiller meydana getirdik.

43 . Hiçbir ümmet ecelinden ne öne geçebilir, ne de geri kalabilir.

(*) “Resûl-i Ekrem Âleyhissalâtü Vesselâm hem beşerdir, beşeriyet i‘tibâriyle beşer gibi muamele eder; hem resûldür risâlet i‘tibâriyle Cenâb-ı Hakkın tercümânıdır, elçisidir.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 151)

(**) “İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın rubûbiyetine (terbiyeediciliğine) âid şuûnât (işler) ve ahvâline (hâllerine) şâhiddir. Ve mahlûkātın cemâatleri içinde Allah’ın birliğine dellâldır. Ve mevcûdâtın (varlıkların) tesbîhâtına (Allah’ı zikretmelerine) müşâhid (seyirci) ve hilâfet-i kübrâ ile (yeryüzünün halîfesi olmakla) tekrîm ve teşrîf edilmiştir (ikrâm edilip, yüceltilmiştir). İnsan, bu kerâmete (ikrâma) ve bu şerefe nâil olduğu hâlde, kendisi başıboş ve gayr-ı mes’ûl (suâl olunmadan) bırakılmayacaktır. Onun da dîvân-ı muhâsebâtta (hesab meclisinde) pek karışık hesabları vardır. Ondan kurtulduktan sonra, müstehak olduğu yere girecektir. Evet, kudret-i ezeliyeye (Allah’ın kudretine)nisbetle, ölümden sonra haşrin gelmesi, güzden sonra baharın gelmesi gibidir.” (Mesnevî-i Nûriye, Lâsiyyemâlar, 39)

(***) “Dindar bir adam, din muhabbeti için: ‘Hak böyledir, hakîkat budur, Allah’ın emri böyledir’ der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecâvüz edip (aşıp), Allah’ın taklîdini yapıp, O’nun yerinde konuşmaz.” (Mektûbât, 26. Mektûb, 112)

“Birbirine yakın zâtlar birbirini taklîd edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin sûretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar, birbirinin makamlarını taklîd edebilirler. Muvakkaten (geçici olarak) insanları iğfâl ederler (aldatabilirler), fakat dâimî iğfâl edemezler. Çünki ehl-i dikkat nazarında alâ külli hâl (her hâl ü kârda) etvâr ve ahvâli (tavırları ve hâlleri) içindeki tasannuâtlar ve tekellüfâtlar (yapmacık ve zoraki hareketler) sahtekârlığını gösterecek, hîlesi devâm etmeyecek. Eğer sahtekârlıkla taklîde çalışan; ötekinden gāyet uzaksa, meselâ âdî bir adam, İbn-i Sînâ gibi bir dâhîyi ilimde taklîd etmek istese ve bir çoban bir pâdişâhın vaziyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendi maskara olacak. Her bir hâli bağıracak ki, bu sahtekârdır.” (Sözler, 15. Söz, 53)