O suları, mahzenlerde tutanlar siz değilsiniz
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Hicr Suresi 19-22. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
19 . Yeryüzünü ise yaydık; oraya sâbit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü herşeyden (her nebâttan) bitirdik. (1)
20 . Hem orada, gerek sizin için, gerekse rızık vericileri olmadığınız (etrâfınızdaki) kimse(ler) için geçim vâsıtaları kıldık.
21 . Hiçbir şey de yoktur ki, onun hazîneleri yanımızda olmasın; artık onu ancak belli bir mikdarda indiririz.
22 . Rüzgârları ise aşılayıcılar olarak gönderdik de gökten bir su indirip böylece onunla sizi suladık. (2) Hem onu (o suları), mahzenler(in)de tutanlar siz değilsiniz.
1- “Arzın evvel-i hılkatine (dünyanın ilk yaratılışına) bakıyoruz ki: Mâyi‘ (sıvı) hâline gelen bir madde-i seyyâleden (akıcı maddeden) taş ve taştan toprak halk edilmiş (yaratılmış). Mâyi‘ kalsa idi, kābil-i süknâ (oturmaya müsâid) olmazdı. O mâyi‘ taş olduktan sonra timur (demir) gibi sert olsa idi, kābil-i istifâde olmazdı (istifâde edilemezdi). Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin (yeryüzü ahâlisinin) hâcetlerini (ihtiyaçlarını) gören bir Sâni‘-i Hakîm’in (herşeyi hikmet ve san‘atla yaratan Allah’ın) hikmetidir.
Sonra tabaka-i turâbiye (toprak tabakası) dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dâhilî inkılâblardan (hareketlerden) gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip (nefes alıp), zemîni (dünyayı) hareketinden ve vazîfesinden şaşırmasın. Hem denizin istîlâsından toprağı kurtarsın. Hem zîhayatların (canlıların) levâzımât-ı hayâtiyesine (hayâtı için lâzım olan şeylere) birer hazîne olsun. Hem havayı tarasın, gâzât-ı muzırradan (zararlı gazlardan) tasfiye etsin, tâ teneffüse kābil (nefes almaya müsâid) olsun. Hem suları biriktirip iddihâr etsin (depolasın). Hem zîhayâta lâzım olan sâir madenlere menşe’ ve medâr (kaynak ve vesîle) olsun. (...)
Hem acîb (şaşılacak) ve garîb san‘atlar içinde rengârenk, acîb, hikmetli zemin yüzünün sîmâsındaki bu nakışlı çizgilere bak! Nasıl sekenelerine enhar (nehirler) ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri, ayrı ayrı mahlûklarına ve ibâdına (kullarına) lâyık birer mesken ve vesâit-i nakliye (nakil vasıtaları) yapmış.
Sonra yüzbinler ecnâs-ı nebâtât ve envâ‘-ı hayvanâtıyla (nebât ve hayvan cinsleriyle) kemâl-i hikmet ve intizamla doldurup hayat vererek şenlendirmek, vakit be vakit (zaman zaman) muntazaman mevt (ölüm) ile terhîs ederek boşaltıp yine muntazaman بَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ [Öldükten sonra dirilmek] sûretinde doldurmak; bir Kadîr-i zü’l-Celâl’in (sonsuz kudret ve celâl sâhibi) ve bir Hakîm-i zü’l-Kemâl’in (sonsuz hikmet ve kemâl sâhibi olan Allah’ın) vücûb-ı vücûduna (kat‘iyen var olduğuna) ve vahdetine (birliğine) yüzbinler lisanlarla şehâdet ederler.” (Mektûbât, 33. Mektûb, 329-330)
2- “Rüzgârlara bak ki: Sâir hakîmâne (hikmetli), kerîmâne (ikrâm edici) fâidelerinin ve vazîfelerinin şehâdetiyle gāyet mühim ve kesretli (pek çok) vazîfelere koşuyorlar. Demek o dalgalanmak bir Sâni‘-i Hakîm (herşeyi san‘at ve hikmetle yaratan Allah) tarafından bir tavziftir (vazîfelendirmektir), bir tasriftir, bir kullanmaktır. Dalgalanmaları ise, emr-i Rabbânînin çabuk yerine getirilmesine sür‘atle çalışmaktır. (...)
Şimdi bulutlara bak! Yağmurun şıpıltıları, ma‘nâsız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi, boş bir gürültü olmadığına kat‘î delil ise, hâlî bir boşlukta o acâibi îcâd etmek ve onlardan âb-ı hayat (hayat suyu) hükmündeki damlaları sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştak zîhayatlara (canlılara) emzirmek, gösteriyor ki: O şırıltı, o gürültü gāyet ma‘nîdar ve hikmetdardır ki, bir Rabb-i Kerîm’in emriyle, müştaklara o yağmur bağırıyor ki, ‘Sizleremüjde, geliyoruz!’ ma‘nâsını ifâde ederler.” (Mektûbât, 33. Mektûb, 326-327)