Objektiften Çıkan Kuş
Mustafa Uçurum'un yazısı...
Dijital bir kuşatma altındayız. Her tarafımız kameralarla çevrilmiş durumda. Attığımız adım kaydediliyor. Gittiğimiz her yer sanki bir stüdyo. Mağazalar, marketler, sokaklar ve her bir köşe irili ufaklı kameralarla donatılmış durumda. Objektife bakmaya fırsat kalmadan, üstümüze başımıza çeki düzen vermeden kayıt başlıyor bile.
İnsanlarımızın içindeki bu çekim aşkı her gün biraz daha artıyor. Bazen güvenlik için bazen de arşivlik görüntüler yakalamak için basılıyor deklanşöre. Yıllar sonrasına kalacak sayısız belge ile donatılıyor dünyamız.
Yıllar öncesinden, bir evde fotoğraf çekileceği zaman sanki bir bayram sevinci yaşanırdı. Herkes en güzel elbiselerini giyerdi. En öne iki sandalye getirilir, evin büyükleri oraya oturtulur, ev halkı da sandalyelerin arkasında kendine uygun bir yer bulmaya çalışırdı. Fotoğrafçı gayet ciddi, “Gözünüzü kırpmayın, başınızı eğmeyin, önünüze bakmayın, buraya bakın, gülmeyin.” derdi. Evet, gülmeyin derdi. Şöyle bir dönüp de eski fotoğraflara bakacak olursanız hiç gülen insan yüzüne rastlayamazsınız. Çünkü o zamanlarda ciddi bir işti fotoğraf çekinmek. Fotoğrafçı da işini dikkatli yapmak zorundaydı. Fotoğraf filmi, banyosu, kartı “dünya kadar para”ydı.
Siyah beyaz fotoğraflar hep hüzün yüklüdür. Kimse o fotoğraflara bakarken gülüp eğlenmez. İnsanın içine bir hüzün çöker, gözleri dalıp gider. Gülmeyen, boş ve hüzünlü bakan gözler geçmişi hatırlattığı kadar geçip giden zamanın da sessiz tanıklarıdır.
Otomatik sarmalı makinelerin çıkması fotoğraf meraklılarını oldukça heyecanlandırmıştı. Fotoğrafı çekiyorsun ve kendi kendine sarıyor makine. Bu bir devrimdi aslında. Bu mutluluğu uzun süre yaşadı fotoğrafla ilgilenenler. Sonra olan oldu ve dijital bir devrim yaşadı dünya. Fotoğraf dünyası da bundan elbette en büyük payını aldı. “Dijital makineler çıktı, mertlik bozuldu.”
Binlerce fotoğraf çekme kapasitesi olan, video çekimi yapan makineler çoğaldıkça fotoğraf çekinmek gibi bir özellik de ister istemez ortadan kalktı. Haberimiz olmadan yakalanır olduk dijital bir makinenin dijital görüntüsüne. “Acaba nasıl çıkmışım?” gibi bir heyecanı yaşamadan hemen makinenin küçük ekranından bakıverdik hal-i pür melâlimize. Beğenmediysek verdiğimiz pozu, “Olmadı bir daha.” dedik. Ne de olsa film bitecek gibi bir sıkıntı da olmadığından ardı ardına kaçamak pozlar verdik, buğulu gözlerle baktık küçücük bir objektife.
İlkokula giderken okulumuza gelen fotoğrafçı, “Herkes buraya baksın, kuş çıkacak.” diye hepimizin dikkatini fotoğraf makinesine toplamıştı. Bir sınıf dolusu öğrenci öylece bakmıştık kuşun çıkacağı yere. Kuşlar havalanmadı oradan ama bizler siyah beyaz pozlar verdik siyah önlüklerimizle.
Dijital makinelerden kuşlar da havalanmıyor. Havalansa bile o masala inanacak çocukları bulmak zor. Çağımız masal çağını çoktan geçtiğinden ancak dijital bir tebessüm avutabiliyor bizi. Yeni fotoğraflar çekiyoruz, çektikçe albümlerimiz değilse bile bilgisayarımızın hafızası her gün biraz daha doluyor. Çünkü öyle bir hale geldi ki bu dijital trajedi, resimleri karta bastırmak yerine bilgisayarda muhafaza etmek daha kolayına gelmeye başladı bu işin heveslilerinin.
Gelinen son nokta aslında daha da vahim görünüyor. Cep telefonlarındaki fotoğraf çekme özelliği bu işin meraklıları için daha da pratik oldu. Her daim yanında bulanan makinesiyle etrafımız sanal kameramanlar ve fotoğrafçılarla kuşatıldı.
Bir trafik kazasından sonra ya da bir yangından sonra can çekişen insanları cep telefonlarına kaydetmeye çalışan işbirlikçi paparazzilerin sayısı iyice artmaya başladı. İnsanların inlemelerine aldırmadan çekimini sürdüren böyle kişilerin amaçları olsa olsa fırsatçılık ve kısa yoldan para kazanmak olabilir. Son zamanlarda haberlerde “cepten kayıtların” sayısının artması bunun iyi bir göstergesidir.
Yarına kalacağını bilerek verdiğimiz pozlara sahip çıkalım. Sıkı duruşlarımız olsun hayata ve objektife karşı. Her güzellik elimizden uçup gidiyor. Biz her şeye rağmen pür dikkat bakalım objektife. Belki geçmişten gelen bir kuş havalanıverir bize doğru; kim bilir?