Öğretim üyesinden YÖK’e mektup

Öğretim üyesinden YÖK’e mektup

Böyükata, YÖK’e gönderdiği makalesinde, hazırlık aşamasında olan YÖK Yasa Çalışmalarına ilişkin görüş önerilerini dile getirdi

Bozok Üniversitesi’nin başarılı öğretim üyelerinden Doç. Dr. Mustafa Böyükata, YÖK’e gönderdiği makalesinde, hazırlık aşamasında olan YÖK Yasa Çalışmalarına ilişkin görüş önerilerini dile getirdi. YÖK’ün www.yok.gov.tr adresinde yayınlanan makalede önemli tespitler yer alıyor.

“Üniversite çalışanlarının özlük haklarında iyileştirme ihtiyacı açıktır. Temel aylık maaşlarda tatmin edici bir taban ödemenin belirlenmesi ve üzeri ödemelerin performansa dayalı yapılandırılmasının faydalı olacağını düşünüyorum” diye başlayan yazısında Böyükata, araştırma ve akademik faaliyetler bakımından daha serbest hareket alanına ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekti.

Böyükata; “Mesela, Doçent düzeyinde bir araştırmacının araştırma projelerinde; hem mali açıdan hem de çalıştıracağı yardımcı eleman açışından çalışmaları çerçevesinde özerk ve özgür olmalıdır. Tam bağımsız çalışabilme ve taleplerine ilişkin ihtiyaçların kısa sürede giderilebilmeli ve öncelikli tutulmalıdır. Yapacağı faaliyetlerde hesap verebilir olunmalı ancak sorgulanıcı konumda tutulmamalıdır. Formaliteler ve mekanizmalardan kaynaklanan gecikmelerin önüne geçilmelidir” dedi.

Üniversitelerdeki atama ve görevde yükselmelerde de gerçek  manada iyileştirme yapılması gerektiğine işaret eden Böyükata makalesinde şu görüşlere yer verdi:
“Mesela, pek çok kurumda uzman yardımcısı olarak alınan elemanlar, şartları oluştuğunda uzman olurlar. Bakanlıklarda bu şekildedir. Ama üniversitelerde yardımcı akademik personel olan bir araştırma görevlisi doktorayı bitirdiğinde, gerekli şartları sağlasa dahi öğretim üyeliğine geçişte yığınla engelle karşılaşır. Emniyette veya askeri kurumlarda gerekli şartlar oluştuğunda (yani kriterler tamamlandığında) rütbeler ve dereceler doğal olarak elde edilir.

Fakat üniversitelerde Doçentlik unvanına sahip bir akademisyen, kadroya atanmada kurumun istediği özellikleri taşısa dahi atanamayabilir, rahatlıkla bekletilir.
Profesörlüğe atanmada da gerekliliği anlaşılamayan noktalar vardır. Profesörlüğe atanmada kriterler olmalı, bu kriterlere uygunluğu değerlendiren bir komisyon bulundurulmalı ve jüriye ihtiyaç olmamalıdır. Beş yıl gibi bir bekleme süresi olması da anlaşılır gibi değildir.

Eğer bir süre konacaksa gerekliliği anlaşılır olmalıdır. Örneğin neden bekletilme süresi 7 yıl değil de veya 3 yıl değil de 5 yıldır? Bunun için bir gerekçe bulamıyorum. Ayrıca süresi dolduğunda atamanın önünde, kadro sağlanamaması gibi, engelleyici veya geciktirici gerekçeler yönetim ve idare tarafından çok rahat üretilebilmektedir. Böyle bir durum olmamalı ve kriterleri sağlayanların başvuru yaparak bilgilendirmesini takiben en geç bir ay içerisinde atanma sürecinin tamamlanmasını sağlayıcı hususlar yasada yer almalıdır.

Genel anlamda baktığımızda, Rektörü seçecek pozisyondaki akademik personelin (öğretim üyelerinin) üniversiteye kazandırılması veya görevlerinde yükseltilmesinde en etkin insiyatif ve yetkinin yine rektörde olması çelişkili bir durumdur.
Bu kadrolaşmayı ve tek tipleştirmeyi doğurmaktadır. Bu yüzden de üniversitelerimiz gelişme yolunda çok zaman kaybetmekte ve telafisi mümkün olmayan mağduriyetler ortaya çıkmaktadır. Demokratikleşme boyutu da ayrıca tartışılır hale dönüşmektedir. Rektörlerin kanaatleri belirleyici unsur olmamalıdır. Böylesi çelişkili durumlar yeni yasa ile çözülmelidir.”

İleri Gazetesi