Ali HAKKOYMAZ
Öğretmen ne ile yaşar?
Koca koca binalar görürsünüz. Okuldur bunlar.
Hemen çoğunun albenisi, gelbenisi, kalbenisi yoktur.
Hemen hepsi birbirine benzer.
Sabahın “gör saatinde” bütün mahalleyi uyandırırlar.
Hiç anlamadığım, anlamak istemediğim, anlamak istemeyeceğim “rahat, hazır ol” sesleri… Sert mi sert, haşin mi haşin, ürkütücü mü ürkütücü, itici mi itici…
Ardından laik zikir: Türküm, doğruyum, falanım filanım…
***
Birazdan “eğitim” görecekleri sınıflara doluşacak “yarınlar.”
Ancak bir iki villalık yerlerde, ümit beslediklerimiz koşacak oynayacak, eğ(it)ilecek!
Giyim kuşamları aynı. Tenleri, göz renkleri ayrı ayrı da olsa…
Esarete bunca düşkünlüğümüzün, hürriyete bunca uzaklığımızın adı ne ola ki?!...
Başlarındaki öğretmenler de belli kıyafetlere sokulmuş. Niye ki?!...
***
Hepimiz bu “tezgahlardan” geçtik. Bir ABC’yi koca beş yılda zor öğrendik.
Ne bir hikâyenin tadına vardık ne bir şiirin… Ne Cahit Sıtkı’yı tanıdık ne Mehmet Akif’i…
İşte, benim, şiir adına çocukluğumda ezberlediğim, şiir olmayan bir dörtlük:
“Telgraf, telefon mektup;/Uzakları yakın eder./Kırk konaklık bir yere;/Telgraf çabucak gider.” Hepsi bu ezberimin!
(Ötesi... ezbere dersler!)
***
Yıllarca gidip geldin işte! Bir oyun belledin hayatı. Eee, çocuk aklımla evimde oturup kitap okuyamazdım.
Hem zaten rahmetli annem “bazı” kitapları da saklamamı söylediydi.
***
Biraz gizli gizli Kemalettin Tuğcu…
“Ders dışı” kitap okumak öğrencinin yapacağı işlerden değildi de ondan!
***
Sonra ABC’yi sekiz yıla yaydık. Bu daha da artıyor. Liseler de dört/dert yıl oldu.
Çocuk, üniversiteyi de okudu; yaş yirmi beş!
Yolun önemli bölümü ha!
***
En çocuk, en genç, en dinç, en bahar yıllar… Hani nerde!
Bir de askerlik, iş arama… derken…
“Ölüm erken geldi!” deme.
Sen ömrünü öyle bir kuru diploma için… yıllarca… ekmek elden su gölden… yaşadın da…
Bu “işler” acısı durumu gözünle görmek istiyordun demek; işte gör!
***
Nedense kör, sağır yaşamak hoşumuza gidiyor!
***
Koca binalardan keramet bekliyoruz!
(Ki nicedir bu binadan ilaç için ne bir Sinan çıkıverdi ne bir Akşemseddin! Çıkanlar dışardan; okul kaçkınları…)
Ümitsizlik değil bunlar; fotoğrafa, aynaya kızılmaz!
***
Israrla dönüp dönüp aynı yerlere gelmenin “adını” koyalım artık!
Nerdeyse tıpatıp aynı nutuklar dillerimizi küflendirmedi mi!
Bir nicemizin saçı sakalı ağardı, dişleri döküldü, beli büküldü, dizlerinin dermanı, dilinin fermanı kalmadı. Ne hikmetse yanlışların vidasını oynatmak fermana mahsus!
Bunları kim dillendirecek?!...
***
Öğretmenler, diyeceksiniz. Öğretecekler!
Nerdeler onlar? Zahmet buyurmayın; söyleyeyim.
Derd-i maişet acısıyla kıvranmaktalar.
Maaşı belli/belirsiz öğretmenlerden durup düşünmesi beklenebilir mi?!...
Kim yapmış bu acı araştırmayı: “Yüz öğretmenden doksan beşi borçla yaşıyor.” gibiymiş!
***
Eğitim -aslı “terbiye”- sadece para değil; bu belli de…
Ağrısı olan uyur da açlığı olan uyuyamazmış.
***
Bana kızacaksanız kızın da…
Ya bu okulları kapatın ya da bu öğretmenlerin açlığını… Milyonlarca öğrencimiz, yüz binlerce öğretmenimiz ve on binlerce okulumuz var deyu övünmeyelim.
Cahiliye Araplarının üstünlüklerini göstermek için ölülerini saydığı gibi... "Türkçe"yi konuşan, yazan kaç öğretmenimiz, öğrencimiz var, merak etmiyor musunuz?!... Matematik mi?!... Türkçe olmadan, nasıl olacak ki?!... İmtihan neticeleri masal değil; misal! Okullar... tören kıtası; bugün yarın başlıyor! Ekimdi, kasımdı, mayıstı ve spordu... Eğitim mi?!... Her tarafı mevzuat... Ne mi yapacağız? Bir yıl boyunca kitap okuyup denemeler/makaleler yazacağız. Önce Türkçeyi öğreneceğiz. Okulların birinci sıkıntısı Türkçesizlik! Bunu sonra kısmetse konuşalım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.