Oğullar şehit, kızlar yasaklı
"Onların oğulları da şehit oluyor" iken "onların kızları"na elde ettikleri üniversite hakkı verilmiyor
Umur Talu'nun yazısı:
Onların oğulları kızları...
Bir ülke kendini bu kadar kanatır mı? Bir millet "kendin"den bu kadar nefret eder mi?
Etrafını sarıp "örtülü açılımı" için kendisini kınayan kadınlara Baykal'ın vermek zorunda kaldığı cevaba bakın:
"Onun çocuğu da şehit oluyor."
Kaça kaç
"Hayat"ı tanımlayabilmek için ölülerin referansına ihtiyacımız var.
"Siz"e; "Öteki"ni, "Onu" lütfen mazur gösterebilmek için oğlunun tabutuna ihtiyaç var.
Çünkü, biri diğerinin "canlı" sına saygı duymuyor bir türlü.
Saygı, meşruiyet, hayat hakkı, varoluş için kendini mutlaka "şehidi" ile ispat etmesi lazım.
Ne yapacağız ikna için?
Oturup... Hayır saygıyla ayağa kalkıp "kimin kaç şehidi var" diye mi sayacağız?
Başı açık olanın, başörtülünün, çarşaflının, laiklik hassasiyeti olanın, dini hassasiyeti bulunanın, kentlinin, köylünün, varoştakinin, yoksulun, varlıklının, Batılının, Doğulunun, Karadenizlinin, Akdenizlinin, Alevinin, Sünninin, inançsızın, göçmenin, Kürt'ün, hangi rütbenin...
"Hanımefendiler" nasıl ikna olacak...
"Beyefendiler" onları ikna etmek için başka neler bulacak?
Dur, yasak
Baykal, neden sonra, nasıl olduysa, bugüne kadar nerede ise, fark ettiği "gerçek"i dile getirirken haksız değil.
Bu ülkede karısı başörtülü olduğu için, subaylar kovulabiliyor ordudan.
Ama bakın "şehit cenazeleri"ne. Artık orada hangi subay komutan ise, sarıldığı, teselli ettiği, belki yanında gözyaşlarını tutamadığı başörtülü bir ana, bir eş, bir kardeş mevcut.
Hikâye zaten şuydu:
"Onların" oğulları, eşleri, kardeşleri de şehit olur iken, tabutları böyle ölünce bayrağa sarılırken, ağıtlar yakılırken, demeçler verilirken...
Onların bir orduevine alınmaması, bir nizamiyeye sokulmaması, bir mezuniyet töreninden kovulması idi.
"Onların oğulları da şehit oluyor" iken "onların kızları"na elde ettikleri üniversite hakkının verilmemesiydi.
Kimsenin
Aslında, binlerce ana da, başı açık, başı kapalı, "ölü ele geçirilen terörist" anası.
Kutsanmıyorlar tabii ki; ama ana işte.
O yüzden, bir sonraki sözü belki şöyle olmalı Baykal'ın veya başka bir buyuranın:
Kimsenin oğlu şehit olmasın...
Kimsenin oğlu eve delik deşik dönmesin!
Tepkileriyle, üstelik kendileri gibi düşündüklerini sandıkları bir parti liderinden "Onların da oğlu şehit oluyor" diye basit bir gerçeği duymak zorunda kalan kadınlar da korkmasın, mutlu olabilsin elbet.
Onların da hayatına, umutlarına, özlemlerine, kılıklarına karışılmasın.
Onların oğulları da şehit olmasın, kızları acı çekmesin.
Her ana, öteki her evladın da anasıdır zaten biraz.
Bir de hayat
Lakin, ille saymak gerekirse...
Mesele "oğulların" salt "şehit olması" değildir,
"sıvasız evlerin ölü çocukları" olmaları değildir...
"Onların oğulları..."
Şehit değilken de...
Tersanede çalışıyor, ölüyor...
Tarladan tarlaya göçüyor...
Madenden madene göçükte kalıyor...
Yükten yüke eziliyor...
İnşaat iskelelerinde çürüyor...
Pis, gün ışıksız, zehirli atölyelerde dokuyor, döküyor, çöküyor...
Ateş gibi fırınlarda eriyor.
Hep ölüm değil tabii...
Başak, buğday tanesi, ekmek...
Alınteri, akıl, yürek, emek...
Hayata dair de ne varsa bu toprakların harcında; onların, şunların, bunların oğulları, kızları da var orada.
O yüzden, Sayın Hanımefendi, Sayın Anamuhalefet Lideri ve Sayın Ötekiler;
"Herkesin oğlunun şehit olabildiği, ölebildiği" bir eşitlik mezarlığından ziyade, "herkesin insanca; inancıyla, inanmadığıyla yaşama hakkına sahip olduğu" bir hayat ufkunu dahi savunabilirsiniz!
Zor değildir.
Herkese daha fazla huzur verir.
Sabah