Okumak ve Yazmak
Şahin Doğan'n yazısı...
‘Okumak, iki ruh arasında aşıkane bir mülakattır. Her yabancı intiba vuslatın büyüsünü bozar. İster güneş ışıldasın gökkubbe de ister duvarda bir petrol lambası yansın. Pencereden şakıyan kuşlardan bize ne? Reel olan tabiat değil, kitaplarda görülen rüyadır. Meçhule açılan bir kapıdır her kitap. Meçhule yani masala, esrara, sonsuza.’
Evet okumak, tüm mukaddes kitapların ilk emri, buyruğu ve tavsiyesi. Her eylem sonuçlarıyla birlikte anlam kazanır. Okumak, eylemlerin en asili fakat sonuçlarına katlanmak kaydıyla. İnsanı, saadete götüren okumalar olduğu gibi felakete sürükleyen okumalarda vardır. Araç, amaca göre şekillenir, kıymet kazanır, yükselir veya alçalır.
Sadece kitaplarla sınırlı bir faaliyet değil okuma. Onun yelpazesi çok daha geniş, çok daha kapsamlı. Kur’ani açıdan bakıldığında evren ve içindekiler okunmayı bekleyen birer kitabe, kaside ve mısra. Bu kozmik okumanın amacı; o nesneler üzerine yansıyan ilahi şifreyi bulup-çözüp oradan yaratıcıya intikal. Bu birinci basamak. Bundan sonra ikinci bir okuma biçimi devreye girer. Yunus’un ‘içeru’ dediği daha başka bir kavrayış ve bilinçlilik hali.
Hiçbir eylem tek başına anlamlı değildir. Ona anlam katan bağlı bulunduğu arka plan yani değerler manzumesi. Bütüncül ve ahenkli bir dünya görüşünden yoksun bir okuma faaliyeti tek kelimeyle gaflettir. Okuma, bize, bizi yani öz kimliğimizi hatırlattığı nisbette anlamlıdır. Özden ve merkezden uzak okumalar, birer sapma birer aldanış sadece.
Yazmak ise bir kabiliyet işi, bir mevhibe-i ilahi. En berbat zannedilen cümleler bile zaman içinde bazı talihli lisanlarda ebedileşir. İnsan, düşüncesiyle içgüdüleri arasında ahenk kurabildiği ölçüde insandır. Beşeriden insaniye irtifa, (yükselme) bir ceht meselesi. İltifattan ziyade alınterine tabi. ‘Her ibda (yaratım) bir cezb ile bir sermesti ile başlar.’ Dehanın temessülü için yine dehadan bir iz, bir kıvılcım gerekiyor. Heyecan, mısralaşmaz yalnızca siner etrafa tıpkı tatlı bir rayiha gibi. Kelime kadit, kelime donuk, kelime hicap.
Kelime ve mısra, yalnız başına hakikat mihrabı olabilir mi? Kelimeyi kutsamak, sanemleri (putları) kutsamakla eşdeğer değil mi? Aracı, amaç zannetmek vehimlerin en aldatıcısı. Yazmak, bir davayı inşa etmek, bir sırrı ifşa etmek, bir meçhulu malum kılmak yani bir bilinmeyeni bilinir hale getirmektir. Lezzeti, zati olan biricik varlık Allah. Hilkat, bir diyalog, ezelinin fani ile cevherin arazla kısacası Allah’ın insanla olan diyalogu.
Kelime, ebedileştirmez insanı, gizler ve hatta öldürür. Her şey bir cazibe. "Sükutun cazibesi." Esrarın, rüyanın ve meçhulun. Kelime, bir sümük gibi yapışık zihne. Onu sökmek, koparmak dayanılmaz bir cerahat. Yolu, adabı, erkanı bilmezsen her koparış, bir ayrı kanayış, bir ayrı yaralayış, bir ayrı paralayış. Onu, ehlileştiren şefkatin yumuşacık kucağı.
Her kelime ayrı bir şifre, bir gizli düğüm. Kelime seçimi, kadın seçiminden çok daha zor. Yara almış yani tılsımı bozulmuş kadınlar iltifat bekler prenslerden ancak hiçbir zaman iltifat görmezler. Prenslerin iltifat ettiği: nazenin, fettan ve cilvegir bakireler. Şair, talihli prens, kelime şuh bakire. İkisinin buluşması yepyeni bir oluşa ve doğuşa hamile. Şiire yani.
Küçük adam, tezatlar içinde bocalayan, ne istediğini bilmeyen bir zavallı. Büyük adam, tezatları ahenkleştiren, bakışları idealine çivili, yalçın iradeli, sağlam karakterli, oturmuş mizaçlı kimse. Hakiki kelime gibi. Sen hangisisin?