Onlar ki, günahın büyüklerinden ve fuhşiyâttan kaçınırlar

Onlar ki, günahın büyüklerinden ve fuhşiyâttan kaçınırlar

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Şûrâ Suresi 37-39. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

37 . Hem onlar ki, günahın büyüklerinden ve fuhşiyâttan kaçınırlar; onlar öfkelendikleri zaman da (kusurları) bağışlarlar.

38 . Ve onlar ki, Rablerin(in da‘vetin)eicâbet ederler ve namazı hakkıyla edâ ederler. Onların işleri ise, aralarında şûrâdır (istişâre iledir). (*) Ve (onlar) kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (Allah yolunda) sarf ederler.

39 . Ve kendilerine zulüm vâki‘ olduğu zaman, onlar yardımlaş(arak intikamlarını al)ankimselerdir.

(*) “Müslümanların hayât-ı ictimâiye-i İslâmiyedeki (İslâmî cem‘iyet hayâtındaki) saâdetlerinin anahtarı meşveret-i şer‘iyedir (İslâmî ölçüler dâhilindeki fikir alış-verişidir). وَاَمْرُهُمْ شُورٰي بَيْنَهُمْ [Onların işleri ise, aralarında şûrâdır (istişâre iledir)] (meâlindeki) âyet-i kerîmesi şûrâyı (fikir alış-verişini) esas olarak emrediyor. Evet, nasıl ki nev‘-i beşerdeki (insanlardaki) telâhuk-ı efkâr (fikirlerin birbiri üzerine eklenmesi) ünvânı altında asırlar ve zamanların -târih vâsıtasıyla- birbirisiyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkıyâtı (insanlığın ilerlemesi) ve fünûnunun (fenlerinin) esâsı olduğu gibi, en büyük kıt‘a olan Asya’nın en geri kalmasında bir sebebi, o şûrâ-yı hakîkıyeyi yapmamasıdır. Asya kıt‘asının ve istikbâlinin keşşâfı (keşfedicisi) ve miftâhı (anahtarı) şûrâdır. Yani nasıl ferdler, birbiriyle meşveret eder. Tâifeler, kıt‘alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâm’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdadların (baskıların) kayıdlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak meşveret-i şer‘iye ile şehâmet (kahramanlık) ve şefkat-i îmâniyeden tevellüd eden (doğan) hürriyet-i şer‘iyedir (meşrû‘ hürriyettir) ki; o hürriyet-i şer‘iye, âdâb-ı şer‘iye (İslâmî ahlâk ölçüleri) ile süslenip, garb medeniyet-i sefîhânesindeki (batının ahlâksız medeniyetindeki) seyyiâtı (günahları)atmaktır.” (Mektûbât, Hutbe-i Şâmiye, 422)