Onu kendileri için sakın bir hayır sanmasınlar!
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Âl-i İmrân Sûresi 172-180. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
172-(Uhud’da) kendilerine yara isâbet ettikten sonra Allah ve Resûlünün (cihad) da‘vetine icâbet edenler var ya, işte onlardan iyilik eden ve (günahlardan) sakınanlar için pek büyük bir mükâfât vardır.
173-Onlar ki, (bir kısım) insanlar kendilerine: “Şübhesiz insanlar (düşmanlarınız), gerçekten size karşı toplandılar; işte onlardan korkun!” dediler de (bu) onların îmanlarını artırdı ve: “Allah bize yeter! Ve (O) ne güzel Vekîldir!” dediler.(1)
174-Bunun üzerine, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan, Allah’dan bir ni‘met ve bir ihsân ile (Bedir’den) geri döndüler;(2) böylece Allah’ın rızâsına tâbi‘ oldular. Allah ise, pek büyük ihsan sâhibidir.
175-İşte (size haber getiren) o şeytan,(3) ancak kendi dostlarını korkutur. Eğer îmân eden kimseler iseniz, artık onlardan korkmayın da (ancak) benden korkun!
176-(Habîbim, yâ Muhammed!) İşte o küfürde birbiriyle yarışanlar seni üzmesin! Çünki onlar Allah’a aslâ hiçbir şeyle zarar veremezler! Allah onlara (bu inkârları yüzünden) âhirette bir nasib vermemek istiyor. Ve onlar için (pek) büyük bir azab vardır.
177-Şübhesiz ki îmâna karşılık küfrü satın alanlar, Allah’a aslâ hiçbir şeyle zarar veremezler! Hem onlar için (pek) elemli bir azab vardır.
178-O hâlde inkâr edenler, gerçekten onlara mühlet vermemizi kendileri için sakın bir hayır sanmasınlar! Onlara ancak, (pek istedikleri şekilde) günahlarının artması için mühlet veriyoruz! Hâlbuki onlara aşağılayıcı bir azab vardır.(4)
179-Allah, mü’minleri üzerinde bulunduğunuz hâlde bırakacak değildir; nihâyet, pis olanı temiz olandan (münâfığı mü’minden) ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek de değildir; fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (ve onlara gaybı bildirir); öyle ise Allah’a ve peygamberlerine îmân edin! Artık îmân edip (günahlardan) sakınırsanız, o takdirde sizin için (pek) büyük bir mükâfât vardır.
180-Allah’ın, kendilerine ihsânından verdiği şeylerde cimrilik edenler de, onu kendileri için sakın bir hayır sanmasınlar! Bil‘akis o, onlar için bir şerdir. O cimrilik ettikleri şeyler, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Hem göklerin ve yerin mîrâsı Allah’ındır (mülk, umûmen O’nundur). Ve Allah, yapmakta olduklarınızdan hakkıyla haberdardır.
---
(1)“Îman hem nûrdur, hem kuvvettir. Evet hakīkī îmânı elde eden adam, kâinâta meydan okuyabilir ve îmânın kuvvetine göre hâdisâtın tazyîkātından (hâdiselerin sıkıntılarından) kurtulabilir.*تَوَكَّلْتُ عَلَي اللّٰهِ [Allah’a tevekkül ettim] der, sefîne-i hayatta (hayat gemisinde) kemâl-i emniyetle (tam bir güvenle) hâdisâtın dağlarvârî (dağlar gibi) dalgaları içinde seyrân eder (gezer). Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın (kudreti sonsuz olan Allah’ın) yed-i kudretine emânet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta (kabirde) istirâhat eder. Sonra saâdet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse (işlerinde Allah’ı vekil kılmazsa), dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) çeker. Demek îman tevhîdi, tevhid teslîmi, teslim tevekkülü, tevekkül saâdet-i dâreyni (iki cihan saâdetini) iktizâ eder (gerektirir).” (Sözler, 23. Söz, 104)
(2)Müşrik ordusu Uhud’dan ayrılırken Ebû Süfyân: “Yâ Muhammed! Gelecek sene Bedir’de tekrar karşılaşalım!” demişti. Bu meydan okumaya karşı “İnşâallah!” diye cevab veren Peygamber Efendimiz (asm), ertesi yıl bir kısım sahâbelerle birlikte (radıyallâhü anhüm ecmaîn) Bedir’e geldi. Onları bir hafta kadar burada bekledi ise de, bir mikdar askerle yola çıkmış olan Ebû Süfyân harb etmekten korkarak geri dönmüştü. Bunun üzerine sahâbe ordusu, sâlimen Medîne’ye döndüler. (Nesefî, c. 1, 173)
(3)Bu âyetin meâlindeki “o şeytan” ifâdesiyle kasdedilen kişi, Müslümanları korkutup kuvve-i ma‘neviyelerini kırmak maksadıyla Mekkeli müşriklerin gönderdikleri Nuaym isimli şahıstır. (Celâleyn Şerhî, c. 1, 516)
(4)“Büyük hatâlar ve cinâyetler te’hîr ile (ertelenmekle) büyük merkezlerde ve küçücük cinâyetler ta‘cîl ile (acele ederek) küçük merkezlerde verildiği gibi, mühim bir hikmete binâen, ehl-i küfrün cinâyetlerinin kısm-ı a‘zamı (büyük kısmı), mahkeme-i kübrâ-yı haşre (haşirdeki büyük mahkemeye) te’hîr edilerek, ehl-i îmânın hatâları, kısmen bu dünyada cezâsı verilir.” (Sözler, 14. Söz, 40)