Sabri ALTUN
Oscar’a adayız
Şu Hollywood’a ne kadar minnettar olduğumuzu kimse bilmez.
Onlar olmasaydı kim bilir dünyamız kaç kez yok olmuştu.
Adamlarda kahraman bitmez.
Dünyayı yakıp yıkıp tekrar kurtarmak onların işi…
Bizim işimiz ise sadece seyretmek…
Lakin bu sene kaide bozulacak gibi.
Zira Oscar’a aday filmi biz gösterdik.
Güneşi onlara da göstermek niyetindeyiz.
Çünkü güneş doğudan doğar.
Belki güneşi görmek istemezler ama “davudi” bir sesi hiç kimse duymazlıktan gelmez.
Kim ne derse desin beyaz perdede artık “Davutoğlu” var.
Fakat şu an kafamı karıştıran şey; bu iş bir Hollywood icazeti mi yahut Yeşilçam inisiyatifi mi?
* * *
Dengelerin dengesizliği insanları hep ürkütmüştür.
Bugün dünyada dengeler alt-üst olmak üzere…
Kim ki zamanında “zamanı“ okuyabilmişse zamana hükmetmesini de bilmiştir.
Dengeleri de “zamana hükmedenler” değiştirebilir.
Ve bir de mantalite değişikliği.
Sizce de Türkiye’yi idare eden “iradede” bir değişiklik söz konusu mudur?
Varsa eğer bir değişiklik, sosyal ve siyasal hayata yansıması dünya çapında bir “eksen kayması”, ülke içinde “tavizkar” bir siyasete mi dönüşmüştür?
Yoksa tam tersi midir?
Cumhurbaşkanı; “belki de biz artık Avrupa birliğini istemeyeceğiz” manasındaki sözleri sarf ederken, Türkiye’nin etrafıyla iyi geçinmeye başlaması, Suriye ile arasındaki sınırları kaldırması, Kuzey Irakta ki Kürt federe devletiyle parlamenter bir işbirliğine gitmesi, en önemlisi Ermenistan’la illeri seviyede dostluk ve işbirliği anlaşmalarının gündeme gelmesi insanı çok farklı bir düşünce iklimine sokuyor.
Ermenistan’la sözleşmeler yapılırken Hillary Clinton’un etrafta dolaşması bile insana biraz tuhaf geliyor.
Aslında oturup yaşanılan bazı şeylerin mukayeseli tahlili yapıldığında müthiş bir farklılığın yaşandığı görülmektedir.
Yani gözlerimiz yaşanılan olayların üzerinde gezinirken bazı hadiseleri zoomladığımızda insanda adeta bir şok tesiri yapmaktadır.
Son yüzyılda kıblesini batıya çeviren Türkiye’nin bir anda dünyanın merkezine doğru seyretmesi başlı başına bir şok olduğu gibi içerde yaşanılan bazı şeylerin “burası Türkiye mi?” dedirtecek cinste insanın kendi kendisini çimdiklemesine sebep oluyor.
Hakikaten burası Türkiye mi?
Benim bildiğim sayın başbakan daha düne kadar DTP lideriyle PKK ile bağlarını kopartmak istemediği için asla görüşmek istemediği halde birden bire devlet adına değil DTP ile anlaşmaya varması ve dağdan PKK’lıları indirip devlet adına sahip çıkması katırların doğurması manasına gelecek kıyametin alametlerinden gibi bir şeydir.
Buna paralel olarak ordu üzerinde yaşatılan bazı spekülasyonlar, özelikle son hamle ile askeri yargının devre dışı bırakılması manasını taşıyan “imha belgesi”nin aslının ortaya çıkması ve bu belgenin ortaya çıkış zamanlaması çok farklı bir Türkiye imajının doğmasına neden olmaktadır.
Yani yapılan işlerin son derece bir kararlılıkla yapıldığının işaretidir.
Sanki birileri alışılmış tüm dengeleri altüst ediyor ve sesini çıkartmak isteyenlere de anında cevap verip işine devam ediyor.
Şöyle düşünün ilk PKK grubu dağdan indiğinde Türkiye’de büyük bir infiale sebep olacağı hengamda asıl belge ortaya sürülüyor.
Dolayısıyla bu durum akla şu düşünceyi getiriyor; sanki her şeyi en ince detaylarına kadar hesaplayan bir iradeyle başbaşayız.
Aslında biraz daha geniş ve iyimser düşünecek olursak; şu anki Türkiye’nin durumu ve Türkiye’yi idare eden irade, alışılmışın dışında bir hesap peşinde diyebiliriz.
Eğer içerdeki adeta yüzyıllık bir dinin inanç temellerinde bir sarsıntı yaşanıyorsa asla değiştirilmez kabul edilen bazı değer yargıları çok kısa bir sürede değiştirilmeye çalışılıyor ve bu değişim kararlılıkla uygulanıyorsa çok farklı hedeflerin seçildiği düşünülebilir.
Zira dünyaya baktığımızda kader diye kabul ettiğimiz birçok yargıların değişmek üzere olduğunu görmekteyiz.
Kim ne derse desin son yaşanılan dünya krizi dünyayı alt üst etmek üzere, dengeler ve güç haritaları değişiyor, tarihi kırılmalar yaşanıyor, Transatlantikten, Latin Amerika'dan Asya-Pasifik'e kadar müthiş eksen kaymaları yaşanmak üzere, dünya yeniden parselleniyor.
Dolayısıyla kriterler de değişiyor.
Yani artık dünyayı ne Zorro değiştirebilir ne de Rambo.
Hani Rambo’nun eski kadim medeniyetlerin sembolü olan oklara modern medeniyetin sembolü olan füze benzeri başlıkları takıp uçakları devirebiliyordu ya…
Oysa bu gün sadece eskiyle yeniyi sentezleyen kahramanlar yerine eski-yeni ve daha yenisini sentezleyen kahramanlar sahne alacak.
Artık karşıda sadece uçak veya helikopterler yok karşıda göremediğimiz cisimler de olacak.
Artık atom altı düşmanlarla savaşılacak.
Belki artık en iri düşman bir virüs olacak.
Dolayısıyla ortaya sürülecek kahramanların farklı karakter ve boyutlarda olması gerekmektedir.
Ve işte biz (tüm iyimserliğimle düşünerek söylüyorum) bu düşünceler ışığında Hollywood’a aday olduk.
Bakalım “Davutoğlu” gişeleri altüst edecek mi?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.