Padişahların Kadir gecesinde geldikleri yegâne mabed Ayasofya
İstanbul'un fethinin sembolü Ayasofya, Osmanlı İmparatorluğu'nun Cami- Kebiri oldu.
Risale Haber-Haber Merkezi
Prof. Dr. Said Öztürk ve Hasan Mert Kaya, Skylife Dergisi'nde "Sultanların Camii Ayasofya" başlıklı bir yazı yayınladı. Yazıda, Ayasofya'nın tarihçesine ve özelliklerine yer verildi:
İstanbul’u almak, yüzyıllar boyu birçok devlet adamının hayalini süslediği gibi Müslümanlar için de önemli bir gaye olmuştur. Hz. Muhammed (sav)’in “İstanbul bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” hadisi bu gayeyi canlı tutmuştur.
Bu müjdeye mazhar olan Fatih Sultan Mehmet'in, Ayasofya’ya girince şükür secdesine kapandığı, iki rekat namaz kıldığı ve ilk ezanın da bu sırada okunduğu rivayet edilmiştir. Fetihten sonra ilk Cuma’yı da Ayasofya’da kılmış ve Ayasofya fethin sembolü olarak camiye dönüştürülmüştür. Fetihten sonra Ayasofya’yı imar için vakıf tesis eden Fatih, çeşitli kaynaklardan elde edilen yıllık 14.000 altın geliri Ayasofya vakfına tahsis etmiştir. Ayasofya ile alakalı Fatih’in esas olarak iki vakfiyesi bulunmaktadır: İlk vakfiyenin 66 metre uzunluğunda ceylan derisine yazılı nüshası, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi’ndedir. Diğer Arapça vakfiye ise Türk-İslam Eserleri Müzesi'ndedir.
Osmanlı sultanlarının tamamı da Fatih yadigarı Ayasofya’yı imar edip yeni ilaveler yaparak bir külliyeye dönüştürmüşlerdir. Süheyl Ünver, “Ayasofya; medresesi, türbeleri, I. Mahmud’un kurduğu pek zarif kütüphanesi, mahfilleri, şadırvanı, sebili, ilk mektebi ve muvakkithanesi ile en mühim İslâmî sitelerimizden biri olmuştur.” der.
Ayasofya, Cumhuriyet döneminde ise 24.11.1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesi ile müzeye çevrilmiştir. Ne var ki, Bakanlar Kurulu kararının sahihliği üzerinde tereddütler bulunmaktadır. Zira 19.2.1936 tarihli tapu senedine göre, Türkiye Cumhuriyeti tapu kayıtlarında bu gayrimenkul, Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına, “Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseyi Müştemil Ayasofya-yı Kebir Camii Şerifi” olarak tapuludur.
FATİH’İN AYASOFYA VAKFİYESİ’NDEN
“Bütün bu şerh ve tayin eylediğim şeyler, tespit edilen şekilde ve vakfiyede yazılı haliyle vakıf olmuştur; şartları değiştirilemez; kanunları tağyir edilemez; asılları maksatları dışında bir başka hale çevrilemez; tespit edilen kuralları ve kaideleri eksiltilemez; vakfa herhangi bir şekilde müdahale, Allah’ın diğer haramları gibi haramdır. …. Kim ki bu vakfın şartlarından birini değiştirirse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun.” (Kiliseden Müzeye Ayasofya Camii, (Yazarlar: Ahmet Akgündüz, Said Öztürk, Yaşar Baş), Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2006)
SULTANLARIN CAMİİ AYASOFYA
Ayasofya, İstanbul'un fethiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun en üst sırada gelen protokol ibadethanesi konumuna yükseldi. Bu nedenle büyük, ulu cami anlamına gelen “Cami-i Kebir” adıyla da bilinir oldu. Yüzyıllar boyunca kültür iklimimizin ana aksını taçlandıran bu yüce mabed günümüze Osmanlı sultanlarının himayesinde gerçekleştirilen büyük gayretlerle taşındı. Mimar Sinan çökme tehlikesi gösteren Ayasofya’yı III. Murat devrinde yeni destek duvarlar ekleyerek yıkılmaktan kurtardı. Sultan I. Mahmut zamanında kütüphane, şadırvan, sıbyan mektebi ve Sultan Abdülmecid döneminde muvakkithane inşa edilerek yapıya kazandırıldı. Ayasofya’nın en büyük onarımlarından biri Sultan Abdülmecit döneminde yapıldı. (1847-1849) İsviçreli Mimar Gaspare Fossati yönetiminde iki yıl süren çalışmalar sırasında kubbe sağlamlaştırıldı ve yenilendi. Ünlü Rus tarihçi Uspenski; “Türklerin, kent eserlerine karşı 1204 yılında İstanbul’a giren Haçlı ordusundan çok daha anlayış gösterdiklerini, insancıl davrandıklarını, eski eserleri koruduklarını ve hemen onarmaya giriştiklerini” kesin bir dille anlatır. Bir diğer tarihçi Vlasto ise; “Ayasofya ve diğer mabedlerin yüzyıllar boyunca ayakta durabilmelerinin sırrı nedir? Bu yapılar Türklerin kılıç kadar ilim, bilim ve güzel sanatlara da önem verdiğinin bir delilidir.” der.
BİR MEDENİYET SEMBOLÜ
Ayasofya, Türk-İslam kültüründe herhangi bir cami olmanın çok ötesinde anlamlarla yüklü. Ayasofya Osmanlı devlet idaresinin tam merkezinde yer alır. Gölgesinde sultan ve şehzade türbeleri, son derece estetik devasa şadırvanı, hünkar kasrı ve mahfili, medresesi ve kütüphanesi ile günümüz Ayasofya’sı büyük oranda bir Osmanlı bakiyesi eserdir. Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden biri olan Sultan II. Selim Türbesi, belirli günlerde şerbet dağıtılan sebili ile Ayasofya farklıdır. Padişahların devlet adamları ile birlikte cuma ve bayram namazlarına gelip halk ile hemhâl olduğu, ramazan ayında, özellikle İslamın en kutsal zaman dilimi olan Kadir gecesinde geldikleri yegâne mabed Ayasofya idi.
EŞSİZ DEĞER
Ayasofya hiçbir Osmanlı camisinde bulunmayan eşsiz bir hat koleksiyonuna sahip. En büyük padişah hattı, en yüksek kubbe yazısı, en büyük levha Ayasofya’da. Özellikle ebatlarıyla dikkat çeken Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye ait sekiz hat levhasının bir benzeri, başka bir yerde mevcut değil. Ana kubbede yer alan Kur'an-ı Kerim Nur Suresi’nden alınan kubbe ayeti, çinileri ve süslemeleriyle Ayasofya kadim medeniyetimizin nitelikli sanat yansımalarıyla dolu. Sonuç olarak Ayasofya üstad Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi; “Demek ki, Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne cisim, ne de madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna...”
NECİP FAZIL’DAN: AYASOFYA MÂNADIR
Tarihimizde, Fatih’ten başka her hükümdarın, isterse vatana eklediği toprak Fatih’inkinden bin misli fazla olsun, ulvî kemâl ve noksansızlık mânasına, tamam olmaktan uzaktır. Yalnız Fatih’tedir ki, kendi zaman ve mekanına göre, dava hedefini, muhteşem ve muazzam bir tamamlık içinde buluyoruz. İşte bütün bunları sembolize eden, remizlendiren de cihanın en güzel beldesi İstanbul ve onun kalbi Ayasofya...
Hilâlin kanatlarıyla kendisine gökkubbe yolu açılan, böylece 20. asır dünyasına gerçek medeniyet ve ebediyet mimarisinin ne olduğu onunla gösterilen, Batı aklı ve Doğu ruhunu birleştiren eski Bizans eseri ve artık yeni tekbir yuvası tarihi kubbe...
Fatih Sultan Mehmed, bu hikmeti sezdi ve Ayasofya’yı, İstanbul gibi misilsiz bir mahfazanın içinde, güneş çapında bir pırlanta gibi zapt ve fethetti.
NASIL GİDİLİR?
Sultanahmet’te bulunan Ayasofya, pazartesi hariç her gün ziyarete açık. 09.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Detaylı bilgi için: www.ayasofya.gov.tr
YAKIN PLAN AYASOFYA
İki imparatorluğa tanıklık etmiş Ayasofya’nın her bir köşesinde tarihe tanıklığın izlerini görmek mümkün. İşte Ayasofya’dan birbirinden önemli detaylar…
1. Ya Fettah: “Ya Fettah” yazılı maden dökümlü kapı tokmakları, fethin sembolü niteliğinde.
2. İznik Çinileri: Ayasofya’nın pek çok noktasında, 16. ve 17. yüzyılın en güzel İznik çini örneklerini görebilirsiniz.
3. Mermer küpler: III. Murad döneminde getirilen büyük mermer küplerden, kandillerde ve bayram namazlarında şerbet dağıtılırdı.
4. Deesis: 12. yüzyılda yapılmış, “yakarma” anlamına gelen Deesis, Bizans mozaik sanatının şaheserlerinden.
5. Ayasofya tamir madalyası: Sultan Abdülmecid döneminde Fossati kardeşlere yaptırılan geniş kapsamlı onarımdan sonra Ayasofya tamir madalyası bastırılır.
“AYASOFYA, SİNAN'IN KATKISIYLA BUGÜNE ULAŞTI”
Prof. Dr. Semavi Eyice (Sanat Tarihçisi)
Ayasofya, uzun yapılı bazilika sistemi üzerine merkezî bir kubbe konulduğundan statik bakımdan kusurludur. Yapı kubbenin baskısını taşıyamadığı için depremlerde büyük zarar görmüştür. Mimar Sinan, Ayasofya’daki zayıflığı doğru tespit ederek, takviye etmiş ve günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Ayasofya, aynı zamanda Sinan’da didaktik bir örnek tesiri bırakmıştır.
“AYASOFYA FATİH'İN YADİGARIDIR”
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz (Rotterdam İslam Üniversitesi)
Fatih’in Vakfiyesi’nde, Ayasofya ile beraber beş büyük caminin vakıf yapılış hikayesi, bu külliyelere ait menkul ve gayrimenkuller anlatılmaktadır. Sonunda da vakfiye hükümlerine aykırı davrananlara dair beddua cümleleri vardır. Tarihi rekabetler ve karşılıklı husumetler bir tarafa bırakılarak, Ayasofya hasretini çektiği manevi havaya bir an önce kavuşturulmalıdır.
AYASOFYA EFSANELERİ
Ayasofya’nın ruhunu biraz da nesilden nesle aktarılan efsaneler oluşturur. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Ayasofya’nın malzemesinin Hızır (as) tarafından tedarik edildiğini, manevi işçilerin çalıştığını ve orta kapısının Nuh Peygamberin gemisinden yapıldığını söyler. Fetihten sonra ise Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında Fatih’in karşısında Kabe’yi gördüğü ve Hızır (as)’ın terleyen sütuna parmağını sokarak Ayasofya’nın yönünü kıbleye doğru çevirdiği rivayet olunur. Yine Seyahatname’de Hz. Muhammed (sav)’in doğduğu yıl Ayasofya’nın kubbesinin yıkıldığı ve ancak Hz. Peygamberin tükrüğü ve zemzem suyunun karıştırıldığı kireçle tamir edilebildiği anlatılır.
(Ayasofya Efsaneleri, Dr. Ferhat Aslan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı)
AYASOFYA’NIN ÖYKÜSÜ
537 Justinianus tarafından Anadolulu iki mimara yaptırılan bugünkü Ayasofya, büyük bir törenle açıldı.
726-787 Tasvire tapmayı yasaklayan “İkonoklazm” döneminde, Ayasofya’daki ikonlar ve heykeller kaldırıldı.
1204-1261 IV. Haçlı Seferleri sırasında, İstanbul’u işgal eden Latinler tarafından Ayasofya yağmalandı. Latinler döneminde Ayasofya, Katolik başkilisesi olarak kullanıldı.
1453 İstanbul’un fethi ile birlikte Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet tarafından fethin sembolü olarak çeşitli tadilat ve onarımlarla birlikte camiye çevrildi.
1566-1574 Sultan II. Selim döneminde Mimar Sinan tarafından Ayasofya’da kapsamlı bir restorasyon yapıldı.
1740 Sultan I. Mahmud, Ayasofya’ya sıbyan mektebi, kütüphane, imarethane ve İstanbul’un en güzel şadırvanını yaptırdı.
1847-1849 Ayasofya, Sultan Abdülmecid döneminde İsviçreli Gaspare ve Guiseppe Fossati kardeşler tarafından kapsamlı bir onarım geçirdi.
1934 Cumhuriyet döneminde Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.