Himmet UÇ
Pencere neden icad edildi?
Bediüzzaman’ın fikirlerini anlatmada kullandığı birçok şey var. Anlatma teknikleri ile tamamen bir ihtilal adam denebilir. En önemli anlatım biçimlerinden birisi hikayelerdir, bu hikayeler irili ufaklı ve roman düzeyinde olanları da vardır. Ama dünya edebiyatını ve bizim edebiyatımızı çok iyi etüd edip yeni anlatım teknikleri ile dini mübini anlatmak istediği kesin.
Kur’an’da haşirle ilgili çok ayet var. Onları tefsir edip bir metin çıkarabilirdi ama neden o yolu ihtiyar etmeyip de bir kurgusu olan roman metni ortaya çıkardı? Neden böyle bir yol ihtiyar ettiniz diye yaşasaydı kendisine sorardım? Neden bir olay örgüsü, hatime ve iptida bölümleri kullandınız? Neden şahıslar icad ettiniz? Neden anlatımınıza bir çok tabiat nesnelerini yüklediniz? Neden özellikle romanda önemli olan gerilimler icad edip, gerilimlerin tırmandığı yerlerde, merak unsurunu artırıp ortaya süreklilik ve heyecan unsurları yüklediniz? Bediüzzaman’ı anlamak çok yüksek sanat kültürü ile mümkün çünkü o alışılmış bir İslam dini anlatma prosedürünün dışında bir yol takib etmiş. Neden bunları seçmiş? Keşke onları kendisine sorsaydım.
Kahrolduğum hatta başımı taşlara vuracağım bir durumdayım. Neden? O kadar büyük bir adam -ki sanatkar, resmen yüksek rütbeli bir sanatkar- biz ise elli yıldır onu anlatmayı gaye edinmedik. Erzurum’da Polat amca ölmüştü, bir deneme yazısı yazdım, çok dikkat çekti, bana evin başında bulunun bir büyük insan ne derse beğenirsiniz. “Sen de çok olmaya başladın ha!” Henüz ilk yıllarım buna o kadar içerledim ki. Çünkü teşvik etmesi gereken bir insanın bana bunu söylemesi çok sarstı beni ama dayandım. Böyle olayları çok çok geniş düşünen insanlar çıkmadı içimizden. En önemlisi çok yönlü insanlar çıkmadı içimizden ama neden? Vallahi çıkamazdı ki çünkü bırakmazlar.
Kaderin sevki ile bir de Hocam Rahmetli Orhan Okay’ın dünyamı genişletmesiyle edebiyat nedir anladım. Bana birgün İsmail Tunalı’nın Marksist Estetik denen kitabı okumamı söyledi. Ben o zaman onu yorumlayacak düzeyde değildim. Okudum, tersinden düşünmeyi öğrendim, sonra bana estetik okumamı söyledi. Alfred Weber’in felsefe tarihini okumamı söyledi, onu zor bela buldum.
Bence Üstad felsefe tarihini iyi biliyor ama sıralamalı değil, sonra bir de her konunun felsefesini iyi yapıyor. Bu bahsi Muhakemat’ta anlatıyor. Felsefe-i Nahviye diyor, yani dil felsefesi. Mesela Altıncı Sözde bir ayeti anlatırken satış kelimesinin felsefesi ile ayeti anlatıyor, yani bir konunun felsefesini yapmadan onu anlatmıyor yapsaydı piyasadaki kitaplar gibi olurdu.
Sonra ilahi bir tensip ya ben estetik okuduktan sonra birden eserlerdeki felsefe ve estetiği gördüm. Kur’an Estetiği kitabımı yazdım, şimdi elimden gelse zulümden kurtulsam bir estetik dehası diye kitap yazardım. Ama kendin yaz kendin oku, ne garipse bu tür çalışmalar itibar görmüyor. “Bediüzzaman’ı gömüyor muyuz” gibi geliyor bana çünkü anlatmak yasaksa bu kadar okyanus bir insan nasıl topluma açılacak, hayret ediyorum.
“Bediüzzaman büyük adam” demekten gına geldi. Ne kadar büyük adam, neden büyük adam, büyüklüğün ölçüsü ne? Osmanlı’da din ile devlet birdi. Dini metinlerde de milli metinlerde de ikisi arasındaki denge sağlanmıştı. Ama ne hikmetse edebiyatımız batıya açılınca edebiyat metinlerindeki din sanat hüviyeti ile görünürken silindi. Hocalarım Tanpınar, Mehmet Kaplan gibi büyük yol açıcılar bu dengeyi sağlamadılar, muarız da değillerdi ama din ile tam kıvamında bir izdivaçları yoktu. Onlar yolları açtılar biz oradan geldik Allah razı olsun. Çalıştığımız yerde Bediüzzaman’a hiç ilgi göstermediler. Bu Türk edebiyatında yeni nesillere yeni üslublar ile dinin büyük hakikatlerini anlatan adamı bir türlü anlamadılar. Siyasileri onlara mezarı bile çok gördü, ulamaya gösterilen ilgi Allah’ın rahmetini celbeder ama göstermediler. Edebiyat bir namaz alışkanlığını bile vermedi müntesiplerine. Onun yüzünden vatanseverlik vatanı ve milleti için büyük gayret göstermeyen insanları ortaya çıkardı. Müsbet insanlar ama nesiller onlardan ne alsın ki?
Bediüzzaman pencere kelimesini çok kullanıyor. Bizim mukaddes kitabımız olan Kur’an ile halkın, avamın, orta sınıfın, bir istinası yok, yani okurlar ama Kur’an’ın sayısız tabiat unsurlarına ve onların arkasında Allah’a açılan kapı ve pencereleri vardır onları göremezler. En dindar insanlar da bile bu bakış açısı yoktur. Bediüzzaman bakmış ki büyük kitabının büyük dünyasında bir hudud ihata edilmez dünyası ile insanlar arasında kapılar pencereler yok. Ne yapalım insanlarla mukaddes kitabının evrene ve olaylara açtığı pencereleri gösterelim. Yani Pencereler Risalesini yazmak tasarım safhasında eserden daha önemli. Ne yapıyorsun sen, marangoz musun? Evet. Bediüzzaman insanın itikad evini yapmada bir itikad maranogozudur çünkü mukaddes kitabı ile aralarında pencere yok. Bunu düşünmesine ve bu adla bir 33 Pencere ortaya çıkarmasına hayret ve hürmetten başka ne denir.
Ya açar bakarız nazmı celilin yaprağına
Ya okur geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okumak ne de fal bakmak için
Bu yüzden Akif hürmetamiz. Akif kitabımız ile insanımız arasına kapılar koymuş, camiden topluma bakmış, kahramanları Fatih ve Süleymaniye kürsüsünden topluma hitab etmişler. O mekanları ve hitap tarzını böyle yapması Türk edebiyatında bir ihtilal. Garibanı ülkesinde bile horlamışız. Mısır’a gitmiş hüzünlü ve muzdarıp yaşamış. Ülkesine ölmek için dönmüş. Bugün Akif yılı yapıyoruz edebiyat bölümünde bir kişi katılıyor!
Bediüzzzaman Pencereler Risalesi’nde pencereyi anlatıyor.
“Nasıl ki bir zat-ı muciznüma büyük bir saray yapmak istese, evvela temellerini, esaslarını muntazaman hikmetle vazeder. Ve ilerdeki neticelerine ve gayelerine muvafık bir tarzda tertib eder. Sonra menzillere, kısımlara meharetle tefrik ve tafsil ediyor, sonra nukuşlarla tezyin ediyor, sonra elektrik lambalarıyla tenvir ediyor. Sonra o muhterem ve müzeyyen sarayda meharetini, ihsanatını tecdid etmek için herbir tabakada yeni yeni icadlar, tebdiller, tahviller yapıyor. Sonra herbir menzilde kendi makamına merbut bir telefon raptedip birer pencere açarak herbirinden onun makamı görünür.”
Bu saray ne? Kainat mı, insan mı? Pencere kime yapılıyor, kainata mı insana mı? Bediüzzaman gözü tarif ederken “göz bir hassedir ki ruh bu alemi o pencere ile seyreder” der. Şu et yığınına pencere açmış. Bak o pencereden dışarı ey ruh efendi!
Yunus pencereyi farketmiş;
“Her nereye baksam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri” demiş.
İşte Bediüzzaman pencere ustası, o göz penceresine bakacak ayrı bir pencere açmış. Şu ayeti nasıl yakalamış, pencereye en uygun ayet:
“Senürihim âyâtinâ filafakı ve fi enfüsihim hatta yetebeyyene lehüm ennehül hakkü evelem yekfi birabbike ennehü ala külli şeyin şehid”
Büyük ve küçük alemden pencereler açmak istemiş bu ayet mucibince ta ki insanlar o pencerelerden Allah’a açılsınlar. İşte böyle pencere ustası olmak.
Kur’an’la insan arasına pencereler koymak ta ki insanlar o pencerelerden Allah’ın sanatını, esmasını görsünler. Neden Diyanet bu pencereleri açmadı? Neden bu pencereleri hocaların, öğrencilerin önüne koymadı? Ama bu kitap yazılmışsa ve insanlar bakacak, görecek şeyleri düşünmüyor. Şehveti ve hissiyatı harekete geçiren şeylere bakıyorsa… Halbuki bu insanlara itikad pencereleri açmak başkan bey sizin göreviniz, vallahi ahirette mesulsünüz, bu büyük edebiyat eserini bu gençlerin önüne koymadığınız için.
“Sonra her menzilden, her tabakadan, her alemden, her taifeden, her fertten, her şeyden kendini gösterecek yani vücudunu ve vahdetini bildirecek pencereler açmış. Her kalb içinde bir telefon bırakmış.” (Biri dış pencere diğeri iç pencere.)
Şimdi şu hadsiz pencerelerden elbette haddimizin fevkinde olarak bahse girişemeyeceğiz.
Sadece 33 Pencere açmış ama sadece.
Birinci pencere ihtiyaçlar ve metalibden pencere. Yani gözünü açıyorsun ekmeği görüyorsun. Senin için düşünülmüş ekmek, senin için düşünülmüş ayva, elma, koyun ve inek bütün ihtiyacımız olan şeyler Allah’a açılan pencereler, bunları lise sınıflarında izah etmek lazım.
Nazım gayret etmiş. “Dert çok hemdert yok” demiş. Onun dert anlayışı farklı ama derdi görmüş.
Varsın kül olayım kerem gibi
Sen yanmazsan ben yanmazsam
Ya kim yansın
Yansın ki karanlıklar aydınlansın.
Bizde yanan yok. Beyefendi kravatlı profesör neden yansın ki?
Biri demiş, “bir ateşim, yanarım külüm yok dumanım yok.” Bir sarhoşu asmışlar Muhyiddin-i Arabi gidip ayaklarını öpmüş. Demişler şeyhim neden? Demiş “hiç olmazsa uğruna ölecek bir şey bulmuş.”
Men mene hayran men mene kurban.
Aynaya bak kendini gör, her yere bak kendini gör, bir de ahirette halini gör.
Bu acı içinde şeyhim gibi de.
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.
Bunu o Şair-i Mısri derse ya biz ne olacağız? Zavallı Himmet!
İkinci pencere vücut ve teşahhusat.
Yani bu vücudu tam sana göre tasarlamış, ruhunu sanki senden önce giymiş oradan bakmış.
Vücudu ve bütün uzuvlarını elin her duruşu bir teşahhusat.
Bu estetik bakış ile bakmak vücut ve teşahhusat penceresi. Bu pencerenin tafsili tam sonsuz pencere. Zahir ve batın duygular penceresi, senin pencerelerin her diğer pencereden farklı yani teşahhus etmiş.
Hayvanat ve nebatatın rızıkları sonsuz pencere. Portakal bir pencere. Bediüzzaman duvara astırır pencerelik görevi bitinceye kadar. Sonra hali kalırsa mideye gider. Sofraya otur önce pencereleri seyret sonra ye hiç böyle yaptın mı sen koca adam?
Otuz üçten ikisi çıktı kaldı otuz bir…
Türk çocuklarına kitabından ve kainat kitabından pencereler açmak, pencere ustası adam…
Beni kimsecikler anlamaz zaten
Sen öp seccadem.
Menderes anlamamış seni, oradan bugüne nereye kadar Efendim? Benim Efendim!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.