Himmet UÇ
Peygamber imajları: Muarrif (1)
Bediüzzaman, peygamber kavramına bütün ehadis-i şerifeyi ve Kur'an-ı Azimüşşanı tarayarak genişlik getirmiş, onun efalini, ve insanlarla görüşmelerini tasnif etmiş, onun bir tarif edici muarrif olduğunu belirlemiş, eserlerinde bu vasfı tafsil etmiş, örnekler vermiş. Peygamberimizi (asm) gerçek anlamda misyonu ile anlamak Bediüzzaman’ı okumakla mümkündür. Bu küçük etüdümüz bunu ortaya koyar. Bir de çok geniş bir perspektiften izah eder.
Bediüzzzaman muarrif kelimesiyle Allah’ın, kainatın, Cenab-ı Nebinin (asm) tarifini yapar. Çünkü bunlar Bediüzzaman’ın dilinde “hakikat-ı mutlakadır, mukayyed enzar ile ihata edilmez.” Bu söz bütün felsefeyi eleştiren bir büyük azametli sözdür. İnsanlar ne olursa olsun mukayyed, sınırlı nazarlara sahiptir. Beş duyusu, aklı ve onun doğrultusundaki duygular evrenin ve sahibinin ve takipçilerinin mahiyetini anlayamaz, mum ışığı ile kainat yorumlanmaz. Bu yüzden vahyin ışığı gerekir. Vahyin ışığı olmasa büyük düşünürler dahi mutlak hakikatı bulamamışlar. İşte Sokrat, Eflatun ve benzerleri. Ya sıradan insanlar? İşte bu yüzden muarrifler lazım.
Bediüzzaman anlatır: "Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif var: Birisi şu kitab-ı kâinattır ki, bir nebze şehadetini on üç Lem'a ile Arabî Nur Risalesinden On Üçüncü Dersten işittik. Birisi şu kitab-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü'l-Enbiyâ aleyhissalâtü vesselâmdır. Birisi de Kur'ân-ı Azîmüşşandır."
Bu söz mucibince Peygamberimiz (asm) Rabbimizi (cc) bize tarif eden, büyük kainat kitabının en büyük ayetidir. Bu ayet bize Allah’ı tarif eder. Yani Peygamberimizi (asm) yaptıklarını gören bunu ancak "vahyin ve ilahi bir eğitimin rahlesinden ancak böyle olunabilir der.” "Bu simada yalan yok bu simada yalan olamaz diyen" sahabe gibi.
İnsanlar yeryüzüne geldiklerinde şuurları eşyayı yorumlayabilir ama evrenin maksatlarını her insan hatta feylesoflar bile anlayamamıştır. Bu yüzden ilahi izin ile gönderilmiş bir peygamberin eşya ve olayları, halleri ve ahvalleri anlatması gerekir, göstermesi gerekir, tarif etmesi gerekir. Yoksa “o muarrif burhan-ı natık olmazsa, kâinat da, insan da, hatta herşey de hiçe iner. Elbette böyle bir bedi' kâinatta, böyle bir muarrif zât elzemdir.”
Burada Bediüzzaman O'nun (asm) olmayışının insanın da herşeyin de hiçe inmesini doğuracağını söylüyor. Çünkü anlaşılmaz bir kainat illa bir muarrifi gerektirir. Burada kainata bedi diyor. Bediüzzaman bu kelimeyi iktisatlı kullanır, güzel kelimesi çok kullanılır, ama bedi güzelliğiyle özellik arzeden şeylerde kullanılır. Kainat güzeldir hem de bediidir, yani eşsiz benzersiz, daha güzeli olmayan bir tasarım ve birliktelikler bütünüdür. Bu yüzden bu kadar bedii olan bir kainatın biri tarafından güzelliklerinin anlatılması gerekir. Resullullah (asm) bir bediiyat estetik uzmanıdır, kainatın bütün güzelliklerini anlatır ve gösterir. Elbette ile manayı güçlendirir, zorunlu kılar.
Muarrif kelimesini görsel ve dramatik hale getiren Bediüzzaman’ın Onbirinci Söz isimli eseridir. Bir büyük tiyatro, roman, trajik bir eser olmanın bütün şubelerini içinde barındıran harika bir metindir. Orada kainatın Sahibi Zişanı tarafından görevlendirilmiş ve Yaver-i Ekrem olarak tanımlanmış ve tarif edici vasfı ile gönderilmiş bir peygamber vardır. Eşyayı ve varlıkları, anlamları ve mefhumları yaratan Allah’tır. O bunları en necib kulu olan Nebiyi Zişana anlatmalı ve o da bize anlatmalı yoksa mümkün değil.
Filozofların en ileri kıyısından köşesinden görmüşler oralarda kalmışlar. Bediüzzaman diyor ya “daha ileri gidememişler, boğulmuşlar.” Ne harika bir eleştiri değil mi?
”Sonra, bir yaver-i ekremine sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının mânâlarını bildirerek onu üstad ve tarif edici tayin etti. Ta ki, sarayın sâniini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin; ve sarayın nakışlarının rümuzlarını bildirip, içindeki san'atlarının işaretlerini öğretip, derunundaki manzum murassâlar ve mevzun nukuş nedir, ve ne vech ile saray sahibinin kemâlâtına ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin; ve girmenin âdâbını ve seyrin merasimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyâtı dairesinde teşrifat merasimini tarif etsin.”
Yukarıdaki tarif etmenin şumülünü ve sınırlarını anlatır, ne kadar harika bir anlatım değil mi?
"Sarayın Saniini Sarayın müştemalitiyle ahaliye tarif etsin." İçinde oturduğumuz saray, gördüğümüz herşey O'nun müştemalını lazımları. Güneş lambası, ay mumdarı, güneşe sirac demiş her canlıyı yerli yerine koymuş ve müştemilatı tanzim etmiş.
Her şey yerli yerinde
Güneş yerinde ay yerinde
Baksana eksik var mı bir yerinde
Ey göz
Aklın varsa serinde
Bak herşey yerli yerinde
Nebiy-i Zişan bakmış manalandırmış
Sonra bize açmış manaları
Çünkü o muarrif.
1-Sarayın nakışlarının, rumuzlarını (bu cümleye bak, sarayın nakışlarındaki sembollerin anlamlarını tarif etmiş. Mesela “inna cealna maalel ardi ziyneten leha, liyeblüvehim eyyühüm ahseni amela “Ben kainatı güzel yarattım ve süsledim, siz onlara bakıp daha güzel işler yapasınız diye.“ İşte güzelliği rumuzlu anlatma. Başka bir ayette “ben ölümü ve hayatı siz daha güzel işler yapasınız diye yarattım” buyurur. Bize malum anlamın dışındaki mana ölüm ve hayat ve güzel işler)
2-İçindeki san'atlarının işaretlerini öğretip,
3-derunundaki manzum murassâlar ve
4-mevzun nukuş nedir,
5- ve ne vech ile saray sahibinin kemâlâtına
6- ve hünerlerine delâlet ettiklerini,
7-o saraya girenlere tarif etsin;
8-ve girmenin âdâbını ve
9-seyrin merasimini bildirip,
10-o görünmeyen sultana karşı marziyâtı dairesinde teşrifatmerasimini tarif etsin.”
Muarifin tam on fiili var, bütün bunlar Ehadis-i Şerife'de ve ayetlerde tafsilat bulacak şeylerdir. Risale-i Nur’un taalluk ettiği alanlara taalluk etmeye bir ömür yetmez. Dar bir vadide sağa sola bakmadan gitmek başka, pencereler açmak başka. Bediüzzaman pencereler açan insandır. Ama herşeye.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.