Peygamberimiz (asm) eşlerine karşı nasıl davranırdı?
Allah Resûlü’nün (s.a.s.) her yönüyle Müslümanların örnek almaları gereken bir konumu vardır
O’nun (s.a.s.) hanesi yeryüzünde gelmiş-geçmiş ve gelecek hanelerin, kurulacak yuvaların en mesudu, en bahtiyarı ve en bereketlisi olmuştur. O’nun hânesinde her zaman burcu burcu saâdet kokardı. Âlemde hiçbir kadın Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, hanımlarını sevdiği gibi sevilmemiştir. Hiçbir erkek de Hz. Peygamber (s.a.s.) gibi sevilmiş değildir. Bu sevgi halesinin elbette bir sebebi vardı. Allah Rasûlü eli altında bulunanlara uyguladığı terbiye usûlüyle onların kalplerinde, sonsuz bir alâka ve bağlılık hasıl etmiştir.
Peşinen söylemek gerekir ki, onun aile reisi olarak çizdiği portre de hayranlıkla izlenecek mükemmelliktedir: Sabrın, merhametin, teennili davranışın, anlayışlılığın, inceliğin, hoşgörünün ve sorumluluğun timsalidir, o peygamber. Ve bu faziletler belki de hiç kimsede kendini bu denli güzel ifade edememiştir.
Allah katında aile reisinin değeri, eşine ve yakınlarına verdiği değerle ölçülür. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.):
“En hayırlınız, aileniz için hayırlı olandır. Bana gelince ben, aileme karşı sizden en hayırlı olanınızım.” buyurmuştur.
İlgi ve Sevgi: Bir eş ve babanın ailesine olan ilgisinin en önemli göstergesi, onlarla birlikte vakit geçirmesidir. Hz. Peygamber (s.a.s.), buna îtinî eder, ne ibâdeti, ne arkadaşlarıyla geçirdiği vakit ne de dünya meşguliyeti buna mani olmazdı. O, ailesi ile birlikte olduğunda, onlarla sohbet eder, hal ve hatırlarını sorar, şakalaşır ve eğitmeye çalışırdı.
Rivâyetler, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in âilevî sohbeti iki istikamette oluştuğunu göstermektedir: Birincisi, âile fertlerinin her biri ile şahsen teması ve husûsî sohbeti; İkincisi, âile fertlerinin tamamının birbiriyle temas ve sohbeti.
Bu her iki sohbetin, günlük siyasi ve irşadi faaliyet ve diğer meşguliyetler içerisinde ihmale uğramaması için Rasûlullah (s.a.s.), birkaç kesin prensibe yer vermiştir:
Hanımlarıyla geçireceği gece, belli bir esasa bağlanmış, kur’a ile tesbit edilen bir sıra ile her gece birinin yanında kalmak, prensip olmuştur. Nevevi’nin açıklamasına göre kadın hayızlı halde olsa bile sohbet nöbetinde atlama yapılmamıştır.
Ayrıca her sabah mescitten çıktıktan sonra ve her ikindi vakti namaz kıldıktan sonra kadınların her birine teker teker ziyaretler yapar, alışılan muayyen bir müddet boyunca onlarla sohbet ederdi.
Bir de özellikle âilenin bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla her akşam, bütün hanımlar, Rasûlullah (s.a.s.), o gece kimin yanında geceleyecek ise, topluca oraya gelirler, sohbet ederlerdi. Bu toplantılarda Rasûlullah (s.a.s.)’ın zevcelerine ibretli kıssalar anlattığı, hepsinin güldürücü şakalar yaptığı rivâyet edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), günlük sabah ve ikindi ziyaretlerine gider, selam verir, elini omuzlarına ya da başlarına koyarak öper, hal hatır sorup meseleleriyle alakadar olurdu. Ondaki bu incelik, hanımlarının ruhlarına bütün letâfeti ve nûrâniyetiyle sirâyet etmiş olacak ki, bir değil bir çok hanım birbirlerine aynı zarâfetle yaklaşmışlardır.
Meselâ, bir gün önce, savaşta babası ve bazı yakınlarını kaybeden Safiyye’nin yanında Hz. Peygamber (s.a.s.) hiç uyumamış, sabaha kadar kendisiyle sohbet edip, ilgilenmiştir. Böyle bir ilgiye de ihtiyacı vardır ve kendisinden bu ilgi esirgenmemiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) hastalandığında “Keşke senin uğradığın hastalığa ben uğrasaydım, senin yerinde yatan ben olsaydım.” deyince, diğer hanımlar birbirlerine göz kırparlar. Bunu gören Rasûlullah (s.a.s.), “Safiyye bu sözünde sâdıktır.” buyurur.
İnsan fıtratında var olan eğlenme ve şakalaşma ihtiyacını bilen Rasûlullah (s.a.s.) buna da imkân tanımış ve bizzat eşleriyle şakalaşmıştır. Muhtelif seferlerde Hz. Âişe (ra) ile koşu yarışması yaptığını vâlidemiz kendisi söyler.
İlgilenme ve değer verme, kendisini, muhâtabının fikrine saygı duyma ve önerilerini dikkate almada da gösterir. Ve tabiî ki Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda da örnek teşkil eder bugünün erkeklerine ve tüm insanlara. Özellikle eşinin sözüne ve düşüncesine, doğrudan hanımını ilgilendiren konularda bile müracaat etmeyen aile reisleri, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yaşayışı göz önüne alındığında en yakın arkadaşlarına haksızlık etmektedirler. Oysa Hz. Peygamber (s.a.s.) çok kritik anlarda eşlerinin fikrini almış ve uygulamıştır.
Hudeybiye anlaşması, Müslümanlara çok ağır gelmişti. Kabe’ye varamadan geri döneceklerdi. Anlaşmayı yazma işinden çıkınca, Rasûlullah (s.a.s.), ashâbına:
"Kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun!"
buyurdu. Ancak (müşriklerle yapılan bu antlaşmadan hiç kimse memnun değildi. Bu sebeple) kimse kalkamadı. Rasûlullah (s.a.s.), emrini üç kere tekrar etti. Yine kalkan olmayınca Ümmü Seleme'nin çadırına girdi; ona halktan mâruz kaldığı bu hali anlattı. o, kendisine:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Bunu (yani halkın kurbanını kesip, tıraşını olmasını) istiyor musun? Öyleyse çık, ashaptan hiçbiriyle konuşma, deveni kes, berberini çağır, seni tıraş etsin!"
dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) kalktı, hiç kimse ile konuşmadan bunların hepsini yaptı: Devesini kesti, berberini çağırdı, tıraş oldu. Ashâb bunları görünce kalktılar kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş ettiler.
Üzerinde durulması gereken çok hassas bir konu bu. Kim, kadınlara karşı bu denli iltifatkar olabilmiştir? En kritik anda hanımıyla istişare eden kaç devlet reisi vardır? Bir aile reisi olarak kaç kişi, aile hayatında hanımıyla istişareye yer vermektedir? Hz. Peygamber’in (s.a.s.) örnek olduğu her alanla ilgili bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ve maalesef soruların çoğunda cevap olumsuz olacaktır. İşte bu nedenledir ki mükemmel olan dinimiz, bizlerin yaşayışında aynı seviyede değildir. Halbuki Efendimiz (s.a.s.) nasıl davranışlarıyla kadınlara karşı lütufkar davranıyordu; nurlu sözleriyle de hep bu şekilde davranmayı teşvik ediyordu:
“Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Ebû Dâvud, Tirmizî, Dârimî)
Hz. Peygamber (s.a.s.), âile fertlerine ilgi gösterdiğini, kıymet verdiğini ifade eden çeşitli söz ve davranışlarıyla, onları memnun etmiş ve ruhen tatmin etmeye de ehemmiyet vermiştir. Hanımlarına faziletlerini söylemesi, sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve dizine bastırarak bindirmesi, kendisine yapılan yemek davetine “hanım da olursa” kaydıyla icabet etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın göz yaşlarını elleriyle silerek teselli etmesi gibi Rasûlullah’ın (s.a.s.) pek çok davranışı hanımlarını memnun etmeye yöneliktir. “Rasûlullah, Hatice’yi anınca artık ne onu senâ etmekten, ne de ona istiğfarda bulunmaktan usanırdı." Nitekim "O’nun gibi var mıydı? O şöyleydi, o böyleydi..." diye faziletlerini sayardı.
Ahmed İbn Hanbel'in bir rivâyeti bu hususu tavzih eder. Ona göre Aleyhissalâtu vesselâm bir seferinde:
"İnsanlar beni inkâr ederken, o inandı; herkes beni tekzib ederken o tasdik etti. Herkes bana haram ederken, o malıyla benim için harcadı. Allah onun vesilesiyle bana çocuk nasib etti, diğer kadınlardan çocuğum olmadı."
buyurmuştur. Şurası muhakkak ki Rasûlullah, Hz. Hatice (ra) hakkında daha nice faziletler saymıştır: "O akıllı idi, o faziletli idi, o ferâsetli idi...” gibi.
Hz. Peygamber (s.a.s.), ehlinin yakınlarına da iltifat ve alakayı ihmal etmemiş, vefat eden eşi Hz. Hatice (ra9’nin yakınlarını ve dostlarını da gözeterek eşi bulunmaz bir vefa örneği olmuştur.
İbn Abbas anlatıyor: "Rasûlullah buyurdular ki:
"Sizin en hayırlınız, ehline karşı en iyi davrananınızdır. Ben aileme en iyi olanınızım.”
Rasûlullah (s.a.s.) kadınlara iyi davranmayı emretmiş, en hayırlı kimsenin, hanımına en iyi davranan kimse olduğunu belirtmiştir. Şüphesiz "iyi davranma" izafi bir durumdur. Bu "iyilik"in içine öncelikle kadınların haklarına hakkıyla riâyet gelir: Nafaka hakkı, tahkir edilmeme, hatalarını başına kakmama gibi hadislerde belirtilen haklara riâyet. Ayrıca onların bir kısım huysuzlukları, kıskançlıkları karşısında sabretmek, terbiyelerinde iyi davranmak, geçimi iyi yapmak,.. hep kadınına karşı iyi olmanın içine girer.
Ancak kişinin "en iyi" olması için kadınına karşı iyiliğin yetmeyeceği de açıktır. Âyet ve hadislerde, bunun için başka şartlar da sayılmıştır: Takvâ, zühd, amel-i salih,.. gibi. Şu halde o şartları yerine getiren, hanımına karşı da iyi olunca iyilikte kemale yaklaşmış olur. Rasûlullah (s.a.s.)’ın zevcelerine karşı davranışları ile kadın hususundaki tavsiyeleri tahlil edilince bu "iyilik"ten kastedilen teferruat ortaya çıkarılabilir.
Rasûlullah (s.a.s.),
“Kadın eğe kemiği gibidir, doğrultmaya kalkarsan, kırarsın. Onu bırakırsan eğri olduğu halde istifade edersin.”
buyurarak sert, haşin davranışlardan uzak durmakla beraber, ilgi ve alakanın hiçbir şekilde kesilmemesi gerektiği ikazında bulunmuştur.
Kadın, erkekten daha hassas, daha ince mizaca sahiptir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu telâkkî ile, bazı fırsatlarda “zevcelerini camdan yapılmış şişeye” teşbih buyurmuştur.
Öyle ise hoşa gitmeyen davranışlarına karşı anlayış ve müsamaha esas olacaktır. Ashâba bir hatırlatması şöyledir:
“Kadınlarınızı nasıl köle ya da hayvan döver gibi dövüyor, sonra da akşam olunca utanmadan, beraberce yatıyorsunuz?”
Buna rağmen eşlerini dövenlere ya da dövmek isteyenlere şöyle der: “Dövün (ancak bilin ki kadını) sadece şerlileriniz döver.”
Bilindiği üzere Hz. Peygamber (s.a.s.), Hz.Hatice (ra)’nin vefatından sonra bir çok izdivaç yapmıştır. Birbirine rakip durumdaki hanımların geçinmesi ise pek zordur. Ancak Hz. Peygamber (s.a.s.) sabrı, anlayışlılığı, kadını iyi tanımasından dolayı, onları da birbirlerine yaklaştırmış, arkadaş olmalarına zemin hazırlamış, arada bir cereyan eden kıskançlık ve (birbirlerini) çekememezliklerine bazen gülümseyip geçmiş, bazen küsmüş, bazen uyarmıştır. İşte bunlardan bazıları:
Hz. Peygamber (s.a.s.), hanımlarının yetişmesine gayret eder, hepsinin beraber olduğu akşam toplantılarında eğitici sohbetler yaparlardı. Ve Rasûlullah’ın (s.a.s.) refakatinde bilgilenen hanımlar, bilgi ve tecrübelerini diğer kadınlara [hatta Hz. Peygamber’in (s.a.s.) vefatından sonra, kadın-erkek herkese] aktarmaya hazır hale gelirlerdi. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ev halkı, şehir dahilinde ve haricindeki kadınları kabul eder, itikadi konularla ilgili Hz. Peygamber’in (s.a.s.) talimini onlara bildirerek, din eğitimindeki rollerini yerine getirirlerdi.
* * *
Doç. Dr. Muhittin Akgül’ün, “Allah Resûlü’nün (s.a.s.) Eşleriyle Münasebeti” isimli şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:
Allah Resûlü, hanımlarıyla oturur konuşur; hatta bir arkadaş gibi onlarla bazı meselelerin müzakeresini bile yapardı. Peygamber’in, onların düşünce ve fikirlerine kat’iyen ihtiyacı yoktu; çünkü O, vahiy ile müeyyetti. Ancak O, ümmetine bir şeyler öğretmek istiyordu. O güne kadar olanın aksine, kadın, çok muallâ bir yere oturtulacaktı. Allah Resûlü bunun pratiğine de yine kendi hanesinden başlıyordu.
İnsanı yaratan ve ona mutlu olmanın yollarını öğreten Yüce Mevla, gerçek mutluluğun kaynağını ve onun nasıl yakalanacağını da her dönemde gönderdiği peygamberlerle göstermiştir. Arıyı kraliçesiz, karıncayı beysiz bırakmayan Cenâb-ı Hak, insanı da lider ve rehbersiz bırakmamıştır. Hayatın her alanıyla ilgili takip edilmesi ve yapılması gereken en ideal davranışları, rehber insan peygamberlerle bildirmiştir. Bütün peygamberlerin mesajlarının esaslarını özetleyen ve en son ilkeleri insanlığa getiren Allah Resûlü (s.a.s.) ise örnek olma noktasında en zirveyi temsil etmektedir. O’ndan sonra peygamber gelmeyeceğinden dolayı da, herkese örnek olmuş ve herkesin yaşayabileceği bir hayatı temsil etmiştir. Hem Allah’ın son ve seçkin bir peygamberi olması, hem de her davranışının Yüce Yaratıcı tarafından öğretilmiş olması, Resûlullah’a (s.a.s.) ayrı ve önemli bir konum kazandırmıştır. Diğer bir ifadeyle Allah Resûlü’nün bu denli eşsiz bir konumda olması, onu terbiye edenin Allah olmasındandır:
“...Allah, sana Kitâb’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana olan lütfu büyüktür.” (Nisa, 4/113) âyetiyle,
“Beni Rabbim terbiye etti. Hem ne kadar da güzel terbiye etti!” (Münavi, Feyzü’l-Kadir, 1/224) hadisi de bunu göstermektedir.
Evet, O bir üsve-i hasenedir (güzel bir örnek). O’nun (s.a.s.) bizler için örnek olduğu önemli konulardan biri de aile kurumu ve eşler arasındaki münasebetlerdir. O’nun eşlerinin birden fazla olup onların değişik kültür ve yaşta olmasının belki de önemli hikmetlerinden biri, ümmetine aile konusunda örnek olması ve eşlere nasıl davranılacağını detaylı bir şekilde göstermesidir. Günümüz insanlarının aile kurumunu tam olarak ayakta tutamaması, özellikle de O’na inananların ailevi ilişkiler noktasındaki eksikliklerinden dolayı, boşanmaların artması, ailevî kavgaların çoğalması, boşanmadan dolayı arkada kalan çocukların çeşitli sıkıntılara maruz kalması gibi olumsuzlukları da düşündüğümüzde, yeniden O Örnek İnsan’ın bu yönüne ihtiyacımız daha bir önem kazanmaktadır.
İşte bu makalede Allah’ın (c.c.) kendisini terbiye ettiği O Eşsiz Resûl’ün (s.a.s.) ailesiyle olan ilişkisi, onlara nasıl davrandığı, yardım ettiği, değer verdiği, kırmadan ve severek bütün olumsuzluklara rağmen mutlu bir hayatı nasıl yakaladığı ortaya konulacaktır.
Aile Kurumunun Önemi
O’nun insanlığa getirdiği Son Mesaj’da, temelde insanların bir ana-babadan meydana gelen bir topluluk olduğuna (Hucurât Sûresi, 49/13) vurgu yapılır. Buna göre insanların renk, ırk, cins, ülke, soy, sop bakımından farklı olmaları bir ayrıcalık değil, tam tersine bir yakınlaşma, kaynaşma ve tanışma vesilesidir.
Böyle büyük bir insanlık topluluğu içinde aile, toplumun en küçük ve en önemli parçasını teşkil etmekte; bu parçanın da en merkezini karı-koca tutmaktadır.
Son Nebi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) getirdiği İlahi Beyan’da özellikle erkeğe hitapta bulunularak eşiyle hoşça ve güzelce geçinmesi, onda hoşlanmayacak bir yön görse bile bunu kavga ve ayrılma sebebi yapmaması, bunlara katlanmak suretiyle bilmediği başka yön ve yerlerden mükâfatların takdir edileceği (Nisa Sûresi, 4/19) vaat edilmiştir ki, böyle bir tavsiye, eşler arasındaki ahengin ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından oldukça manidardır.
Başta da belirtildiği gibi, ideal bir eş olma noktasında Kâinat’ın Efendisi (s.a.s.), her mü’min için tanınması ve uyulması gereken mükemmel bir modeldir. Bu ideal modelde ailesiyle ilişkilerine baktığımızda öne çıkan belli başlı ilkelerin şunlar olduğunu görmekteyiz.
Eşleriyle İstişaresi
İnsan, kurulu bir makine ya da robot değildir. Duyguları, düşünceleri, hisleri, belli konularda görüşleri olan ve bunların dikkate alınmasını, bunlara önem verilmesini isteyen bir varlıktır. Hayatı beraberce paylaşan, sıkıntıları beraberce göğüsleyen, uzun bir zaman dilimini beraberce geçirmek mecburiyetinde olan eşler için ise bu durum, daha da bir önem arz etmektedir. Dolayısıyla bir hayatı beraberce geçiren eşlerin, her zaman birbirlerinin fikirlerine müracaat etmeleri, onları dikkate almaları ve onlardan faydalanmaları kaçınılmazdır. İşlerin bir konsensüs içerisinde yürütülmesi, karar vermede zorlanıldığı yerlerde danışılması ve karşısındakine değer vermenin önemli bir işareti olan danışma mekanizmasını kullanması anlamlarına gelen istişarenin, evlilik hayatında vazgeçilmez bir yönü vardır.
Müşaverenin bir anlamı da farklı kovanlardan, çiçeklerden bal çıkarmaktır. Allah Resûlü (s.a.s.) bunu kullanmış, hem de en kritik zamanlarda ve olaylar karşısında tatbik etmiş, böylece eşlerle istişarenin yapılmasının bir Sünnet-i Nebevî olduğunu göstermiştir. Yüce Beyan müstakil bir sureye Şûrâ adını vermekle de buna dikkatleri çekmiş ve istişare yapanları övmüştür. Bu yüce beyanın beşer hayatına en ideal yansımasını, Fahr-i Âlem Efendimiz’in daha ilk vahiyle karşı karşıya kaldığındaki tavrında görüyoruz. Allah Resûlü (s.a.s.) ilk defa Cibril’le karşılaşınca, sevgili ve biricik eşi Hz. Hatice (r.a.) Validemiz’e varmış ve başından geçenleri onunla paylaşmıştı. O firaset sahibi Hz. Hatice de Resûlullah’ı (s.a.s.) teselli ederek gönül okşayıcı ve heyecan yatıştırıcı sözler söylemiştir. (bk. Buhârî, Bed’ü’l-vahy 3)
Allah Resûlü (s.a.s.) değişik zaman ve durumlarda eşleriyle istişare mekanizmasını ihmal etmemiş, böylece konunun ne denli önemli olduğunu göstermiştir. Mesela Peygamberimiz (s.a.s.), Hudeybiye gibi son derece önemli olan bir anlaşmayı yaparken şartların zahiren Müslümanların aleyhine olduğunu gören Müslümanlar, yaşadıkları şokun tesiriyle Resûlullah’ın (s.a.s.), “kurbanlarını kesip ihramdan çıkmaları” şeklindeki emrini yerine getirmede işi ağırdan almışlardı. Bu, bir peygamber için oldukça zor ve hassas bir durumdu. İşte böyle zor bir durum karşısında Allah Resûlü (s.a.s.) eşlerinden Ümm-ü Seleme Validemiz’le istişare etti. Yaptığı istişarenin de hakkını vererek kendisi kurbanını kesip ihramdan çıktı. Bunu gören ashap efendilerimiz de hemen durumu anlayıp aynı şeyi yaptılar. Böyle bir danışma, tarihin belki de şahit olmadığı bir danışmaydı.
Bugün bile devlet başkanları, kadın haklarına önem verdiklerini iddia eden ülke ve milletler, aradan bu kadar süre geçmesine rağmen hâlâ böyle bir örnek sergileyememişlerdir. Allah Resûlü’nün (s.a.s.) mümtaz eşi Hz. Aişe (r.a.) Validemiz’e atılan iftira karşısında da aynı istişare ilkesinin uygulandığını görüyoruz. Böyle bir durumda Resûlullah (s.a.s.), Hz. Aişe ile ilgili istişareyi, diğer eşi Zeyneb binti Cahş’la yapıyor. Örnek Rehber’imizin hayatı böyle olmasına rağmen, bugün “Kadına danış ama tersini yap!” şeklindeki bir anlayışın, nebevî çizgiden ne kadar uzak olduğu aşikârdır.
Eşlerine Yardım Etmesi
İnsanların tek başlarına hayatlarını devam ettirmeleri oldukça zordur. Beraberce yaşama, ancak birlikte iş yapmayla olur. Aynı yuvayı paylaşan eşler ise yardımlaşmaya en fazla muhtaç olanlardır. Bir evin işleri, eşlerin beraberce taşın altına ellerini koymalarıyla kolaylaşır, hayatları çekilir hâle gelir, zorluklar aşılır. Eşlerin konumu ne olursa olsun, bir eş, evinde eştir. İşi ve makamı evdeki bu fonksiyonuna hiçbir engel teşkil etmez, etmemelidir. “Şu konumdayım! İş yerindeki makamım bu işleri yapmaya engeldir! Toplumdaki statüm şudur!” gibi bahaneler, sadece sorumluluktan kaçma ve rahatı seçmenin yalancı kaçamaklarıdır. Hiç kimsenin konumu Kâinatın Efendisi kadar yüksek, işleri O’nun kadar yoğun ve statüsü de O’nunki kadar yüce değildir. O ki (s.a.s.), her an vahye muhataptı ve Cebrail’le sohbet ediyordu. Melekler selam duruyor, âlemin işi O’nu bekliyordu. Ama O (s.a.s.) yine de eşlerine yardımdan geri durmuyordu. Durmuyor ve ümmetine bu konudaki ideal ölçüyü gösteriyordu.
İşte Âlemlerin Efendisi’nin (s.a.s.) eşlerine yardımdaki birkaç örneği. Evinde ailesinin işleriyle kendisi ilgilenirdi. Elbisesini mübarek elleriyle kendisi dikip yamardı.
Koyunlarını kendisi sağıyor, ayakkabılarını kendisi tamir ediyordu, kendi hizmetini kendisi görüyor ve devesini de kendisi yemliyordu. Hizmetçisiyle beraber yemek yiyip hamur yoğurduğu zamanlar da olurdu. Çarşıdan aldığı malları kendisi taşır, çocuk işlerinde eşlerine yardım ederdi.
Eşlerine Değer Vermesi
İnsanî ilişkilerde karşıdakine değer verme, sevginin devam etmesine ve artmasına vesiledir. Bu değerin ifadesi bazen bir söz, bazen bir bakış ve bazen de bir muameleyle kendini gösterir. Başkasına haddinden fazla bir iltifat yersiz olduğu gibi, aradaki sevginin artmasına vesile olacak taltifi esirgemek de nankörlüktür. Dünya hayatında uzun bir süreç diyebileceğimiz bir ömrü beraberce sürdüren eşlerde ise, bu durum daha da önem kazanmaktadır. Böyle bir durumda Örnek İnsan Allah Resûlü (s.a.s.) şu muameleleri yapmıştır:
Eşlerini sevdiğini bizzat ifade ederdi. Aynı zamanda eşlerine kendilerinde bulunan faziletlerini ihsas ettirir ve söylerdi. Hayvana binmesi için yardımcı olma gibi (Buhari, Megâzî 38) sevginin bir yansıması olarak kabul edeceğimiz nazik davranışı yaparak, aradaki sıcaklığı pekiştirirdi. Bir gün kendisini yemeğe davet etmişlerdi de O Nezaket Âbidesi (s.a.s.), böyle bir davete katılmasının şartı olarak: “Hanım da olursa!..” kaydını koymuştu. (Müslim, Eşribe 139).
Eşlerinin bir sıkıntısı olduğunda onlarla ilgilenir, ağlayan birini gördüğünde teselli eder, elleriyle onun gözyaşlarını siler ve böylece ağlamasını dindirmiş olurdu. Mesela bir gün Safiyye Validemiz’in üzüldüğünü görmüştü.
Hanımlarından biri Safiyye Validemiz’in Yahudi asıllı olduğunu hatırlatmış: “Ey Yahudi kızı!” demişti. O, bu durumu Allah Resûlü’ne aktarmış ve üzüntüsünü dile getirmişti. Efendimiz de (s.a.s.) onu şöyle teselli etmişti:
“Bir daha sana böyle bir şey diyecek olurlarsa, sen de onlara şu cevabı ver: ‘Benim babam Hz. Harun, amcam Hz. Musa, kocam da gördüğünüz gibi Hz. Muhammed Mustafa’dır. Siz bana karşı neyinizle övünüyorsunuz?’” (Tirmizî, Menâkıb 63; Hâkim, el-Müstedrek, 4/31)
Böyle mükemmel bir çözüm kimi sevindirmezdi ki! Zaten öyle de oldu. Safiyye Validemiz Allah Resûlü’nün (s.a.s.) huzurundan bütün üzüntülerini geride bırakmış, öyle ayrılıyordu.
Hz. Aişe'nin (r.a.) çocuğu yoktu. Bunun için künyesi de yoktu. Araplarda künyeye çok ehemmiyet verilirdi. Bunun için Hz. Aişe üzülürdü. Bir gün Hz. Peygamber’e (s.a.s.) bunu arz etmiş ve Peygamberimiz (s.a.s.) de buyurmuştu ki:
“Sen yeğenin Abdullah bin Zübeyr'i kendine evlat edinirsin ve onun ismine izafeten de künye alırsın.” Bundan sonra Hz. Aişe yeğeni Abdullah bin Zübeyr'e izafeten Ümmü Abdillah diye künyelendi. (İbn Sa’d, Tabakât, 8/66).
Onlara Hoşgörü ve Şefkat Göstermesi
Eş, insana Allah’ın bir emanetidir. Emanete hıyanet ise bir nifak sıfatıdır. Yüce Beyan değişik ayetleriyle eşlere muamelenin nasıl olması gerektiğine vurgu yapmış, Allah Resûlü de (s.a.s.) lâl ü güher sözleriyle bunu pekiştirmiştir.
“...Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları olduğu gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır…” (Bakara Sûresi, 2/218) buyrularak haklara dikkat çekilmiş,
“...Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur…” (Nisâ Sûresi, 4/19),
buyrularak da onlara karşı güzel bir muamele içerisinde bulunulmasının, âyette belirtilen haklardan biri olduğu açıkça belirtilmiştir.
Konuyla ilgili olarak Resûlullah (s.a.s.) de, eşlere karşı güzel muameleyi, Allah katında hayırlı olarak kabul edilmeye vesile teşkil eden önemli bir davranış olarak kabul etmiş ve,
“En hayırlınız, aileniz için hayırlı olandır. Bana gelince ben, aileme karşı en hayırlı olanınızım.” (Tirmizi, Menakıb 63)
buyurarak, eşlerine nasıl davrandığını göstermiştir. Başka bir sözlerinde de:
“Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda emanet gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki onlar açık bir çirkinlik işlemesinler.” [Tirmizi, Tefsiru Tevbe (9) 2]
buyurarak, hanımların, Allah’ın insanın uhdesine verdiği birer emanet olduğuna, dolayısıyla bunda kusur edilmemesi gerektiğine vurgu yapmıştır.
Hayırlı olmanın bir ölçüsü de onların hataları karşısındaki tutumdur. Rahmet Elçisi (s.a.s.), erkeğin, eşine karşı nezaketli ve sabırlı olmasını, özellikle de hanımların hassas olmalarından dolayı da daha nazikçe davranılmasını tavsiye etmiştir. Bir teşbihle onların “eğe kemiğinden yaratıldıklarını” (Buhari, Nikah 79; Enbiya 1) belirterek, nezaket ve incelikteki konumlarına işaret etmiş, yerli yerince muamele yapılmadığında ise kırılmanın mukadder olduğunu belirtmiştir.
İnsan, kusursuz bir varlık değildir. Ancak kusurların da bir telafi yöntemi, hatta bunlardan dersler ve ibretler çıkarmanın söz konusu olduğu metotlar vardır. İşte Allah Resûlü (s.a.s.) de zaman zaman eşleri arasında meydana gelen bu kabil olaylar karşısında hemen karşılık vermiyor, teenni ile hareket ediyor, böylece öfkeyle alacağı müspet neticeden daha fazla netice elde ediyordu.
Safiyye Validemiz çok güzel yemek yapardı. Bir defasında Resûlullah (s.a.s.) Hz. Aişe Validemiz’in odasındayken ona yemek yapıp göndermişti. Bunun karşısında Hz. Aişe Validemiz bir kıskançlık hissetmiş ve kendisini bir titreme sarmıştı. O kadar ki yemek tabağını aldığı gibi yere atıp kırmıştı. Resûlullah (s.a.s.) sesini çıkarmamış, sabır ve tahammülüyle işin sonunu hayra çevirmişti. Bir süre sonra Aişe Validemiz pişman olmuştu. Hatta sadece pişmanlıkla yetinmemiş, aynı zamanda bunun kefaretini de sormuştu. Resûlullah (s.a.s.) da kefaretinin tabağa aynıyla tabak, yemeğe misliyle yemek olduğunu bildirmişti. (Ebu Davud, Büyu’ 91; Nesai, İşretu'n-Nisa 4).
Kadınlara karşı hayırlı olmanın bir ölçüsünün de onlara hakaret etmeme ve onları asla dövmeme olduğunu görüyoruz. Başka insanlara bile hakareti hoş karşılamayan Hz. Peygamber (s.a.s.) özellikle eşlere karşı daha hassas olunmasını tavsiye etmiş, hele dövme gibi insana yakışmayan kaba-güç gösterisini asla tasvip etmemiştir. Bilhassa gündüz, kadını hayvan döver gibi dövüp gece de yanına gitmeyi sert bir lisanla kınamıştır. Dolayısıyla gece, bütün bağları koparmak zorunda olan insanın gündüzkü tavrı hiç hoş karşılanmamıştır. Fiili olarak da Allah Resûlü’nün hayatında asla böyle bir şey görülmemiştir.
Hanımlarının Yakınlarına da Değer Vermesi
Allah Resûlü’nün (s.a.s.) hanımlarıyla ilişkisinde dikkate değer bir davranışı da, eşlerinin yakınlarına ve dostlarına itibar göstermesi, zaman zaman onlara hediye göndermesiydi. Evine uğrayan yaşlı bir kadına itibar gösterir, iltifat ederdi. Hz. Aişe Validemiz sebebini sorunca,
“Ey Aişe, bu kadın Hatice’nin arkadaşıdır. Onun sağlığında bize uğrardı. Dostluğa vefa göstermek imandandır.”
demiş, böyle bir davranışı Hz. Hatice’yi sevmenin bir belirtisi olarak kabul etmişti. Aynı zamanda Resûlullah (s.a.s.) her koyun kesiminde Hz. Hatice’nin arkadaşlarına da bir pay gönderirdi. (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 7/84).
Onlara Karşı İlgi ve Sevgisi
Birbirlerini sevenler, birbirlerine katlanırlar, kusurlarını görmezler. Varsa müsamahayla karşılarlar. Hayat arkadaşlarının bu konuda daha duyarlı olması gerekir. Zira sadece burada değil, aynı zamanda ahirette de beraber olacaklardır.
Kâinatın Efendisi (s.a.s.) o kadar yoğun işlerinin arasında şefkatli bir eş olarak eşlerine kıymet veriyor, onları dinliyor, anlattıkları haberlerle ilgili onlara yorumlar yapıyor ve sevdiğini söylüyordu. Hz. Aişe Validemiz, bir gün Resûlullah’a (s.a.s.), o zaman Araplar arsında yaygın olan ve 11 (on bir) hanımın bir araya gelerek kocalarıyla ilgili birbirlerine anlattıkları hikayeyi anlatmıştı da Resûlullah (s.a.s.) bunu dinlemiş ve yorum yapmıştı. (Buhari, Nikah 82).
Allah Resûlü’nün eşlerine karşı gösterdiği sevginin bir alameti, onlarla birlikte vakit geçirmesidir. Hem bir devlet başkanı, hem bir peygamber olmasına ve hem de yoğun işlerine rağmen ailesini ihmal etmiyordu. O’nun (s.a.s.) en mükemmel kul olmasından dolayı ibadet hayatı ve sahabesiyle geçirmek zorunda kaldığı çok önemli zaman dilimleri, asla ailesini ihmale götürmüyordu. Buna son derece dikkat ediyor, onlarla beraberliklerinde sohbet ediyor, hâl ve hatırlarını soruyor ve şakalaşıyordu.
Hatta özellikle ailenin bir araya gelmesini sağlamak maksadıyla her akşam, bütün hanımlar, Resûlullah (s.a.s.), o gece kimin yanında geceleyecek ise, topluca oraya gelir, sohbet ederlerdi. Bu toplantılarda Resûlullah’ın (s.a.s.) eşlerine ibretli kıssalar anlatır, hepsini tebessüme sevkedecek latifeler yapardı.
Bu sevginin en önemli göstergelerinden biri de eşlerinin zevklerini nazar-ı itibara almasıydı. İnsan sarrafı Ufuk İnsan (s.a.s.) o kadar ince şeyleri düşünürdü ki, böyle bir inceliği de zaten ancak bütün eğitimini Allah’ın (c.c.) nezaretinde yürüten birisi gösterebilirdi. Hz. Aişe (r.a.) ile kaldıklarında kılacağı nafile namaz için ondan izin istemişti. Hz. Aişe (r.a.) de böyle bir soruyu şeref kabul etmiş ve istediğini ona vermişti. Hz. Aişe Vâlidemiz anlatıyor:
“Allah Resûlü (s.a.s.), bir gece bana hitaben; ‘Ya Aişe’, dedi, ‘müsaade eder misin, bu gece Rabbimle beraber olayım?' (O, Rabbiyle beraber olmak için bile hanımından müsaade isteyecek kadar incelerden ince bir insandı.) Ben, ‘Yâ Resûlallah! Seninle olmayı isterim; fakat senin istediğini daha çok isterim.’ dedim. Sonra, Allah Resûlü (s.a.s.) abdest aldı, namaza durdu, kırâatinde ‘İnne fî halkissemâvâti ve’l ardi’ âyetini okudu, okudu ve sabaha kadar gözyaşı döktü.”
Görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.s.) sadece dünyevi konularda değil, uhrevi konularda bile, eşine gösterilmesi gereken ihtimamı asla esirgemiyordu.
Sonuç
Allah Resûlü’nün (s.a.s.) her yönüyle Müslümanların örnek almaları gereken bir konumu vardır. Bunlardan biri de bir aile reisi olarak Hz. Peygamber’in (s.a.s.) yapmış olduğu muameleleridir. Günümüz Müslüman aile yapısı çeşitli sıkıntılarla karşı karşıyadır. Bunun temeline inildiğinde, aslında bunun çok küçük dikkatsizliklerden meydana geldiği açıkça görülecektir. Bu anlamda eşlerin değişik konularda şahsi davranıp istişareye kapalı olmaları, aynı zamanda bir sevgi emaresi olan evde hanıma yardım konusunun esirgenmesi, eşe verilen değerin doyurucu bir derecede olmaması, onlarla muamelede azı detay da olsa aslında önemli olan hususların gözden kaçırılması, sevgi, şefkat ve hoşgörünün verilmesi gereken ölçü ve şekilde verilmemesi, başlıca sebeplerdendir. Yukarıda sayılan bütün önemli durumlarda, Resûlullah (s.a.s.) önümüzde ideal bir rehberdir. Bu rehber, takip edildiği ve davranışları uygulandığında, aksaklıkların giderileceği ve sıcak bir aile yuvasının temin edileceği hususundaki inancımız tamdır.
Sorular İslamiyet
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.