Peygamberimize (sav) salavat getirmeye vesile emanetler
Peygamber Efendimiz (sav) aziz hatırası olarak nesiller boyu itina ile korunan ve “Kutsal emanetler” olarak anılan eşyaların her biri özellikle salavat getirmeye vesile olduğu için çok değerli…
İnsanoğlu bu dünyada Allah'ın halifesi olmaya ağır bir “emanet”i sırtlanarak ulaşmıştır. Dağlara ağır gelen bu emaneti “cahil ve aciz insan” kabullenmiştir. Fakat bu cehalet ve acziyet insanı insan; yani Allah'ın yeryüzündeki halifesi kılar. Emanet edilen şeyin varlığı meçhuldür, üzerine yüzlerce yorum yapılmış ve yapılmaya devam edecektir. İnsanın bu dünyada bulunma sebeplerinden birisi de “emanet”i bilmek ve bulmak için çalışmaktır. Kırmızı Beyaz Dergisi, nesilden nesle aile yadigârı olarak veya halifelerin uğraşları sonucu bugünlere erişen Kutsal emanetler'i yazdı.
“Emanet" kavramı İslâm toplumu içerisinde yüce bir mânâya atıftır. Bu kavram, “mümin" olabilmenin şartı olarak emanete riayet etmek şeklinde vücuda gelmiştir. Emanet kimden olursa olsun; hakikî mümin onu muhafaza etmekle mükelleftir. Bu denli ehemmiyete haiz olan emanetin; “Levlâke" sırrıyla yaradılmışların en hayırlısı olan Hz. Muhammed'den (sav) ve Onun yolunun gerçek yolcularından ulaşmış olması, durumu çok daha büyük bir öneme kavuşturur. “Mukaddes emanetler" olarak isimlenen bu emanetler, İslâm mülkünde daima hiçbir eşyanın ulaşamayacağı bir yerde, müminlerin kalplerinde muhafaza edilmiştir. Avamdan havassa, herkes için bambaşka bir boyutta düşünülmüş olan bu eserler, zamanla Resulullah'ın (sav) ardından gelen halifelerin hilafet sembolleri durumuna gelmişlerdir.
Hz. Peygamber'e (sav) ait olan ve onun kullandığı eşyalardan oluşan Kutsal emanetler, İslâm'ın her döneminde büyük hürmet görmüştür. Sahabenin bu hususta gösterdiği titizlik, daha sonraki çağlarda Müslümanların aynı şekilde bu eşyalara hürmet göstermelerini sağlamıştır. Buharî, eserinde Farzü'l-humus adlı bölümde Hz. Peygamber'in (sav) ve Onun ashabının kullandığı eşyaları anlatan bir başlık açmıştır. Bu eşyaya saygı gösterilmiş ve onların aracılığıyla bereket umulmuştur. Ulemâ da bu emanetlere teberrük ve saygıyı teşvik etmişlerdir ve onlara hürmeti Resulullah'ı sevmenin bir emaresi olarak görmüşlerdir. Bazı âlimler ise Kur'ân-ı Kerîm'in yapraklarına gösterilen saygıyla Hz. Peygamber'in (sav) eşyalarına gösterilen saygıyı birbirlerine benzetmişlerdir.
Mukaddes emanetler, nesilden nesle aile yadigârı olarak veya halifelerin uğraşları sonucu bugünlere erişmişlerdir.
Bürde-i Şerif olarak bilinen ve Topkapı Sarayı'nda teşhir edilen Peygamber Efendimiz'e (sav) ait bir hırka Kutsal emanetler arasında bulunmaktadır. Resûlullah'a, (sav) Müslüman oluşunun ardından bir kaside sunan ve zamanla Kaside-i Bürde şairi olarak anılan Ka'b b. Züheyr'e bizzat Hz. Peygamber tarafından hediye edilmiş bulunan bu hırka, hilafet sembolü olarak kullanılmak istenmiştir. Bu sebeple Muaviye, henüz Ka'b b. Züheyr hayattayken bu hırkayı satın almak istemiş ancak Ka'b hırkayı satmamıştır. Ancak vefatının ardından Muaviye tarafından 20.000 dirhem gümüşe satın alınmıştır.
Hz. Peygamber'in (sav) minberi, hırkası, sancağı gibi eşyalar bu yolla hilafet sembolü hâline gelmişlerdir. Bu eşyalar, Emevî halifeleri tarafından Şam'da muhafaza edilip ziyarete gelenlere gösterilmişlerdir. Kutsal emanetler, Emevî hâkimiyetinin Abbasîlerce yok edilmesinin ardından el değiştirmişlerdir. Abbasîlere intikal eden bu eşyalar, yeni hilafet merkezi olan Bağdat'a taşınmıştır. Hülâgü Han'ın Bağdat'ı işgal etmesi üzerine Abbasî halifesi tarafından Mısır'a götürülmüşlerdir. Yavuz Sultan Selim döneminde Memlükler ve Osmanlı Devleti arasında vuku bulan savaşlar neticesinde de yeniden el değiştirmiş olan Mukaddes emanetler son istirahatgâhlarına kavuşmuşlardır.
Kutsal emanetlerin, Kansu Gavri'nin Osmanlı karşısında mağlup olunması durumunda hazineyle beraber Mağrib'e kaçırılması amacıyla İskenderiye'de tuttuğu, ancak Kansu Gavri'nin savaş meydanından sağ çıkamaması ve İskenderiye'nin 700 gemiyle kuşatılmış ve ardından zaptedilmiş olmasının ardından ele geçirildiğini Evliya Çelebi'nin Seyahatnâme'sinden öğreniyoruz. Buradaki eşyalar; sancak-ı şerif, sakal-ı şerif, abdest ibriği, sürmedan, Uhud Savaşı'nda kırılan dendan-ı saadetin dâhil olduğu kaydedilmiştir.
Yavuz Sultan Selim'in halifeliği İstanbul'a taşımasıyla beraber Kutsal emanetler'in mecrası artık Topkapı Sarayı olmuştur. Mekke Emîri Şerîf II. Berekât b. Muhammed el-Hasenî, bağlılığını bildirmek ve Osmanlı hâkimiyetini tanıdığını göstermek amacıyla Kâbe'nin anahtarlarını ve onlarla beraber bazı Mukaddes emanetler'i Kahire'de bulunan Yavuz Sultan Selim'e göndermiştir.
Mısır'ın fethiyle başlayan Mukaddes emanet akışı başka vesilelerle sürüp gitmiş ve İstanbul tam anlamıyla bir İslâm merkezi pozisyonu almıştır. Veysel Karanî aracılığıyla gelen Hırka-i şerif, diğer tarikat erbabının camilere, tekke ve dergâhlara ulaştırdıkları sakal-ı şerifler ve Mukaddes emanetler Dairesi; İstanbul'u uhrevî yönden daha kesif bir havaya bürümüştür.
XIX. ve XX. yüzyıllarda da çeşitli vesilelerle bu akış devam etmiştir. Vehhabî tahribatı ve I. Dünya Savaşı sonunda Hicaz bölgesinin teslimi sebepleriyle bazı kutsal emanetler İstanbul'a gönderilmiştir. Medine Muhafızı Fahreddin Paşa tarafından, Osmanlı Devleti'nin surre alayları vesilesiyle gönderdiği mukaddes eşyalar Ravza-i Mutahhara'dan İstanbul'a nakledilmiştir.
Yavuz Sultan Selim döneminden itibaren Topkapı Sarayı'nda birikmeye başlayan Mukaddes emanetler, sarayın çeşitli kısımlarında muhafaza edilmiştir. Bugün Hırka-i Saadet Dairesi olarak isimlendirilen Has Oda başta olmak üzere, Silahdar Hazinesi, Revan Köşkü, Hazine'de ve Harem'de muhafaza edilmiştir. Fatih Sultan Mehmed döneminde inşa olunan Has Oda, padişahların 1808 senesine kadar kullandıkları kısımdı. II. Mahmûd'un Has Oda'yı tamamen Mukaddes emanetler'e ayırmasıyla beraber Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes emanetler Dairesi olarak tashih edilmiştir. Cumhuriyet döneminde de verilen önemin azalmadığı bu kısım, Topkapı Sarayı'nın müze hâline getirilmesine rağmen bu kısma dokunulmamış ve daha sonradan modern usûllerle teşhire açılmak üzere envanter sayımıyla kayda geçirilmiştir.
Hırka-i Saadet Dairesi'nde korunmakta ve sergilenmekte olan yaklaşık olarak 650 civarı Mukaddes ve Mübarek Emanet bulunmaktadır. En önemlileri olarak ilk başta Hırka-i Saadet, Sancak-ı Şerif, Dendan-ı Saadet olmak üzere Peygamber Efendimiz'e (sav) ait olan Mukaddes emanetler ve diğer peygamberler, sahabeler ve din büyüklerinin mübarek eşyaları bu bölümde bulunmaktadır.
Hırka-i Saadet: Mukaddes emanetler'in en kıymetlilerinden olan ve Kaside-i Bürde ile meşhûr Ka'b b. Züheyr'e hediye edilen hırka olduğunu belirtmiştik. Mısır'ın fethiyle birlikte Has Oda'ya getirilmiştir. Padişahlar sefere çıktıkları zamanlarda yanlarından ayırmamışlardır. Mânevî bereketi umulmuştur. Altın bır sanduka içerisinde korunmaktadır.
Dendan-ı Saadet: Uhud Muharebesi'nde Peygamber Efendimiz'in (sav) kırılan dişleridir. Kıymetli taşlarla süslenmiş bir kutu içerisinde bohçalara sarılı bir şekilde muhafaza edilegelmiştir.
Sancak-ı Şerif: Livâ-i Şerif olarak da tesmiye edilen ve Mukaddes emanetler'in en mühimlerinden sayılan Hz. Peygamber'in (sav) sancağı. Padişahlar ve başkumandanlar sefere çıkarken yanlarından ayırmamış ve onun vesilesiyle muzafferiyet dilemişlerdir. Zamanla yıpranan sancak bohçalar içerisinde korunmuştur. Bu şekilde yıprandıktan sonra yeni yapılan sancaklara, Sancak-ı Şerif'ten bir parça iplik eklenerek temsil edilmeye devam etmiştir.
Bu eşyaların yanı sıra değeri daha aşağı sayılmayacak yüzlerce parça mevcudiyetini korumaya devam etmektedir. Hz. Peygamber'e (sav) ve ashabına ait kılıçlar, Hz. Osman'ın şehit edildiğinde okuduğuna inanılan ceylan derisi Kur'ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber'in (sav) devrin hükümdarlarını İslâm'a davet mektupları, Sakal-ı şerif, Kadem-i Saadet (Hz. Peygamber'in (sav) ayak izleri), Kâbe'nin anahtarları, kilidi ve su olukları, Hacerü'l- Esved'in gümüş ve altın mahfazaları gibi kıymeti takdir edilemeyecek bu ulvî hazine ecdadımızın himmetleriyle bize ulaşmıştır.
Peygamber Efendimiz'in (sav) müjdesiyle fethi nasip olan İstanbul, Kutsal emanetler'i sanki Allah Resûlünün (sav) hediyesi olarak kabul edip onlarla süslenmiştir. Haremeyn, Kudüs gibi şehirlerin yanı sıra İstanbul da artık bir İslâm merkezi konumuna gelmiştir. İstanbul, Eyyûb el-Ensarî ve diğer sahabe-i kiramın kabirleri, Mukaddes emanetleri ve yüzyıllar boyu hilafet merkezi olması bakımından İslâm merkezi mâhiyetini sinesinde taşımaya devam etmektedir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.