Peygamberleri onlara mu‘cizeler, sayfalar ve nûr saçan kitap getirmişti
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Fatır Suresi 19-26. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
19,20,21 . Körle, gören (kâfir ile mü’min); karanlıklarla, nûr (bâtıl ile hak); gölge ile sıcaklık (Cennet ile Cehennem) bir olmaz.
22 . Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şübhesiz ki Allah (Kur’ân’ın hakîkatini hikmetine binâen) dilediği kimseye işittirir (de onlara hidâyet eder). Yoksa sen kabirlerde bulunanlara (ma‘nen ölmüş olanlara) işittirecek bir kimse değilsin! (*)
23 . Sen sâdece bir korkutucusun.
24 . Muhakkak ki biz seni, bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak hak ile gönderdik. Ve hiçbir ümmet yoktur ki, içlerinde bir korkutucu gelip geçmiş olmasın.
25 . Bununla berâber seni yalanlıyorlarsa, (bil ki) şübhesiz onlardan öncekiler de yalanlamıştı. (Hâlbuki) peygamberleri onlara mu‘cizeler, sayfalar ve nûr saçan kitap getirmişti.
26 . Sonra inkâr edenleri yakalayıverdim; artık beni inkâr etmek nasıl imiş (gördüler)!
(*) “Kulaktaki zar, nûr-ı îmân ile ışıklandığı zaman, kâinâttan gelen ma‘nevî nidâları (sesleri) işitir. Lisân-ı hâl (hâl dili) ile yapılan zikirleri, tesbîhâtları (tesbîhleri) fehmeder (anlar). Hattâ o nûr-ı îmân sâyesinde, rüzgârların terennümâtını (tatlı tatlı seslenişlerini), bulutların na‘râlarını, denizlerin dalgalarının neğamâtını (nağmelerini) ve hâkezâ (bunun gibi) yağmurlardan, kuş vesâire gibi her nev‘den Rabbânî (Allah’ı düşündüren) kelâmları ve ulvî (yüce) tesbîhâtı işitir. Sanki kâinât İlâhî bir mûsikî dâiresidir. Türlü türlü âvazlarla (seslerle), çeşit çeşit terennümâtla kalblere hüzünleri ve Rabbânî aşkları intıbâ‘ ettirmekle (hissettirmekle) kalbleri, ruhları nûrânî âlemlere götürür. Pek garib misâlî levhaları (manzaraları) göstermekle, o ruhları ve kalbleri lezzetlere, zevklere gark eder (boğar). Fakat o kulak küfür ile tıkandığı zaman, o lezîz (lezzetli), ma‘nevî, yüksek savtlardan (seslerden) mahrum kalır ve o lezzetleri îrâs eden (veren) âvazlar, mâtem seslerine inkılâb eder (döner). Kalbde o ulvî hüzünler yerine, ahbâbın fıkdânıyla (sevdiklerin yok olmasıyla) ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle (sâhibsizlikle) nihâyetsiz vahşetler (yalnızlıklar) ve sonsuz gurbetler hâsıl olur.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 64)