Rabbinden sana indirilen bu Kur’ân, onlardan birçoğuna azgınlık ve küfrü artıracaktır!

Rabbinden sana indirilen bu Kur’ân, onlardan birçoğuna azgınlık ve küfrü artıracaktır!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Mâide Suresi 65-69. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

65 . Bununla birlikte gerçekten ehl-i kitab, îmân edip (günahlardan) sakınsalardı, mutlakā kötülüklerini kendilerinden örterdik ve elbette onları Naîm Cennetlerine koyardık.

66 . Ve eğer gerçekten onlar, Tevrât’ı, İncîl’i ve Rablerinden kendilerine indirilen (Kur’ân)ı hakkıyla tatbîk etselerdi, mutlakā üstlerinden (yağmurlar ve meyvelerle rızıklandırılırlar) ve ayaklarının altından (yetişen nice mahsûllerden) yerlerdi. İçlerinde (peygambere düşmanlıkta) aşırılığa kaçmayan bir ümmet vardır. Fakat onlardan birçoğu var ki, yapmakta oldukları şey ne kötüdür!

67 . Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni teblîğ et! Artık (bunu) yapmazsan, o takdirde O’nun (vahiy ile) gönderdiklerini teblîğ etmemiş olursun! Ve Allah, seni insanlardan muhâfaza edecektir.(1) Şübhe yok ki Allah, (inkârlarındaki ısrarları sebebiyle) kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.

68 . De ki: “Ey ehl-i kitab! (Siz) Tevrât’ı, İncîl’i ve Rabbinizden size indirilen (Kur’ân)ı hakkıyla tatbîk etmedikçe, hiçbir şey (hiçbir hakîkat) üzere değilsiniz!” Ve and olsun ki Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onlardan birçoğuna azgınlık ve küfrü artıracaktır!(2) Öyleyse o kâfirler topluluğu için üzülme!

69 . Şübhesiz ki (zâhiren) îmân edenler, yahudi olanlar, sâbiîler ve hristiyanlar yok mu, (onlardan) kim Allah’a ve âhiret gününe (hakîkaten) îmân edip sâlih amel işlerse, artık kendilerine bir korku yoktur ve onlar mahzûn olmazlar.

1- “Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın hıfzı ve ismeti (maddî ma‘nevî musîbetlerden muhâfaza edilmesi) bir mu‘cize-i bâhiredir (açık bir mu‘cizedir). وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ [Ve Allah, seni insanlardan muhâfaza edecektir] âyet-i kerîmesinin hakîkat-i bâhiresi (açık hakîkati) çok mu‘cizâtı gösterir. Evet, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm çıktığı vakit, değil yalnız bir tâifeye, bir kavme, bir kısım ehl-i siyâsete veya bir dîne, belki umum pâdişahlara ve umum ehl-i dîne tek başıyla meydan okudu.

Hâlbuki onun amcası en büyük düşman ve kavim ve kabîlesi düşman iken, yirmi üç sene nöbetdarsız, tekellüfsüz, (zorlanmadan) muhâfazasız ve pek çok def‘a sû’-i kasda ma‘ruz kaldığı hâlde, kemâl-i saâdetle rahat döşeğinde vefât edip, mele-i a‘lâya (en yüce meclise) çıkmasına kadar hıfz ve ismeti, وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ ne kadar kuvvetli bir hakîkati ifâde ettiğini ve ne kadar metîn bir nokta-i istinad (sağlam bir dayanak noktası) olduğunu güneş gibi gösterir.” (Zülfikār, 19. Mektûb, 62)

2- “Fıskları (haktan ayrılmaları) sebebiyle, fâsıklar hakkında nûr nâra (ateşe), ziyâ zulmete inkılâb etmiştir (ışık, karanlığa dönmüştür). Evet şemsin (güneşin) ziyâsıyla, pisve mülevves maddeler teaffün ederler (kokuşurlar), berbâd olurlar.” (İşârâtü’l-İ‘câz, 217)