Reformistlerin menşeî kime dayanıyor?

İslam dini son din ve Yüce Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz de son peygamber olarak nihaî ve en mükemmel hükümlerle insanlığı hak dine davet etmektedir. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim neyi yapmamız gerektiğine; Resul-ü Zişan Efendimiz (SAV) de nasıl yapmamız gerektiğini bize tebliğ etmektedir. Her ikisi de mütemmim cüz; yani tamamlayıcı ve biri olmadan diğerinin mümkün olmadığı parçalardır. Birilerinin Peygamberimizi (SAV) devreden çıkararak sadece Kur’an-ı Kerim’i referans alması ise, tek kanatlı kuş gibi, etkin ve mükemmel hükümlerin istihraç edilmesi mümkün değildir.

Diğer taraftan, ehl-i sünnet ve cemaat tarikinin müçtehidleri, kelam alimleri, fakihleri vs. din büyükleri ve kanaat önderlerinin edile-i şer’iye tâbir edilen kitap, sünnet, icma ve kıyas. Edille-i şer'iyye veya şer'î deliller” yani genel anlamda İslâm hukukunun kaynaklarına uygun bir şekilde içtihadlar, fetvalar ve hükümler vermesi de Peygamberimizin mesleğine ittibadır. Zira gerçek âlimler, Peygamberimizin varisleridir. Bu bağlamda ümmet-i Muhammed (SAV) bu kaynaklardan beslenir ve ibadetlerini, dinî vecibelerini de bu hükümlere, fetvalara ve içtihatlara göre icra ederler.

Ümmet-i Muhammed’in (SAV) bu silsilenin çizgisinde sebat etmesiyle “İlayı Kelimetullah” sancağını üç kıtaya yaymışlar ve İslam’ın yaygınlaşmasına sebep olmuşlardır. Osmanlı da bu disiplinle yüce bir devlet olma unvanını kazanmıştır. Ümmet-i Muhammed’in bu güçlü sadakatini çok iyi bilen Fener Patriği V. Gregorius, Osmanlıyı bu manâda mağlup etmenin mümkün olmadığını bildiği için, Rus Çarı II. Alexander’a bir mektup (ki, Rusya’nın İstanbul Sefiri General İgnatiyef’in hatıralarında da belirtilmiştir) yazarak, Osmanlıyı yenmenin tek yolunun ne olduğunu vurgulamıştır[1].

Mezkûr mektup, aslında mealcilerin ve proje hocaların hangi kaynaktan beslendiklerini gösteren ibretlik bir mektuptur. Bu mektup aslında İslam’a yöneltilen saldırıların Batı kaynaklı olduğunu içimizdeki satılmış piyonların da buna teşne olduklarının önemli bir göstergesidir. Şimdi bu mektubu dikkatli bir şekilde okuyarak din tağyircileri ve tahripçilerinin misyonunu anlamaya çalışalım:

“Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidir.

“Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaatlerinden gelmektedir.

Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da ananelerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının salâbetinden gelmektedir.”

“Bu nedenle; Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder.”

“Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.”

“Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.

Bu sebeple Osmanlı Devleti’ni tasfiye için mücerret (soyut) olarak harp meydanındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.

Yapılacak olan Türklere hissettirilmeden bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır…”

Mektubun bu önemli kısmının içinde en önemli cümleler ise: ““Bu nedenle; Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını yok etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli ve manevi ananelerine uymayan harici fikirler ve davranışlara onları alıştırmaktır.”

İşte bu mektuptan sonra Osmanlı; bilahare Türkiye Cumhuriyeti üzerine birçok proje yapıldı. Bu projeleri yapanlar, bilhassa dine, hocaya, imama, din büyüklerine itibar suikastları yaptılar. Bilhassa sinemayı, medyayı, basını da kullanarak din büyüklerini alçaltmaya çalıştılar. Dinde reform adı altında kendi uydurdukları bir takım hükümleri, finansman sağlayarak içimizdeki sahte hocalara uygulatmaya çalıştılar ve halen çalışmaktadırlar.

Reformist ya da mealciler adıyla ortaya atılan kimi sözde hocaların kaynağı mezkûr papaza dayanmaktadır. Ortaya attıkları Hz. Adem’in babası vardı, hurilerin cinsiyeti belli değildir, Hz. Peygamber (SAV) Miraç’a gitmemiştir gibi iddialar, kendi kafa yapılarıyla ya da dış mihrakların yönlendirilmesiyle uydurdukları hezeyanlardır. Ayrıca bu zatlar, yüce Peygamberimizin sünnetlerini de hafife alarak, adeta alaycı bir şekilde reddebilmektedirler.

Bu bağlamda mezkûr sözde hocalara Bediüzzaman şöyle hitap eder: "Sünnete ittiba etmeyen, tembellik eder ise, hasaret-i azime; ehemmiyetsiz görür ise, cinayet-i azime; tekzibini işmam eden tenkid ise, dalalet-i azimedir."

Bütün bunlar göz önünde bulundurulursa, nasıl bir tuzağın ve cenderenin içinde din tahribatı yapıldığı ortaya çıkmaktadır.

[1]Bu mektup, Osmanlı hükümetinin eline geçmiş ve Patrik “ihanet”ten yargılanarak idam edilmişti (22 Nisan 1821).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.