Risale-i Nur Lûgatından bir kelime: İlham
İlham ne demek? İlham ifadesinin anlamı nedir? Risale-i Nur Lûgatından İlham kelimesinin sözlük anlamı nedir?
İlham: Bir şeyi bir defada yutmak. Cenâb-ı Hakk’ın, kulunun kalbine bir mânayı ilka etmesi, akıtması.
Vahiy, Allah’ın Kelâm sıfatının en ulvî tezahürü, ilham ise en geniş tecellisi.
Şems Sûresinde şöyle buyurulur: “Sonra da ona (nefse) hem kötülüğü, hem (ondan) sakınmayı ilham edene(kasem olsun ki)...” (Şems Sûresi, 8)
Her nefis, şerrin, ahlaksızlığın, zulmün kötü olduğunu ilhamen bilir. Ve yine her nefse hayrın, sevabın, ahlâkın güzelliği de ilham edilmiştir. Günahlar bu ilhamı perdeler; takva ve salih amel ise arttırır.
Kâmil mü’minlerde bu ilham, gerek Kur’ân-ı Kerim’deki, gerekse kâinat kitabındaki bir çok esrarın keşfine yol açar.
Allah; sevgili kullarının kalblerine, ulvi hakikatleri ve feyizleri harfsiz ve kelimesiz olarak ihsan eder. Kalbdeki bütün kelam tecellileri kelimesizdir, mâna ve feyz şeklindedir. Bu mânalar hayalde suret giyerler ve akılda cümle kalıplarına dökülürler.
“Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler; oradan suretleri giyerler.” (Sözler)
İlhama mazhar mahlûkat içerisinde, sayıca meleklerden sonra ikinci sırayı alan hayvanlar gözümüz önünde durmadan faaliyet göstermekle bizi ilham âlemi üzerinde düşünmeye sevkederler.
İlham; hava karardığında bir ağacın dalları arasına saklanan serçelerden, yuvalarına dönen karıncalara, bir kaya parçasının kuytuluklarında gizlenen balıklardan, ormanın izbe bir köşesinde kendine emniyet arayan ceylana kadar her canlıyı sevk ve idare eden, sessiz ve kelimesiz bir kelam tecellisi.
Hepsi bir ilham ile, bir sevk-i kaderî ile geceleyeceği yeri en güzel biçimde belirliyor. Ertesi gün, güneşin ilk huzmelerinin ufukta belirmesiyle birlikte başlayan çeşitli, karmaşık, müthiş bir mesai. Görevlilerin hepsi bir his ile yola çıkar, bir tarafa yönelir, uçar, koşar, yürür, yüzer... Ama hiçbiri nereye gittiğini, saatin kaç olduğunu, kaç saat mesai yapacağını, ne zaman yuvasına döneceğini bilmez. Ama hepsinin de işi mükemmel görülür: İlhamla...
Hayvanlar, kendilerine ilham eden Rablerini, yine ilhamla bilirler.
RİSALE-İ NUR'DA İLHAM İFADESİNİN GEÇTİĞİ ÖRNEK CÜMLELER
En küçük bir Sünnet-i Seniyyeyi en büyük bir maksat gibi telâkki edip onun ittibâına çalışıyorlar, onu taklit ediyorlar. Çünkü, vahiy ne kadar ilhamdan yüksek ise, semere-i vahiy olan âdâb-ı şer'iye, o derece, semere-i ilham olan âdâb-ı tarikatten yüksek ve ehemmiyetlidir. Onun için, tarikatin en mühim esası, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmektir. (29. Mektup)
Evet, kalblerde, perde-i gaybda ihtar edici bir Zâta bakan hiç bir hâtırat-ı gaybiye ve ilham edici bir Zâta baktıran hiç bir ilhâmât-ı sâdıka; ve hakkalyakîn sûretinde sıfât-ı kudsiye ve Esmâ-i Hüsnânı keşfeden hiçbir itikad-ı yakîne; ve enbiya ve evliyada, bir Vâcibü'l-Vücudun envârını aynelyakîn ile müşahede eden hiçbir nuranî kalp; ve asfiya ve sıddîkînde, bir Hâlık-ı Küll-i Şey'în âyât-ı vücubunu ve berâhin-i vahdetini ilmelyakîn ile tasdik eden, ispat eden hiçbir münevver akıl yoktur ki, Senin vücub-u vücuduna ve sıfât-ı kudsiyene ve Senin vahdetine ve ehadiyetine ve Esmâ-i Hüsnâna şehadet etmesin, delâleti bulunmasın ve işareti olmasın. (Tarihçe-i Hayat)
Tâkib ettiğim yol, akıl ile kalb arasında yeni açılan berzahî bir yoldur. Akıldan kalbe, kalbden akla inip çıkmaktan bîzar olmuştum. Bunun için, bir nur bulduğum zaman, hemen üstüne bir kelime bırakıyordum. Fakat, o nurların üstüne bıraktığım kelime taşları, delâlet için değildi. Ancak, kaybolmamak için birer nişan ve birer alâmet olarak bırakırdım. Sonra baktım ki, o zulmetler içinde bana yardım eden o nurlar, Kur'ân güneşinden ilham edilen misbah ve kandillerdi. (Mesnevi-i Nuriye)
Birgün şu âyetleri okurken, İblis'in ilkaatına karşı Kur'ân-ı Hakîmin feyzinden üç nükte ilham edildi. (Yirminci Söz)
Ehl-i adalet olan Sahabelerin, vukuuna icmâı; ve ehl-i tahkik umum müfessirlerin وَانْشَقَّ الْقَمَرُ tefsirinde onun vukuuna ittifakı; ve ehl-i rivâyet-i sadıka bütün muhaddisînin, pek çok senetlerle ve muhtelif tariklerle vukuunu nakletmesi; ve ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti; ve ilm-i kelâmın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamların ve mütebahhir ulemanın tasdiki; ve nass-ı kat'î ile, dalâlet üzerine icmâları vaki olmayan ümmet-i Muhammediyenin o vak'ayı telâkki-i bilkabul etmesi, güneş gibi inşikak-ı kameri ispat eder. (31. Söz)
وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَۤاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ ("Biz Kur'ân'dan mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şeyi indiriyoruz." İsrâ Sûresi, 17:82.) Şu âyet-i azîme sarîhan Asr-ı Saadette nüzûl-ü Kur'ân'a baktığı gibi sair asırlara dahi mânâ-yı işârîsiyle bakar. Ve Kur'ân'ın semasından ilhâmî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder. İşte, doğrudan doğruya tabib-i kulûb olan Kur'ân-ı Hakîmin feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risaletü'n-Nur, benim çok tecrübelerimle umum mânevî dertlerime şifa olduğu gibi, Resâili'n-Nur şakirtleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin bir mânâ-yı işârîsinde dahildir. Ve bu duhulüne bir emare olarak, مَا هُوَ شِفَۤاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنِينَ ("Mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şey..." İsrâ Sûresi, 17:82.) 'nin makam-ı cifrisî 1339 ederek, aynı tarihte Kur'ân'dan ilham olunan Resâili'n-Nur bu asrın mânevî ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasından, bu âyet ona hususî remzettiğine bana kanaat veriyor. Ben kendi kanaatimi yazdım; kanaate itiraz edilmez. (Sikke-i Tasidik-i Gaybi)
Akıl tâtil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de onu görür. Onu düşünür. Ona müteveccihtir. Hads—ki, şimşek gibi sür'at-i intikaldir—daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelânın muzâafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlâhî, onu daima mârifet-i Zülcelâle sevk eder. Şu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i câzibedarın cezbiyledir. (Nokta Risalesi)
Çok âciz ve çok zayıf ve çok fakir ve çok ihtiyaçlı ve kendi malikini ve hâmisini ve müdebbirini ve hafîzını bulmaya pek çok muhtaç ve müştak olan zîşuur masnularına, vücudunu ve huzurunu ve himayetini fiilen ihsas ettiği gibi, bir nevi mükâleme-i Rabbâniye hükmünde sayılan bir kısım sadık ilhamlar perdesinde ve mahsus ve bir mahlûka bakan has ve bir vecihte, onun kàbiliyetine göre, onun kalb telefonuyla, kavlen dahi kendi huzurunu ve vücudunu ihsas etmesi, şefkat-i ulûhiyetin ve rahmet-i rubûbiyetin zarurî ve vâcip bir muktezasıdır diye anladı.
Sonra ilhamın şehadetine baktı, gördü: Nasıl ki, güneşin faraza şuuru ve hayatı olsaydı ve o halde, ziyasındaki yedi rengi, yedi sıfatı olsaydı, o cihette, ışığında bulunan şuâları ve cilveleri ile bir tarz konuşması bulunacaktı. Ve bu vaziyette, misalinin ve aksinin şeffaf şeylerde bulunması; ve her âyine ve her parlak şeyler ve cam parçaları ve kabarcıklar ve katreler, hattâ şeffaf zerrelerle herbirinin kàbiliyetine göre konuşması; ve onların hâcâtına cevap vermesi; ve bütün onlar güneşin vücuduna şehadet etmesi; ve hiçbir iş, bir işe mâni olmaması; ve bir konuşması, diğer konuşmaya müzahemet etmemesi bilmüşahede görüleceği gibi, aynen öyle de: ezel ve ebedin Zülcelâl Sultanı ve bütün mevcudatın Zülcemâl Hâlık-ı Zîşanı olan Şems-i Sermedînin mükâlemesi dahi onun ilmi ve kudreti gibi, küllî ve muhit olarak herşeyin kàbiliyetine göre tecellî etmesi; hiçbir suâl bir suâle, bir iş bir işe, bir hitap bir hitaba mâni olmaması ve karıştırmaması bilbedahe anlaşılıyor. Ve bütün o cilveler, o konuşmalar, o ilhamlar birer birer ve beraber bil'ittifak o Şems-i Ezelînin huzuruna ve vücub-u vücuduna ve vahdetine ve ehadiyetine delâlet ve şehadet ettiklerini aynelyakîne yakın bir ilmelyakînle bildi. (7. Şua)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.