Risale-i Nur sahabe olmanın bir rehberi-FOTO
Aslında Üstad’ın hayatı sahabi Efendilerimizin hayatı ki O da mesleğimiz Sahabe mesleğidir, diyor
Haber: Funda Demirer
Fotoğraflar: Mehmet Said Doğan
RİSALEHABER-İstanbul Bahçelievler Belediyesi Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezinde Nur İlim, Kültür Vakfı’nın düzenlediği Bediüzzaman’ı Anma Programına Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mehmet Fırıncı Ağabey, yazar Mehmet Paksu ve Siyer Araştırmaları Merkezinden Muhammed Emin Yıldırım katıldı.
Siyer Araştırmaları Merkezi kurucusu Muhammed Emin Yıldırım konuşmasında Üstad Bediüzzaman’ın bu yüzyılın Sahabesi olduğunu söyledi. Yıldırım sözlerini şöyle sürdürdü: “Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar” buyuruyor Peygamber Efendimiz, Bütün âleme en-Nur olan Allah’ın tecellilerini anlatan, Salihlerden bir salihi anmak için buradayız. O öyle bir Salih idi ki kendi hayatını yaşamamıştı. Ashab-ı kiramı çok okuduk fakat 21. yy da sahabe nasıl olur, sahabice bir kamet nasıl yaşanır bilmiyorduk. 21. yy'da sahabenin kameti nasıl yükseltilir, Üstad bizim gibi sözleriyle değil hayatıyla gösterdi. 21. yy da kavramların içlerini boşalttık. kavramları Allah ve Resulünün değil, âlimlerin öğrettiği değil kendi anlamlarımızı yükleyerek kullanıyoruz. Zay ettiğimiz kavramlardan biri sevgidir. Bu çağın insanı olarak sevgi meselesini öğrenmiş değiliz.
RİSALE-İ NUR SAHABE OLMANIN YOLUNU GÖSTEREN BİR REHBER
Üstad sevgiyi bizim gibi şiirlerde, ilahilerde söylemedi. Allah Resulü nasıl sevilir hayatıyla ifade etti. Tarihçe-i Hayatı daha önce çok defalar okudum. Sahabi efendilerimizin hayatıyla haşir neşir olduktan sonra tekrar okudum. Aslında Üstad’ın hayatı sahabi Efendilerimizin hayatı ki O da mesleğimiz Sahabe mesleğidir, diyor.
"Üstad gaye-i hayalim dediği medresetüz Zehra pojesini görünürde tamamlamadı. Bu proje kesinlikle bir üniversite projesinden ibaret değildi. İçinde üniversitenin de olduğu 1400 sene evvel Medine‘de Efendimizin (asm) başlattığı, adına Suffa dediği medeniyet projesinin bir parçasıydı. İşte Üstad o gaye-i hayalini gerçekleştirdi.
"Risale-i Nur baştan sona 21. yy'da sahabe olmanın yolunu gösteren bir rehberdir. Tarihçe-i Hayat iki sahabe Efendimizin hayatına çok benziyor. Ebu Ubeyde bin Cerrah; Kudüs fethedilmiş, Hristiyan âlimleri şehrin anahtarını teslim etmiyor. Ancak Halife Ömer gelirse şehri teslim ederiz diyorlar. Hz. Ömer Kudüse geliyor, görüşmelerden sonra komutanın çadırına girdiğinde çadırın fakirliği karşısında Allah Resulünün ‘Ümmetin Emini’ olarak takdim ettiği Ebu Ubeyde’ye “Vallahi sen dünyanı değişmemişsin” diyor. İşte alın bunun kaşısına Üstadı koyun.
"Selman-ı Farisi; ben ibn-i selmanım, islamın oğlu selmanım diyor. Üstadın belli bir kavmi, mensubiyeti vardı ama Onun için Ümmeti Muhammed bir tek milletti. O da Hz. Selman gibi kavmini dinine feda etmiştir.
Medayini sel bastığında Selman-ı Farisi bir bohça içindeki varlığını alıp, bir taşın üzerine çıkar. Zenginler mallarını kurtarmak pahasına sele kapılır. Hz. Selman “yükü az olan kurtuldu” buyuruyor. Üstadın da yükü azdı, bütün dünyası sırtındaydı…
"Sahabilerin derdi yaşamak değildi; yaşatmak için yaşamaktı. İslam literatüründe bunun karşılığı isar’dı. Bizim gibilere cennetin ötesi yok ama Üstad’a Cennetin ötesi de vardı. Kendi ifadeleriyle, “Ben cemiyetin iman selameti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası ne cehennem korkusu var. Cemiyetin yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil bin Said feda olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsız kalırsa cenneti de istemem. Orası bana zindan olur. Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.” Bunu ancak Ebubekir kalitesinde iman eden biri söyleyebilirdi.
PAKSU: BEDİÜZZAMAN KUR'AN TALEBESİ
Yazar Mehmet Paksu ise Bediüzzaman’ın bir Kur’an talebesi olduğunu ve bize Kur’anı anlattığını vurguladı. Paksu'nun sözleri şöyler:
"Üstadın hayatını bilmek için Mekke’yi Medine’yi bilmek lazım. Nurs‘un Mekke’ye benzediğini gördüğümde hayret etmiştim. Öyle bir yerden de ancak Bediüzzaman gibi bir iman yetişebilirdi.
Önce davanın rüyasını göreceksiniz ki, ondan sonra dava sizde yaşayacak. Efendimizin rüyası vahiydi, Kur’ân’dı. Üstad davasının rüyasını görür. Onun için her şey Kur’ân’dı. Bir Kur’ân talebesiydi. Yaşadığı dönem Mekke dönemi gibiydi. Kur’ân etrafındaki surlar yıkıldığı, Kur’ân’ın yasaklandığı, yakıldığı bir zamanda Onun elinde Kur’ân ‘dan başka hiçbirşey yoktu. Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu Bediüzzaman anlatacaktı. Van’dan sürgüne gönderilip Urfa’da vefatına kadar Kur’ân Ona yetmiştir. Risale-i Nur sadece Kur’ân’ı anlamak için okunur. Said Nursi ne diyor diye değil, Kur’ân ne diyor diye okunmalı. Âyetü'l-Kübrâ’nın her satırı bir Kur’ân ayeti mealidir.
"Ahirete imanın ortadan kaldırılmak istendiği bir zamanda ilk Söz Onuncu Söz, Haşir risalesidir. Yanına gelen misafirleriyle Anadolu şivesiyle konuşurken birden bire dizlerinin üzerine oturup hakikatleri yazdırmaya başladığında yazı dili olan İstanbul Türkçesiyle konuşmaya başlar. Yine böyle bir vakitte yanında bulunan bir talebesi çağlayan suların çakıl taşlarına değmesi gibi bir ses duyar. Daha sonra bu hali Hz. Üstad’a sorduğunda “imani bir mesele, bir Kur’ân meselesi yazılmaya başlandığında en az iki yüz ayet-i kerime birbiriyle çarpışır. Bu duyduğun ses odur” cevabını alır. Yine bir defasına bir meseleyi on bin defa okuduğunu söyleyerek “ Risale-i Nurlar Ayat-ı Kur’âniyeden geldikleri için terakkiye sınır yoktur “ buyuruyor. Nur talebeleri hafız değildir ama Kur’ân’ı yaşar. Biz Risale-i Nur okurken Said Nursiyi değil, sahabe gönüllü birini tanıyoruz.
ÜSTADIN BİR GÜNÜNDE YER ALAN İBADETLER
Son olarak kürsüye çıkan Bediüzzamanın talebelerinden Mehmet Fırıncı Ağabey Üstadın bir gününü nasıl ibadetle geçirdiğini anlattı:
"Akşam namazını kıldıktan sonra yatsıya kadar evrad ve ezkarla devam ederdi. Yatsıdan sonra istirahat eder, geceyi (4-5 saat) sabah namazına kadar yine evrad, ezkar ve tefekkürle geçirirdi. Talebelerine fıtri uykunun 5 saat olduğunu söylerdi.
"Yorulunca dinlenmek için yine okurdu. Hulâsatü'l Hulâsa, Hizb-ül Ekber okuyarak dinlenirdi. Sabah namazından sonra talebelerine sırayla ders okuturdu. Daha sonra kırlara, dağlara yine tefekkür amaçlı gezilere çıkardı.