Risale-i Nur'daki şefkat, bizi siyasetten men etmiş
Günün Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
Bu defaki küçük müdafaatımda demiştim:
"Risale-i Nur'daki şefkat, hakikat, hak, bizi siyasetten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz." Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:
Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş'et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile, tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da ezlem olacak ve mağlûp kalacak.
Çünkü, mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukabil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır.
Eğer mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.
İşte, Kur'ân'ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.
Hem madem herşey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve zahmet ise rahmete kalb oluyor. Elbette biz sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile, icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise, insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.
Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:
Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur'ân'ın kuvvetiyle, Allah'ın inâyetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silâh etmeyiz! (Şualar, 12. Şua)
Bediüzzaman Said Nursî
SÖZLÜK:
ASABİYET-İ UNSURİYE : Irkçılık damarı.
ASR : Yüzyıl
BELA : Musibetler. Afetler. Beliyyeler. Belâlar.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
EHL-İ HAK : Hak yolda olanlar.
EŞEDD-İ İSTİBDAD : İstibdâdın, baskı ve keyfî idârenin en şiddetlisi.
EŞEDD-İ ZULÜM : Zulmün en şiddetlisi.
EVHAM : Olmayan birşeyi olur zannı ile meraklanmak, vehimler, kuruntular.
EZLEM : En zâlim.
GADDAR : Çok zâlim. Kahredici.
GAYRET-İ VATANİYE : Vatanı koruma gayreti, çabası.
HAKİKAT : Gerçek.
HAMİYET-İ MİLLİYE : Milletin hak, hukuk ve nâmusunu koruma konusunda gösterilen gayret ve titizlik.
HODGÂMLIK : Yalnızca kendini dert edinerek.
HULÂSA-İ KELÂM : Sözün özü.
İCBAR : Mecburi, zorlama.
İNÂYET : Yardım, lütuf.
İNZİBAT : Âsayiş, düzen ve rahatlık; sağlamlaşmak; polis vazifesini gören asker.
İRTİDATKÂR : Dinden çıkan.
İSTİBDÂDÂT-I ASKERİYE : Askerî baskı.
KABİR : Mezar.
KÁİDE-İ ZÂLÎMÂNE : Zâlimce kural, kaide.
KÜFR-Ü MUTLAK : Kesin ve tam bir inkâr.
MADDİYUNLUK : Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin sapık inanışları.
MÂSUM : Günâhı, kötülüğü olmayan, suçsuz
MEDENİYET : Sosyal meselelerde, ilim, fen ve sanatta daha ileri gitmiş, gelişmiş cemiyet.
MEZKÛR : Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen.
MUKABELE-İ BİLMİSİL : Aynıyle mukabele etmek, karşılık vermek.
MÜDÂFAÂT : Savunmalar.
NEŞ'ET : Çıkma, doğma, meydana gelme, kaynaklanma, yetişme.
SÜKÛT : Suskunluk, sessizlik.
ŞEFKAT : Karşılıksız, samimi sevgi besleme; başkasının kederiyle alâkalı olma, acıyarak merhamet etme.
ŞEYTÂNET : Şeytanlık.
TAARRUZ : Sataşmak, ilişmek, saldırmak.
TAASSUB : Şiddetli ve aşırı bağlılık.
TÂUN-U BEŞERÎ : İnsanlığın salgın hastalığı.
TEVEKKÜL : Sebeplere sarıldıktan sonra neticesini Allah'a bırakma, neticeye rıza gösterme.
ZINDIKA : Dinsizlik, inançsızlık.